İnsan, yaratılışından itibaren daima bir arayış içinde olmuştur. Bu arayış, Hz. Âdem (a.s.)’in dünya hayatına adım atmasıyla başlamış ve insanlığın ortak kaderi haline gelmiştir. Kur’an’da Hz. Âdem’in yasak meyveyi yemesiyle kaybettiği cenneti yeniden kazanma çabası da bir arayış sürecidir.
“Derken şeytan, onların ayaklarını oradan kaydırdı ve içinde bulundukları yerden onları çıkardı. ‘Birbirinize düşman olarak inin! Yeryüzünde sizin için bir süreye kadar kalacak bir mekân ve bir nasip vardır’ dedik.” (Bakara, 2:36)
Bu ayet, insanın kaybettiklerini yeniden bulma arzusunu ve varoluşsal arayışını ifade eder. Arayış, yalnızca dünyevi kayıplarla sınırlı değildir; insanın hakikati, kendini ve Rabbini bulma çabası, onun en derin yolculuğudur.
Tasavvufi ve Felsefi anlayışta aradığın arandığının bir göstergesidir. Bundan dolayı arayan, arandığına götürülür. “Aradığın seni arayandır” sözü, insanın hayatında peşine düştüğü şeylerin aslında onun da peşinde olduğu gerçeğine işaret eder. Hakikati arayan, hakikat tarafından çağrılır. Mevlânâ bu gerçeği şöyle dile getirir:
“Sen düşünceden ibaretsin, geriye kalan et ve kemiksin. Gül düşünürsen gülistan olursun, diken düşünürsen dikenlik.”
Yani insanın içsel yönelimi, onun karşılaşacağı hakikati belirler. İnsan, neyi arıyorsa ona yönlendirilir.
Kur’an’da hakikati arayanların, hakikat tarafından yol gösterildiğine dair pek çok ayet vardır:
“Bizim uğrumuzda çaba gösterenleri elbette yollarımıza eriştireceğiz. Şüphesiz Allah, iyilik yapanlarla beraberdir.” (Ankebût, 29:69)
Bu ayet, samimi bir çabayla hakikati arayanların, doğru yola yönlendirileceğini gösterir. İnsan, hakikati ararken yalnız değildir; çünkü arayışın kendisi, ilahi bir çağrıdır.
“Ey mutmain nefis! Razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine dön.” (Fecr, 89:27-28)
Burada insanın hakikate ulaştığında içsel huzura erişeceği vurgulanır. Kendi özünü ve Rabbini arayan, sonuçta Rabbi tarafından kabul görür ve ona yönlendirilir. İnsan fıtri olarak bu dünyaya sadece hakikati aramak için gelmiştir.
Allah(c.c) kutsi bir hadiste şöyle buyurur:’’ Ben bilinmez bir cevher idim. Bilinmek istedim Alemi yarattım’’ Bütün arayışlar insanı Rabbine götürür götürmelidir. Eğer bir arayış insanı Allahtan uzaklaştırıyorsa o arayışda hikmet tecelli etmemiştir. O arayış güdüktür.
Mecnun’un Arayışı: Leyla mıydı, Mevlâ mıydı?
Mecnun zahiren Leyla’yı arar gibi görünse de, hakikatte Mevlâ’yı aradığını ancak Leyla’yı bulduğunda fark eder. Onun aşkı, dünyevi bir sevgiden ilahi aşka dönüşmüştür. Bu durum, insanın dünyevi arayışlarının hakikatte ilahi bir arayış olduğuna işaretidir.
Hz. Yakup’un, Hz. Yusuf’un ardından duyduğu özlem de zahiren oğluna duyulan bir hasret gibi görünse de, hakikatte Mevla’ya duyulan bir özlemin yansımasıydı.
“Ben, Allah tarafından sizin bilmediklerinizi biliyorum.” (Yusuf, 12:86)
Bu ayet, Hz. Yakup’un oğlunun yokluğunda aslında ilahi bir kaderi sezdiğini ve hakikatin peşinde olduğunu gösterir.
Kerbela Parçalanmış hakikatin künhüne vakıf olma ve parçalanmış hakikat arasında hakkı bulma savaşıdır. Kerbela’da Hz. Hüseyin ve beraberindekiler, kaybolan hakikatin izini sürerken şehit oldular. Onların arayışı, yalnızca adalet arayışı değil, ilahi hakikate ulaşma çabasıydı. Arayış, bazen can pahasına gerçekleşir. Nihayetinde insan, hakikat yolunda yürüdüğünde asıl varoluşuna aradığına ulaşır.
Felsefi ve Tasavvufi Bir Perspektif: Arayan da Aranan da Sensin
Felsefe tarihine baktığımızda, insanlığın daima hakikati aradığına şahit oluruz. Ancak, arayanlar aynı zamanda aradıkları tarafından da aranır. Kimi bunu fark eder aradığını bulur. Kimi de aradığını bulduğunda kaybeder. Avam dilinde buna ‘’arayan mevlasınıda bulur. Belasınıda…’’ derler.
Ruh bedendeki arayışını ölümde bulur. Ölüm ruhun hakka teslim olmasıdır.
Arayış yönü kadına olanın kıblesi kadın olur. Arayış yönü hakka olan kadınla ancak mutmain olur.
Neyi aradığını bilmeyenlerin, hikmetten, marifetten, adaletten ve hakikatten nasiplenmediğini insanın arayış ve varoluş tarihi bize göstermektedir. Hakikati arayanlar ise, Onun tarafından bulunurlar.
Bu noktada Mevlânâ’nın şu sözleri anlam yüklüdür.
“Sen, aşkı arıyorsun ama bil ki aşk da seni arıyor.”
Kişi, kendi içindeki boşluğu doldurmaya çalışırken aslında özüne dönme çabası içindedir. Yunus Emre’nin şu dizeleri, bu gerçeği veciz bir şekilde ifade eder:
"Beni bende demen, bende değilim;
Bir ben vardır bende, benden içeri."
Varoluşun Hakikati: Kendini Bilen, Rabbini Bilir
Tasavvufta, insanın hakikati arayışı aslında ilahi bir çağrıdır. Çünkü insan, fıtraten Allah’ı arayan bir varlıktır. Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurur:
“Kendini bilen, Rabbini bilir.”
Bu, insanın kendi özünü idrak ettiğinde, hakikatin de ona açılacağını ifade eder. İnsan, kendi nefsini tanımadan hakikati tam anlamıyla kavrayamaz. Hayatın çekim yasası da bunu bize göstermektedir. Neyi arıyorsan, O da seni arıyordur. Hayatta neyin peşine düşersen, o da seni bulmaya çalışıyordur. İnsan, hangi niyetle hareket ederse, evren de ona uygun olayları karşısına çıkarır. Bu durum, kaderin ve çekim yasasının bir yansımasıdır
Bütün arayışlar Mutlak hakikate varmak olduğu halde ve Hz. Peygamber(s.a.v)’in hadislerinden anladığımız kadarıyla hakikati ikame etme ve hakkı bulma noktasında yolda olmak, aramak, çabalamak, ilim, bilim ve Allaha kul olmak marifet…
İman ettiğimiz gaybi ve manevi alemle mahiyetine vakıf olamadığımız ruhun Rabbine yükselmesiyle ölümle aramızdaki perdeyi kaldıracaktır. Bütün peygamberlerin anlatmakla görevli oldukları hakikat ortaya çıkacaktır.
Bu arayışın nihai sonucudur.
"Ezeli sırları ne sen bilirsin ne de ben.
Bu muammalı harfi ne sen çözebilirsin ne de ben.
Perde arkasında bir sen, bir ben dedikodusu var.
Perde kalktığında ne sen kalırsın ne de ben..."
Arayışın sonu, kavuşma anıdır. İnsan, Rabbini ararken aslında kendisini de arar. Ve nihayet, perde kalktığında hakikatin özüne ulaşır.
Bu bağlamda, insanın arayışı tesadüfi değildir; onun varoluşsal bir gereğidir. Çünkü "Arayan, arandığına götürülür."