Al çantanı İzzet gidiyoruz. Öğleye yetişirsek sofrada bize de yer açarlar. Ahmet Abi Urfalıdır; bunlar her şeyden geçer damak zevkinden vazgeçmezler. At sırtında sefere de çıksalar bu öncelik değişmez. Nereye gitseler çiğ köfte leğeni her an ellerinin altındadır. İnşallah trafiğe takılmazsak biz de bugün ağzımıza lâyık bir yemek yemiş oluruz.
Sabah daha dükkanlarını açarken başlar bunların muhabbetleri “Eee emmoğlu anlat bakalım, akşam ne yediniz?” Bizim Egeliler gibi ot yiyecek halleri yok herhalde; emmoğlu çiğ köfteden başlayıp tek tek sıralar yediklerini ve en sonunda iftihar ve tevazu karışımı bir tebessümle "Elinin artığı olsun, yengen bir tepsi de şıllıkî yapmıştı" der dükkanlarına geçerler.
Kuşluk vakti şöyle hafiften gerinerek kapı önünde tekrar boy gösterir bizimkiler. Bu sefer karşı komşu seslenir "Hele de gardaş, öğleye ne yiyek?" İşyerinde yapılacak en kolay yemek çömlek kebabıdır. Kasap Celal'den alınan kuzu eti önce güzelce çömleğe yerleştirilir. Biber, soğan, patlıcan, sarımsak, domates etin üstüne dizilir, üzerine baharatları ve tuzu da ilave ettikten sonra gönder fırına pişsin.
Urfalılara iki şeyi beğendirmek zordur derler; bunlardan biri mûsikî diğeri ise yemektir. Ahmet Abi de “Gazelhan ve kebapçıların dışında bizden kolay kolay şan şöhret sahibi adam çıkmaz” diyor. Hoş, çıksa neye yarar ki; şan şöhret bu dünyalara yarasa da öbür dünyalara yaramayacağı ortada. Osmanlı zamanında sarayda divan katipliği de yapan bir tek şair Nâbî çıkmış fakat bırakırlar mı; iki hamlede itibar yerle bir.
Bir gün padişah Nâbî'ye “Haber sal ailene, gelsinler tanışalım” diyor. Anne baba yanlarına küçük oğullarını da alıp payitahta geliyorlar. Yol yorgunluğunu attıktan sonra Nâbî bunları alıp padişahın huzuruna çıkarıyor. Hasbihal esnasında padişah önünde duran meyve tabağından bir tane elma alıp utangaçlığını anasının eteğiyle gizlemeye çalışan ufaklığa uzatıyor. O da elmayı alır almaz hart diye ısırıp yemeye başlıyor. Çok görmemek lazım çocuk bu, edebi adabı ne bilsin.
Huzurdan ayrıldıktan sonra şair Nâbî kardeşini kenara çekip “He babam bak, öyle olmaz. Padişah sana bir şey verdiğinde hürmetle alır öpüp başına koyarsın, sonra da usulca koynuna sokar dışarı çıkınca yersin” diyor. Çocuk belleği unutur mu hiç; ağabeyin tembihi kafaya kazınıyor.
Bunlar sarayda birkaç gün daha geçirdikten sonra veda için padişahın huzuruna tekrar çıkıyorlar. Mutfak sorumlusu kilercibaşının az önce getirdiği yemek tepsisi de padişahın önündedir. Ürkek bakışlı çocuk padişahın hoşuna gitmiş olmalı ki, tepsideki kızarmış pilicin bir budunu koparıp çocuğa uzatıyor. Ufaklık artık işi öğrendi ya; budu önce hürmetle öpüp başına koyuyor, sonra da gayet nazik bir hareketle koynuna sokuyor.
Bir ikindi sonrası şalvarlı poşulu ağalarla Haşimiye Meydanı'nda hasır iskemleye oturup mırra içtiğimiz gün anlamıştım Urfalıların muhabbet ehli insanlar olduğunu. Geçmiş yıllarda karayolu ile hacca gidenlerin Urfa ve misafirperverlikle ilgili hafızalarında saklı mutlaka bir hikayeleri vardır. Sağ olsunlar, var olsunlar.
Altında merkeple o meydandan 1938'de Hicret Tekstil olarak dedenin başlattığı yolculuk bugün torunları Ahmet Küçük ağabeyimiz ve üç kardeşiyle Osmanbey’de Rayatex ismiyle devam ediyor. Yarınlar ne getirir, takdir nedir Allah bilir. Bu dünyada ne malın bir garantisi var, ne de imanın. Yunus’un deyişiyle insanoğlu "Bir dem gelir İsa gibi ölmüşleri diri kılar. Bir dem girer kibr evine Fir’avn ile Haman olur."
Bizler Ahmet ağabeyimizin şahsında İGİAD üyesi ve diğer bütün kardeşlerimize Allah’a ve kullara mahcubiyetten uzak, sırat-ı müstakîm üzere geçen hayır ve bereket dolu uzun ömürler diliyoruz. Selam, hidayete tâbi olanların üzerine olsun.