Yusuf YAVUZYILMAZ

Tarih: 22.12.2024 15:20

GELENEK VE MODERNİTENİN BASKISI ARASINDA DİN

Facebook Twitter Linked-in

Toplumsal yaşamdan, siyasetten, eğitimden, hukuktan çekilmiş bir din, hayata müdahil olma imkanını kaybetmiştir. Hayata müdahil olmayan bir din, ahlaki olma özelliğini de kaybetmiştir. Çünkü ahlak toplumsallık içinde insan ilişkilerini düzenleyen kurallar toplamıdır. Ahlaki özelliğini kaybetmiş bir dine mensup olanlar, ibadet anlayışını da büyük ölçüde dejenere edip dönüştürmüşlerdir. İbadetler, ahlaki, irfanı içeriğini kaybetmiş, insanı dönüştürmeyen geleneksel bir ritüele dönüşmüştür. Böyle bir dini anlayışın egemen olduğu toplumda namaz kılan ancak verdiği sözde durmayan, oruç tutan ancak yolsuzluk yapan, hacca giden ancak borcunu ödemeyen insanların çoğalmasına şaşılmamalıdır. İbadet ile ahlak arasına mesafe koyan bu durum insanları suç işlemeye teşvik eder. Buna bir de kutsal sayılan gecelerde bütün günahların affedileceği beklentisi eklenince kişiler kolaylıkla suç işlemektedirler. 

Öte yandan iman ve amel ilişkisi kesilince, ortaya ne kadar suç işlerse işlesin imana zarar vermeyeceği anlayışı çıkar. Böyle bir anlayış sorumluluğu ortadan kaldırır ve çarpık bir din anlayışı ortaya çıkar. Ali Şeriati'nin dediği gibi, "Eğer bir din yetimi korumuyor, kimsesizce sahip çıkmıyor, ezilenlerin sesi ve soluğu olmuyorsa yalandır ve afyondur. Bunlar olmadan kılınan namaz, tutulan oruç, gidilen hac, kesilen kurban, ihya edilen kandil geceleri, ziyaret edilen türbeler vesaire... Ebu Cehil'in hacılara şu verip de yetimi ve yoksulu görmemesi gibi yalandır, afyondur. "

Ne yazık ki, Türkiye'nin geleneksel dini anlayışı da resmi anlayışı da bir hayli sorunludur. Bu noktada, dini asli kaynaklara götürecek ve tarihsel tortulardan kurtaracak önemli bir dönüşümün yaşanması gerekmektedir. Kuşku yok ki, bu dönüşüm büyük bir entelektüel çaba gerektirmektedir. Bu dönüşümün önünde iki büyük engel vardır:

1- Geleneksel muhafazakarlaşmış din anlayışı

2- Dini değerleri devletin tümüyle toplumsal hayatın ise olabildiğince dışına itmek isteyen laiklik ve sekülerlik anlayışı.

İlkinin temsilcisi geleneksel dini yapılar ve cemaatler ikincisinin temsilcisi devletin resmi din anlayışıdır. Bu nedenle Türkiye'de dini değişim ve dönüşümün önünde iki önemli engel bulunmaktadır. Geleneksel dini anlayışlar, İslam ile sorunlu değerleri İslam’ın içine sokmuşlardır. “İslam batıl inançlara karşı çıkmış ve o dönemin dünyasındaki geniş bir sahayı boş inanışlardan ivedilikle temizlemiştir. Din ile batıl inançlar arasına belirgin bir çizgi çekmiştir. Fakat batıl inançlar, birçok Müslümanın kalbinde ve evinde kendisine rahat bir sığınak bulmuş; sonrasında ise muska vb. şeylerin zuhuruyla tam anlamıyla bir din ticaretine dönüşmüştür. Eğer din batıl inançları ortadan kaldırmazsa, batıl inançlar onu ortadan kaldırır.”

(İslami Yeniden Doğuşun Meseleleri, Aliya İzetbegoviç, s. 24) Geleneksel dini anlayışlar din ile aynı kavramsal sistemi kullanmalarına karşın içeriklerini değiştirip dönüştürmüşlerdir. Bu durum aynı kavramsal sistemi kullanan iki farklı din anlayışını oluşturmuştur. 

Dolayısıyla sahih İslam'a dönüş hem geleneksel dini yapıları, hem de dine laik ve seküler temelde yaklaşan Cumhuriyet elitlerini rahatsız edecektir. Dolayısıyla dini ihya edip yenilemek amacında olanlar her iki yapının da hedefinde olacaktır. 

Geleneksel dini yapılar da, dini, laiklik ve sekülerlik temelinde anlayan Cumhuriyet modernleşmesi de, kendi anlayışlarını temel alarak ona uygun bir din anlayışı oluşturmak istemişlerdir. Bunun birinci kurumu tarikatlar, ikinci kurumu DİB'dır. Dini, kendi doğal yatağında akıtmak için, geleneksel yapıların ve devletin egemenliğinden kurtarmak gerekir.

Dini sadece formel ibadet alanı ile sınırlayıp, ahlak, siyaset, hukuk, eğitim ve toplumsal yaşamla ilişkisini kestiğinizde ortaya ruhbanlığın çıkması kaçınılmazdır. Dini yenilemek için geleneğin sağlıklı bir eleştiri süzgecinden geçirilmesi gerekmektedir. Garaudy’nin ifadesiyle "Kendi geleneğinin donup kemikleşmesiyle mücadele etmek zorunda kalan bir adamın yazdığı gibi, 'ataların ocağına sadık kalmanın, o ocağın küllerine sımsıkı sarılmak değil, onun alevini aktarıp ilerlemek olduğunu' hatırlayalım." (21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi, Roger Garaudy, Timaş Yayınları, sh.55)

Öyle görülüyor ki, bir tarihsel dönemde üretilen bir çözüm, ileri tarihlerde sorun oluşturabiliyor. İçtihadın sürekliliği bundan dolayı çok önemlidir. Tarihsel bir duruma cevap olarak üretilen içtihadi çözüm, toplumsal durum ve zaman değiştikçe yenilenmeyi gerektirir. Yeni zamanlarda ortaya çıkan sorunlara eski ve farklı zamanlarda üretilen çözümlerle cevap veremeyiz.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —