Her şey Davos’ta başladı. 29 Ocak 2009 tarihinde İsviçre/ Davos’ta düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu toplantısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e attığı fırça, Türk Diplomasi Tarihi açısından bir milat olmuştur. İsrail devlet olarak 1948’den bu yana böyle bir fırçaya muhatap olmamıştı. Bu öyle bir fırçaydı ki muhataplarından daha ziyade bizdeki monşerlerin korkudan dilleri tutuldu. Konuşabilenler: “Eyvah mahvolduk, şimdi bittik, bir daha kimse bizi adam yerine koymaz, muhatap almaz.” diyordu. Görüldü ki Davos’tan bu yana bölgede Türkiye’ye rağmen oyun çevirmek pek de mümkün değildir.
Davos olayından sonraki bütün Ramazan ayları Filistin, Kudüs, Mescid-i Aksa ve Gazze için sıkıntılı geçmiş, adeta bayramlar Müslümanlara haram edilmiştir. Davos’taki fırçanın intikamı bölge insanından ve Türkiye’den alınmak istenmiştir. Dünyanın hiçbir yerinden yardım alamayan Gazze, dünyanın bütün zalimlerinden yardım alan İsrail karşısında bebek şehitleriyle birlikte varlık ve iman mücadelesi vererek dimdik ayakta durabilmeyi başarmaktadır. İki saatlik işi var denilen Gazze, sadece işgalci İsrail’e karşı mı direniyor? Görüyor musunuz her türlü askeri imkânını İsrail’in emrine veren Amerika, Gazze’yi yenemiyor. Hitlerin soykırımının utancıyla İsrail’den desteğini esirgemeyen Almanya, Gazze’yi yenemiyor. Kuzeyin şeytanı İngiltere ve kuyruğu Fransa Gazze’yi yenemiyor. Rusya ve Çin, Gazze’nin işgali karşısında cılız tepkileriyle insanlık adına iyi bir sınav verememişlerdir. İsrail’e teklifsiz destek olan ABD’nin ve yardakçılarının itibar kayıplarını kıs kıs gülerek izlemektedirler. Dünyanın beşli çetesini oluşturan ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere insanlığın iyiliğine olacak hiçbir işe olumlu yaklaşım göstermemişlerdir. Ne hazindir ki bu çetenin vatandaşları, insanlık adına devletlerinin fersah fersah önünde olup Gazze’nin şanlı direnişinin yanında yer almışlardır. Duamız odur ki: “Rabbimiz, iman nimetini onlara da ikram eylesin.” Bugün dünyanın büyük şeytanı Amerika ve avenesi/ yardımcıları ateşkesten, barıştan bahsediyorlarsa bu insan olduklarından değil; başaramadıklarından ve Gazze’ye diz çöktüremediklerindendir.
İsrail’in ve yardakçılarının hedefi görünürde Gazze olsa da gerçekte asıl muhatap Türkiye’dir. Özellikle Ukrayna-Rusya arasındaki savaşta her türlü tahriklerine rağmen insancıl duruşunu bozamadıkları Türkiye’nin varlığı, Batı’yı ister istemez rahatsız etmiştir. Yıllar yılı NATO müttefikiyiz palavralarıyla yanlarında uslu çocuk gibi tuttukları, tutmak istedikleri Türkiye, artık eski Türkiye değildir. Yanlışa yanlış, doğruya doğru diyebilen bir Türkiye, gerektiğinde “hayır” diyebilen bir Türkiye, “dünya beşten büyüktür” diyebilen bir Türkiye, daha adil bir dünya mümkündür diyebilen bir Türkiye elbette rahatsız ediyor. Irak’ı, Suriye’yi ve İran’ı karıştırmak istemeleri sıradan ve adı geçen ülkelerin sınırlarıyla ilgili bir heves değildir. Hedeflerinin ve heveslerinin merkezinde bir türlü dize getiremedikleri, kendisine biçilen uydu rolünü kabul etmeyen bir Türkiye vardır. Kurtuluş Savaşı işgalcilerini hatırlayalım. Rusya, Ermenistan, Fransa, İtalya, Yunanistan ve İngiltere. Bitirdik dedikleri Osmanlı bakiyesi Türkiye, bu zalimlere Anadolu’da pabuç bırakmamıştır. İşgalci zalimleri Gazze’deki çocuk şehitler kadar şehit vermeden bu topraklardan gönderdik. Fakat onlar olaya şöyle baktılar. Osmanlının Orta Doğu topraklarını Sykes-Picot Anlaşması[1] ile bölenler, Lozan’la da bizi Anadolu’ya hapsettiler. Bu öyle bir hapis ki dünyada ne olursa olsun Türkiye asla karışmayacak, sesini dahi çıkartmayacaktı. Cumhuriyeti ilan edince bağımsız devlet kurduğumuzu zannettik. Öyle olmadığını 27 Mayıs 1960 Darbesi’nde, 12 Mart 1971 Muhtırasında, 12 Eylül 1980 Darbesinde, 27 Nisan 1997 e-Muhtırasında ve 15 Temmuz 2016 Hain Darbe girişiminde gördük. Darbeciler, Batı tarafından “Bizim Çocuklar” şeklinde isimlendiriliyorsa hangi bağımsızlıktan bahsedilebilir? Bizim millet olarak asıl istiklal mücadelemiz, 15 Temmuz 2016 Hain Darbe Girişimi’nden sonra başlamıştır. Düşmanın asla uyumadığını bilen devletimiz, varlık mücadelesini Savunma Sanayiindeki çalışmalarıyla vermektedir. Sınırı olmayan bu mücadele bitimsiz olarak devam edecektir. Anadolu’da ayakta kalmak her milletin harcı değildir. Malazgirt’te mayalanan bu kutlu dava ilelebet payidar olacaktır.
Elbette Türkiye’mize dünyaya örnek olacak, parmak ısırtacak insanca ve onurlu duruşun bedeli ödettirilmek istenmektedir. 2009’dan bu yana Batı’nın PKK’ye olan desteği katmerlenerek artmıştır. Güneyimizde bir Teröristan devletinin kurulması gayretleri silahlı kuvvetlerimizin pençesine maruz kalmış, bu durum onları çıldırtmıştır. Zalimliklerinden vazgeçmeyen ABD, Yunanistan’da üstler kurmuş, aklınca Türkiye’yi kıskaca almak istemiştir. Demek istiyor ki, Türkiye yalvarsın ‘aman ağabey ben ettim sen etme’ desin. Kendilerince yapmak istedikleri ekonomik darbeler, bekledikleri sonucu vermemiş, seçimlere müdahil olmak istemişler, hevesleri kursaklarında kalmıştır. Batı kendince bizimle mücadeleden asla vaz geçmeyecektir. Ne onlar vaz geçecek ne de biz vaz geçeceğiz. Onlar Gazze’de tepinmeye devam edip Vietnam’ın akıbetine uğrayacaklardır. Zalimler için yaşasın cehennem.
[1] Sykes-Picot Anlaşması, I. Dünya Savaşı sırasında, 29 Nisan 1916'da Kût'ül-Amâre Kuşatması sonrasında İngiliz kuvvetlerinin Osmanlı Devleti'nin 6. Ordusu karşısında bozguna uğramasından 17 gün sonra, 16 Mayıs 1916 tarihinde Britanya ve Fransa arasında yapılan ve aynı yılın Ekim ayında Rusya tarafından onaylanan, Osmanlı Devleti'nin Orta Doğu'daki topraklarının paylaşılmasını öngören gizli antlaşmadır.