Seni kollarıma verdiklerinde küçücüktün; bakışların donuk, rengin birazcık soluktu. Benim için zor olmadı; ufak dokunuşlarla kendine gelmiştin. Tebessüm bahçesini andırıyordu; sevimli bir görünüme kavuşmuştu çehren.
Doğumunu hatırlamıyorum; o heyecanı yaşamak bana nasip olmadı. Halbuki o masada olmayı ne kadar çok arzu ederdim. Olsun... Benim için sen Üstad'ın Büyük Doğu'su, Mona Rosa’nın Diriliş'i, Yedi Güzel Adam'ın Mavera’sıydın. Kapıkulu olduğumun farkındaydım; fakat gönül bu, padişah için şehzade ne ise sen de benim için oydun.
Dalları ve yaprakları ile köklü bir ağacı gagasıyla yerinden söküp gökyüzüne yükselen minik beyaz güvercinle mesaj veriyordun kardeşlerimize; inanırsan her şey "Sana teslim olacak!.." diye haykırıyordu sesin. İçinde gizlediğin cevherin farkındaydık; dürüstlük, adalet, hakkaniyet, birlik, beraberlik, kanaat, azim, cesaret ve kısaca örnek tüccar olmanın yollarını gösteriyordun çizgilerinle bize.
Göze gelmiş büyümüştün; kısa sürede kabına sığmayan genç bir delikanlı oluvermiştin. Ziyaretlerimizde adeta ayrılmaz bir parçamız gibiydin. Kendimizi anlatmakta zorlandığımız anlarda anında devreye girip bizi tanıtıyordun resmi zevat ile akademisyenlerimize. Takdir dolu bakışlarla süzüyorlardı seni. İftihar kaynağımız olmuştun; onur duyuyorduk seninle.
Geziler, ziyaretler, panel, konferans ve seminerler, müzakere toplantıları, iftar, piknik, eğitim ve atölye çalışmaları... Kısaca bize dair haberlerin hepsi sendeydi. “Helal kazancın adil bölüşümü” için "Asgari Geçim Ücreti"nin en az ne kadar olması gerektiğini hatırlatıyordun senede bir işverenlerimize.
Sermaye sahipleri ilk defa senden duyuyordu “Hak eksenli bir iş hayatı”nı. "Ahlâk" müslüman iş adamlarının markası olmalı diyordun. İş birliğinin mükemmelliğine vurgu yapıyordun kafamızı patlatırcasına. Küçücük olsun benim olsun değil, "Büyük olsun, bizim olsun!.." sloganıyla ortaklığı teşvik ediyordun girişimcilerimize.
Bazen geçmişten günümüze ahlâk köprüsü olan numune-i imtisal asırlık çınarlarımızın hatıralarından örnekler veriyor; soğuk kış geceleri kasabaya uğrayacak son trenden inmesi muhtemel yabancı bir yolcunun kapısını çalabileceği "Işığı yanan evler"le çıkıyordun karşımıza. Bazen de bizim Miskin Yunus, Karacaoğlan ve "Tut atalar sözün kalb-i selim ol" diyen Nedîm gibi şairlerimizin dizeleriyle dokunuyordun kalbimize.
Kavga dövüş, kahkaha muhabbet derken üç yılın sonunda "Bu kadar yeter!" dediler... Haksız sayılmazlardı... Öyle ya eşyanın tabiatı bu, değişim kaçınılmazdı. Köhne bir medresede ömür boyu sadece emsile, bina, avamil ile nereye kadar?.. Vakti zamanı geldiğinde rahle de değişmeli, yırtık kaplı kitap ile kisve de... O gün sana ait ne varsa tıka basa bir CD'ye yükledik; arkalarına bakmadan alıp götürdüler.
Yıllar yılları kovaladı; koyduğum kırmızı tuğlalar toprak altında kaldı. Bir rüyaydı geçti gitti, hepsi birer mazi oldu. Bazen diyorum boşver, her şey geçer. Hayat bu, bazen ağıt bazen sükutla geçer. Gönüllere şenlik olan muhabbet kalır baki. Bir gün gelir musallaya, helalleşir o da geçer.