15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra gündeme gelen “FETÖ’nün siyasi ayağı” tartışmaları, son zamanlarda artmaya başladı. Bu tartışmayı, politik polemiklerden biri olarak değerlendirmek yanlış olur. Muhalefet cephesinin koro halinde bunu dile getirmesi tesadüf olamaz. Bu kavramı tedavüle sürenlerin ve gündemde tutmaya çalışanların amacı deşifre edilmezse, bugün FETÖ ile mücadele edenler, yarın FETÖ’nün siyasi ayağı olmakla suçlanabilir. FETÖ’nün siyasi ayağı tartışmasını tedavüle sürenlerin, FETÖ’nün siyasi ayağını ortaya çıkarmak gibi bir derdinin olmadığını, bunu dile getirenlerin, FETÖ’ye en fazla destek verenler olduğunu herkes biliyor. Ancak herkesin bilmesi, “darbelerin kaç ayağının olduğunu, bu ayakların amacının ne olduğunu, bu darbelerin siyasi ayağının kimler olduğunu, 15 Temmuzda darbe teşebbüsünde bulunan FETÖ’nün kaç ayağının olduğunu, bu ayakların hangilerinin deşifre olduğunu, hangilerinin deşifre olmadığını, FETÖ’nün siyasi ayağının kimler olduğunu” sormamıza engel teşkil etmiyor. Bu soruları cevaplandırdığımızda, hem FETÖ’nün siyasi ayağının kimler olduğu hem de bu tartışmayı tedavüle sürenlerin amacının ne olduğu ortaya çıkacaktır.
“FETÖ’nün siyasi ayağı” denildiğinde, bu mefhum zihnimizde, FETÖ’nün askeri ayağını, FETÖ’nün emniyet ayağını, FETÖ’nün yargı ayağını, FETÖ’nün işadamı ayağını, FETÖ’nün üniversite ayağını, FETÖ’nün STK ayağını, FETÖ’nün medya ayağını, vs. çağrıştırıyor. Devletin kılcal damarlarına sızmayı, örgütlenmesini tamamladıktan sonra (darbe dahil) devleti ele geçirmeyi amaç edinen bir örgütün, (orduda, emniyette, yargıda, medyada, iş dünyasında, üniversitelerde, vs.) birçok ayağının olması tabiidir. Askeri darbe yapmaya planlayanlar, devlet kurumlarının yanında, toplumun farklı kesimlerinin desteği olmadan bu amaca ulaşamayacaklarını çok iyi bildiklerinden, birçok kesimin desteğini almaya çalışırlar. Türkiye’de gerçekleştirilen (başarıya ulaşan) çok sayıda darbe ve darbe teşebbüsü tecrübesi, darbe ve darbe teşebbüslerinde, birçok kurumun ortaklaşa (dayanışma içinde) hareket ettiğini gösteriyor. 28 Şubat darbesine adını veren 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvernlik Kurulu toplantısından 3 gün önce yapılan açıklamalar, bu darbenin aktörlerinin nasıl bir dayanışma içinde hareket ettiklerini göstermektedir. Oramiral Güven Erkaya, 25 Şubat 1997 tarihinde “Yıllardır, devletin geleceği için birinci tehdit PKK terörü idi. Ancak güvenlik güçleri görevini yaptı ve PKK olayı kontrol altına alındı. Aşırı dinci akımlar ise bugün, PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline geldi. Tehlike üç boyutludur. Laik Cumhuriyet’e, çoğulcu, demokrasiye ve sosyal hukuk düzenine yönelik tehlike.” Mesut Yılmaz: “Hükümet Cumhurbaşkanı’nın çarşaf çarşaf yayınlanan uyarılarını anlamayacak kadar gaflet içinde. Koskoca tankları göremeyecek kadar kör. TSK, Sincan benzeri bir uyarıyı 28 Şubat’taki MGK’da yapacak.” Darbelerin amacı devletin yönetimine el koymak olduğundan, en küçük ayrıntıların bile dikkate alındığı kapsamlı bir planı ve bu planda görevlendirilecek binlerce kişi gerekmektedir.
Darbelerin ayakları
Darbenin en önemli ayağı, darbe yapılmasını isteyen, planlayan yabancı ülkedir. Türkiye’deki darbelerin tamamı, ABD tarafından gerçekleştirilmiştir. Sadece Türkiye’deki darbeleri değil, diğer ülkelerdeki darbeler de ABD’nin parmağı vardır. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’ tarafından hazırlanan raporda, dikkat çekici ifadeler yer almaktadır: “1950’lerde tüm NATO ülkelerinde komünizm tehlikesine karşı CIA tarafından özel harp daireleri kurulmuş. ABD çıkarlarına uygun olarak özel eğitim programları düzenlemiştir.” Raporda, İngilizce sınavından geçen Türk subaylarının ABD’de özel harp kurslarına katıldığı vurgulanarak şöyle denilmiştir: “Bu subayların daha sona 1960 yılında gerçekleştirilen askeri darbede başrol oynadığı görülmüştür.” Tespitler doğru. Gerçekten de özel harp eğitimi için ABD’ye gönderilen 16 subayın 14’ü, 27 Mayıs 1960 darbesini gerçekleştirmiştir. (Mustafa Hilmi Yıldırım, Darbe yapanlar ve yaptıranlar, 21 Aralık 2012, Yeni Mesaj Gazetesi)
Darbenin yerel desteklerine (ayaklarına) gelince, bunların başında devlet kurumları geliyor. Bunları sıralayacak olursak, ilk sırada hiç kuşkusuz ordu, ikinci sırada emniyet/istihbarat/Terör suçları, üçüncü sırada yargı, dördüncü sırada kamu yöneticileri, beşinci sırada üniversiteler geliyor. Burada, bütün darbe planlarının ordu üzerinden yapıldığını, ordunun doğrudan veya dolaylı olarak destek vermediği hiçbir darbe teşebbüsünün başarılı olma şansının olmadığını belirtmemiz gerekiyor. Darbelere devlet kurumlarının iştirak etmesi, devlet kalesinin içine sokulan Truva atıyla, kalenin içeriden fethedilmeye çalışıldığı anlamına geliyor. Bu kurumların içinde darbeye itiraz edecek, hatta direnecek kişiler her zaman olmuştur. Darbeciler bu kişileri önceden belirleyip, harekete geçtikleri anda ilk olarak onları etkisiz hale getirmeye çalışıyor. Darbenin ikinci ayağı, medya olmuştur. Medya desteği olmadan darbelerin başarılı olması mümkün değildir. Darbenin üçüncü ayağı siyasettir. Bazı siyasi partilerin desteği olmadan darbenin başarılı olma ihtimali yok denecek kadar azdır. Darbelerin dördüncü ayağı sermayedir. Darbeyi gerçekleştirecek olanların maddi desteği ihtiyaçları vardır. İş adamlarının bir kısmı bu ihtiyacını karşılar. Darbe başarılı olduğunda, darbecilere verdikleri desteklerinin karşılığı kendilerine fazlasıyla ödenir. Darbenin beşinci ayağı bazı STK’lardır.
Siyasi tarihimizde, 1960 darbesini, 1980 darbesini, 28 Şubat darbesini, 15 Temmuz darbe teşebbüsünü incelediğimizde, bu darbe ve darbe teşebbüslerinin hepsinde, yukarıda saydığımız ayaklarının olduğunu görürüz. Bu ayakların yukarıda saydığımız darbelerdeki katkıları bu yazımızın konusu değil. Merak edenler, bu darbelerdeki ayakları araştırabilir, öğrenebilir. Bu konunun bizi ilgilendiren yanı, 15 Temmuz darbe teşebbüsünü gerçekleştiren FETÖ’nün de, ordu, emniyet, yargı, medya, işadamı, siyaset, üniversite, STK ayağının olduğudur.
Darbelerin alt yapısının hazırlanması
Darbe, organize suçların başında gelmektedir. Banka soygunu yapacak olanlar bile, defalarca keşif yapmakta, güvenlik görevlisi sayısını, karakollara mesafesini, kaçış yollarını araştırmakta, buna göre plan yapmaktadır. Darbe suçunun hazırlık hareketleri, çok daha uzun bir zamana yayılmakta, bazen yıllarca sürmektedir. 1960 darbesinin fitili, 1957 seçimlerinden sonra ateşlenmiştir. Ordu içindeki genç subaylar, ana muhalefet partisi, öğrenci hareketleri, medya desteğiyle üç yıl içinde şartlar olgunlaştırılarak darbeye hazır hale getirilmiştir. 1980 darbesinin hazırlık hareketleri de en az üç yıl önce başlamış, 1979 yılındaki İran devrimi, (bu devrimin bölgedeki islam ülkelerine yayılacağı endişesi) bu darbenin ana sebebi olmuştur. 1980 darbesinin taşeronu Kenan Evren, “şartların olgunlaşmasını beklediklerini” itiraf etmiştir. Kontrgerilla, terör eylemlerini tırmandırmış, terör ülke geneline yayılmıştır. Topluma, ordunun yönetime el koymasından başka bir seçenek kalmadığı mesajı verilmiştir. Şartlar olgunlaştığında ordu yönetime el koymuştur. Terör eylemleri bıçak gibi kesilmiştir. Dönemin başbakanı Süleyman Demirel, 11 Eylülde oluk oluk akan kanın, bir günde nasıl bıçak gbi kesildiğini sormuştur. 28 Şubat darbesinin hazırlık hareketleri daha uzun sürmüştür. 1989 da komünizmin çökmesi, böyle bir darbeyi zorunlu hale getirmiş, bu darbenin taşları döşenmeye, 1990 yılının başında başlamıştır. Bu darbenin önünde en önemli engel Refah Partisi olduğundan, bu partinin oylarının düşmesi beklenmiş, 1995 seçimlerinde birinci parti olmasıyla, harekete geçilmiştir. Refah Partisi genel başkanı Necmettin Erbakan’ın seçimlerden önce, “bizi iktidara itiyorlar” sözleri somut verilere dayanıyorsa, darbe planının seçimlerden önce uygulamaya konulduğunu kabul etmemiz gerekiyor. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün hazırlık hareketleri de, FETÖ’nün, devletin içinde onlarca yıl süren örgütlenmesi kadrolaşması örgütün istenen seviyeye ulaşmasını takiben 17 Aralık 2013 te başlamış, 15 Temmuz 2016 tarihine kadar sürmüştür. Bu darbelerin hazırlık hareketleri, darbenin tüm ayaklarının darbeye hazır hale getirilmesi (darbeye onay vermeyeceği tespit edilenlerin, tasfiye edilmesi) anlamına gelmektedir.
Bundan önceki darbelerin siyasi ayağı
Bundan önceki darbelerde, bu darbelerin siyasi ayakları, FETÖ’nün siyasi ayağı konusunda da bize fikir verebilir. Burada, siyasi tarihimizdeki, 1960, 1980, 28 Şubat darbesiyle, 15 Temmuz darbe teşebbüsünü birbirinden ayırmamız gerekiyor. Bu darbelerin ve 15 Temmuz darbe teşebbüsünün patronu aynı olsa da, taşeronlarında farklılıklar var. 15 Temmuzdan önceki (1960, 1980, 28 Şubat) darbeler, askeri vesayetin beyin kadrosu, kontrgerilla tarafından gerçekleştirildi. Ak Parti iktidarına kadar, efendilerinin her istediğini yerine getiren, üç darbe gerçekleştiren bu yapı, (2002 yılında) Ak Parti iktidara geldikten sonra başarılı olamadı. Ak Parti’yi devirmeye, iktidardan uzaklaştırmaya yönelik bütün planları başarısızlıkla sonuçlandı. Ak Parti aleyhine açılan kapatma davasından sonuç alamamaları, (üst kurullara yapacağı atamalarla askeri vesayetin sürekliliğini sağlayan) Cumhurbaşkanlığı’nın Ak Parti’nin eline geçmesine engel olamamaları, bu yapının sonu oldu.
ABD/CIA, devlet içindeki cuntanın liderliğini, “ben devletin bütün kurumlarına sızdım, bu işi yargı eliyle, bu olmazsa darbe ile ancak ben yaparım” diyen FETÖ’ye verdi. Cuntanın liderliğinin FETÖ’ye devredilmesiyle, bir önceki darbenin (28 Şubat) aktörleri, baypas edildi, 15 Temmuz darbe teşebbüsünde FETÖ kadrolarına görev verildi. FETÖ’nün cuntanın önde gelen isimlerine yönelik Ergenekon operasyonlarının, bazı askerlerin çekimser kalmasında etkisi olduğunu belirtmek gerekir. Cuntanın liderliğinin değişmesi, FETÖ’ye geçmesi, darbenin ayaklarında hiç bir değişiklik yaratmamıştır. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün hazırlık hareketleri yıllar önce başladığı ve Ergenekon olarak bilinen yapının darbe hazırlığından haberleri olmasına rağmen, hükümete ve adli mercilere “darbe ihbarında” bulunmamışlar, 15 Temmuz akşamı FETÖ harekete geçtiğinde, bir tanesi bile bunları engellemeye çalışmamış, izlemekle yetinmişlerdir. Ömer Halisdemir’in, Zekai Aksakallı’nın talimatıyla darbeci tuğgeneral Semih Terzi’yi öldürmesi münferit olaylardan biridir. Siyasi tarihimiz, 15 Temmuz akşamı, FETÖ’nün kumpasına maruz kalan yüksek rütbeli subayların sessiz kalarak (pasif) destek verdiğini yazacaktır.
Devlet içindeki cuntanın liderliğinin el değiştirmesi, Ergenekon olarak bilinen yapıdan FETÖ’ye geçmesi, darbenin siyasi ayağında değişiklik getirmediğini görüyoruz. 1960 darbesinin siyasi ayağı, tartışmasız CHP olduğunu, tarihi gerçekler ortaya koyuyor. 1980 darbesi, belli bir partiye karşı (Demokrat Parti/1960, Refah Partisi/28 Şubat) yapılmadığı için, siyasi ayağa ihtiyaç duyulmadı. 28 Şubat darbesi, Refah Partisi ve DYP’ye karşı yapıldığından, muhalefet partilerinin dayanışma içinde hareket etmesi söz konusu olmuştur. Bu dönemde, Mesut Yılmaz ve Ecevit figürü ön plana çıkmaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden önce, FETÖ’nün uygulamaya koyduğu 17/25 Aralık operasyonuna desteğin öncülüğünü CHP yapmıştır. CHP’nin belirlediği siyasetin, (bundan önceki darbelerde olduğu gibi) ABD’nin talep ve beklentileriyle örtüşmesi,dikkat çekmektedir. Bundan önceki darbeler ve 15 Temmuz darbe teşebbüsü dikkate alındığında, darbenin siyasi ayağının, muhalefet cephesindeki siyasi partilerden, bu partilerin içindeki siyasetçilerden oluştuğunu görüyoruz.
FETÖ’nün ayakları
Yukarıda açıklandığı üzere, FETÖ’nün birçok alanda ayağı olduğuna hiç kimse itiraz etmez. Bu örgüt, bu ayakları sayesinde örgütlenmesini tamamlamış, çok yönlü saldırıları bertaraf etmiş, bugünlere kadar ayakta kalabilmiştir. FETÖ’nün bu kadar uzun süre içinde gizliliği muhafaza edebilmesinin temeli, örgüt liderinin gizliliğe büyük önem vermesidir.
Örgüt lideri Fetullah Gülen; “Kamu kurumlarındaki örgüt mensuplarına tavsiyeleri; “Adliye, mülkiye veya başka hayati bir müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır. Bütün güç merkezlerine ulaşıncaya kadar hiç kimse varlığınızı fark etmeden sistemin ana damarlarında ilerleyin. Türkiye’deki güç ve kuvveti cephenize çekeceğiniz ana kadar her adım, erken sayılır.” (SETA Rapor, shf.22)
Bir başka konuşmasında; “Söylediklerini sır olarak saklamasını istediği başka bir konuşmasında; “Dünya firavunlar çağını yaşıyor. Toprak firavun bitirmek için pek mümbit. O öyle bir dönemde tam özümüzü bulacağımız, kıvama ereceğimiz ana kadar, dünyayı sırtımıza alıp taşıyabilecek güce ulaşacağımız ana kadar, o kuvveti temsil eden şeyleri elimize alacağımız ana kadar, Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephemize çekeceğimiz ana kadar, her adım erken sayılır. Her adım 20 günü doldurmadan yumurtayı kırma gibi bir şeydir. Civcivleri terk eden kuluçka gibi, civcivleri doluya, fırtınaya terk etmek gibi bir şeydir ve burada yapılan şeyler bunlardır. (…) Bunca kalabalık içinde, ben bu duygu ve düşüncemi sizlere sözde mahremiyet içinde anlattım. Ancak sizin mahremiyete sadık, mahremiyet hususunda hassas duygularımıza sığınarak anlattım. Biliyorum, elinizdeki meyve suları boş kutularını dışarı çıkarken bir çöp kutusuna attığınız gibi, bu düşünceleri de açık olma yanıyla çöp kutusuna atıp geçeceksiniz. Arz edebildim mi? Sırrınız sizin esirinizdir. Söylerseniz siz esir olursunuz.” diyor.
Örgüt liderinin yukarıdaki açıklamalarını dikkate aldığımızda, örgütün gizliliği bu kadar uzun süre nasıl koruduğunu anlamak daha kolay hale geliyor. 17/25 Aralık, bu örgütün maskesini çıkardığı tarihtir. Bu tarihten itibaren bu örgütün eylem işlemleri araştırılmaya başladı. Kapağı kaldırılan her dosyadan, kumpas ve yalanlar fışkırmaya başladı. 17 Aralık 2013 tarihinden itibaren birçok soruşturma başlasa da, bu örgüte yönelik en kapsamlı soruşturma ve kovuşturma, 15 Temmuzdan sonra başladı. 15 Temmuz darbe teşebbüsü, FETÖ’nün sonu oldu. Bütün ayaklarına operasyon düzenlendi, sadece 2 yılda, kamu kurumlarında, yüz binden fazla kamu görevlisinin ilişiği kesildi. Bu sayı her geçen gün artmaya da devam ediyor. Sadece kamu kurumlarında değil, ticari kuruluşlarda, STK’larda vakıf üniversitelerinde, banka sektöründe de temizlik devam ediyor. Siyasi iradenin güçlü desteği olmadan böyle bir örgütle mücadele etmenin çok zor olduğunu belirtmemiz gerekiyor.
Bu örgütün en önemli ayağı, hiç kuşkusuz ordu ayağıdır. FETÖ liderinin olağanüstü önem verdiği mücahitleri (!), 15 Temmuz akşamı suçüstü yakalanmıştır. Darbe teşebbüsünden dolayı, 272 davada, yargılanan asker sayısının 7.124 kişi yargılanıyor. Ordu içindeki FETÖ’cü subay ve astsubaylar bunlardan ibaret olmasa da, örgütün en çok güvendiği kişilerin bunların içinde olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Ankesörlü telefon soruşturmasında 13.357 asker hakkında soruşturma başlatılmış olması, ordu ayağının, 15 Temmuz akşamı görevlendirilenlerden ibaret olmadığını gösteriyor. Ankesör soruşturmasıyla birlikte, FETÖ’nün ordu ayağının önemli ölçüde deşifre edildiğini (ortaya çıkarıldığın) söylemek yanlış olmaz.
FETÖ’nün, ordudan sonra en fazla önem verdiği alan, (örgüt operasyonlarının mutfağı niteliğinde olan) emniyet ayağı ve emniyetle senkronize çalışan yargı ayağıdır. 17/25 Aralık yargı darbesi, bu örgütün emniyet ve yargıda ne kadar örgütlü olduğunu göstermiştir. FETÖ’nün Emniyet ve Yargı ayağıyla mücadele, 17/25 Aralık’ta başlamasına rağmen, bu örgütün, emniyette ve yargıda çok güçlü olması nedeniyle, 2014 yılında yapılan HSYK seçimlerine kadar beklemek zorunda kalmıştır. FETÖ, bu seçimi kazanamadığı takdirde gerçekleştirdiği kumpasların ve ihanetlerin hesabının sorulacağını çok iyi bildiği için, seçimi kazanabilmek için olağanüstü bir çaba sarf etmiştir. FETÖ’nün adaylarına oy verilmesini isteyenler deşifre olmuştur. HSYK seçimlerini takiben FETÖ soruşturmaları artmaya başlamış, 15 Temmuz darbe teşebbüsünü takiben, emniyette ve yargıda çok geniş kapsamlı bir tasfiye yapılmıştır. FETÖ’nün emniyet ve yargı ayağının da deşifre edildiğini, (ihraç, soruşturma, kovuşturma, vs.) tasfiye edildiğini söylemek yanlış olmaz.
FETÖ’nün çok önem verdiği alanlardan biri de medya olmuştur. Örgütün kendisine ait birçok TV kanalı, gazetesi, dergisi olduğu gibi, başka gazete ve TV kanallarına da örgüt mensuplarını yerleştirmiştir. 17 Aralık 2013 tarihine kadar büyük bir gizlilik içinde hareket etmiş, örgütün gerçekleştirdiği operasyonları meşru göstermek amacıyla yayınlar/haberler yapmıştır. FETÖ’nün, 17 Aralık’ta, yargı eliyle başlattığı “hükümeti düşürmek için” harekete geçmesiyle, bu örgütün (o tarihe kadar hükümetin icraatlarına destek veren) medya içindeki uzantıları da, bu operasyona (montaj görüntü ve ses kayıtlarını yaymak suretiyle) lojistik destek vermeye başlamıştır. FETÖ’ye ait medya organlarının (TV’ler, gazeteler, internet siteleri) yayın politikalarında meydana gelen radikal değişiklik, bu kurumlarda çalışan ve örgütle gönül bağı olmayanların bu kurumlardan ayrılmasına yol açmıştır.
Konumuz FETÖ terör örgütünün ayaklarını birer birer ele almak olmadığından, yukarıdaki üç örnekle yetiniyoruz. FETÖ, bütün kurumlara sızmış, az veya çok bu kurumlara örgüt militanlarını yerleştirmiştir. 17/25 Aralık operasyonuyla birlikte, FETÖ’nün bütün kurumlarında, büyük bir çözülme başladı. Örgütün devlete kafa tutması, Ak Parti’ye hasmane politika izlemeye başlaması (çeşitli şekillerde) bu yapıya destek verenler tarafından benimsenmedi. 17 Aralık tarihinden önce, tirajı 600 binin üzerinde olan Zaman Gazetesi, okuyucuların aboneliklerini iptalleri sonucunda -birkaç ayda- 30 binlere düştü. Çocuklarını bu yapının okullarına kayıt ettiren veliler, çocuklarının kaydını bu okullardan alıp başka okullara nakletti. Bu yapının vakıf üniversitelerinde okuyan çocuklarını, (ikinci kez ödeme yapmayı göze alarak) başka vakıf üniversitelerine nakletti. Bu yapının kurduğu sendikaya, dermeklere, vakıflara, kaydı olanların kahir ekseriyeti istifa etti. FETÖ, 2014 HSYK seçimlerini kaybedince, FETÖ’nün yargı içindeki uzantıları tarafından yapılmayan soruşturmalar yapılmaya başladı. Birçok FETÖ mensubu, yurtdışına kaçtı. Ak Parti’den milletvekili seçilen Hakan Şükür de bunlar arasında.
FETÖ’nün siyasi ayağı
FETÖ’nün ordu ayağının, emniyet ayağının, yargı ayağının, yönetici ayağının, finans ayağının, işadamları ayağının, STK ayağının, kimler olduğunun sorulmaması, bunların, kamuoyu tarafından bilindiğini gösteriyor. FETÖ’nün farklı kurumlardaki ayakları arasında organik bir bağ olduğunu, dayanışma içinde olduğunu belirtmem gerekiyor. FETÖ’nün, deşifre olan, açığa çıkarılan ayaklarından hiç birinin Ak Parti’yle ilişkisi olduğunun iddia edilmemesi, Ak Partinin, FETÖ’nün ayakları arasında aramanın anlamsız olduğunu gösteriyor.
2007-2010 yılları arasında devlet içindeki cuntanın liderliğini devralan FETÖ, mini operasyonlarla iktidarın gücünü ve reaksiyonunu test etmeye başladı. 7 Şubat 2012 de MIT müsteşarı Hakan Fidan’ı tutuklama, (aynı gün) Recep Tayyip Erdoğan’ı ameliyat masasında öldürme girişimi, başarısızlıkla sonuçlandı. FETÖ, 17 Aralık 2013 te, maskesini çıkarıp yargı eliyle hükümeti düşürme operasyonunun dümenine bastığında, (o tarihte MHP dahil) bütün muhalefet partileri FETÖ’nün yanında yer aldı. Bu yapının kurumlarına kayyum atandığında, bu kurumların önüne gelerek bu örgüte destek verdi. Halkın çoğunluğu, Ak Parti ve FETÖ arasında başlayan şiddetli kavgada (savaşta) Ak Parti’nin yanında yer aldığı için, 17/25 Aralık operasyonunu da, MİT tırları operasyonunu da, büyük şehirlerdeki bombalı teror eylemlerini de, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da PKK’nın hendek kazma eylemleri de başarısızlıkla sonuçlandı Uygulamaya koyduğu planların hepsi başarısızlıkla sonuçlanan ABD, büyük bir çaresizlik içinde, “darbe seçeneğini” uygulamaya koymak zorunda kaldı.
Darbe teşebbüsünde bulunan örgütlü yapının, asker, emniyet, yargı, siyaset, medya, sermaye, vs. ayakları, bu örgütün namı hesabına çalışan örgüt mensuplarından oluşmaktadır. Bu ayakların görevi, darbenin alt yapısını hazırlamak, darbeyi kolaylaştırmak, darbe başarılamamışsa, darbeye iştirak edenleri korumak, kurtarmaya çalışmaktır. FETO’nun siyasi ayağının görevi de, bu örgütün darbe yapmasının alt yapısını hazırlamak, darbe başarılı olmazsa, darbeye iştirak eden örgüt mensuplarını korumak, kurtarmaya çalışmaktır. FETÖ, 17 Aralıkta hükümeti devirmek için harekete geçtiğinde, Ak Parti’nin hiçbir desteği olmadı. Esasen, FETÖ ile mücadeleyi başlatan ve kararlı bir şekilde devam ettiren bir partinin, kendisinin iktidardan düşürülmesi için FETÖ’ye destek verdiğini iddia edilmesi komik ötesi bir durumdur.
Burada, bütün darbe teşebbüslerinin iktidarı devirmeye yönelik olduğunu, iktidarda bulunan bir partinin, (bölünerek başka bir parti kurmaları hariç) iktidarda olan partiyi devirmeye/düşürmeye kalkışmayacağı hert ürlü izahtan varestedir. Hükümeti devirmeye çalışan siyasetçilerin, muhalefet cephesinde olmaları gerekir. 15 Temmuz darbe teşebbüsü, Ak Parti iktidarda iken yapıldığına göre, bu hükümeti devirme teşebbüsünde bulunan FETO’nün siyasi ayağını teşkil eden siyasetçilerin, Ak Parti dışındaki diğer partilerde olması beklenir.
FETÖ, örgütlenme modelini, örgütün amaçlarına hizmet edecek, gelir getirecek (ticari), yardım toplayacak (yardım kuruluşları), legal/yasal kurumların yanında, büyük bir gizlilik içinde, devlet kurumlarına ve başkalarına ait kurumlara sızma şeklinde belirlemiştir. Kendisine ait kurumlarla örgütün amaçlarına hizmet edecek faaliyette bulunurken, başka kurumların içine sızdırdığı elemanları vasıtasıyla da bu amaca hizmet etmeye dayalıdır. Bukalemun gibi her renge bürünen örgüt militanları, her kuruma (medyaya, siyasi partilere) sızmayı başarmıştır. Öncelikle, Ak Partiye karşı etkili muhalefet yapabilecekleri partilerin kadrolarına sızarken, Ak Parti’ye de, dini grup ve cemaat kontenjanından sızmayı ihmal etmemiştir. Esasen FETÖ, komünist parti dahil, her partiye sızmıştır. Bu örgütün siyasi ayağını, sadece bir partide değil, “her partide” aramak gerekir. FETÖ’nün, (deşifre olmadığı, maskesini çıkarmadığı dönemde) Ak Parti milletvekili listelerine sızdığı, birkaçının milletvekili seçildiği bilinmektedir.
Ancak burada, FETÖ’nün maskesini çıkardığı (17 Aralık 2013) tarihinden önceki ve sonraki dönemi birbirinden ayırmak gerekir. FETÖ’nün, 17 Aralık’ta hükümeti devirmek için harekete geçtiğini gören Ak Parti, bu tarihten itibaren bu örgütle mücadele etmeye başlamıştır. İlk seçimde (31 Mart 2014 yerel seçimlerinde), bu örgüte yakın görünen kişileri (belediye başkanı, meclis üyesi) aday göstermemiştir. Bu uygulamayı, 2015 milletvekili genel seçimlerinde de devam ettirmiştir. Ak Parti, bu örgütle iltisakı, irtibatı olanları partiden uzaklaştırırken, diğer partilerin FETÖ’nün tasfiyesine gereken önemi verdiğini söylemek zordur. Bu örgütün kumpaslarının ve yöntemlerinin ortaya çıkmaya başladığı bu süreçte, örgütün önde gelen isimlerinden bazılarının, muhalefet partilerinde önemli mevkilere getirildiğini görüyoruz. Faaliyetlerini büyük bir gizlilik içinde yürüten ve her kılığa girmekte zorlanmayan FETÖ’nün siyasi ayağını, siyasi partilerin kurumsal yapısında değil, bu partilerin kadroları içinde aramak gerekir.
Burada, üzerinde durulması gereken hususlardan biri de, FETÖ’nün üzerinde bir gücün (efendilerinin) olmasıdır. Bu örgütün efendisinin ABD olduğu tartışma konusu değildir. ABD’nin Türkiye’deki tek müttefikinin FETÖ olmadığı da tartışma konusu değildir. ABD’nin Türkiye’de, orduda, emniyette, yargıda, medyada, akademik kadrolarda, sanayici ve işadamı örgütlerinde, sendikalarda, (FETO’cü olmayan) çok sayıda adamı/ajanı bulunmaktadır. Bu ajanlar, FETO ile müşterek hareket etmektedir. ABD, farklı siyasi çizgileri, “hükümete muhalefet” ortak paydasında birleştirmektedir. Bu durum, hükümete muhalefet edenlerden hangilerinin bu muhalefeti FETÖ adına yaptığını, hangilerinin siyasi partilerinin ideolojileri adına yaptığının tespitini zorlaştırmaktadır. Siyasi partiler anayasada, “siyasal sistemin kurucu unsurları” olarak tarif edilmiştir. Anayasanın bu açık hükmü karşısında, siyasi partilerin son derece geniş bir özgürlük alanı vardır. Amerika, FETO eliyle söyleyemediklerini, siyasi partilerin içine yerleştirdikleri adamlari/ajanlari vasıtasıyla gündeme taşımaktadır. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün hemen ardından tedavüle sokulan “Kontrollü darbe”, son günlerde gündemi daha fazla işgal eden “FETÖ’nün siyasi ayağı” bunlardan biridir.
Bu tartışma, niçin (ısrarla) gündemde tutuluyor?
Yukarıdaki değerlendirme ve tespitlerden sonra, sorunun özüne inerek, bu tartışmayı gündeme getirenlerin ve ısrarla gündemde tutmalarının amacının ne olduğunu belirlemeye çalışalım. Bu konunun daha fazla gündeme gelmesinin ana sebebinin, FETÖ yargılamaları ve bu yargılamalarda yapılan yanlışlıklar/hatalar olduğunu düşünüyorum. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra; (darbe teşebbüsünden önce) bu yapıyla iltisaki/irtibatı olanlar hakkında, soruşturma ve kovuşturma süreci başladı. Bu örgüte ait kurumlarda (ticari işletmelerde, dershanelerde, kolejlerde, üniversitelerde, medyada, katılım bankalarında, sendikalarda, derneklerde, vakıflarda, vs.) çalışanlar, üyeler, yöneticiler yargılanmaya başladı. Yürürlükteki ceza kanununa göre, “terör örgütü üyeliği için, anayasal düzeni ortadan kaldırmak amacıyla gizlice kurulan bir örgüte, bu örgütün silahlı terör örgütü olduğunu bilerek ve isteyerek örgüte girmesi, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olması, örgütün emir ve talimatlarını yerine getirmesi” “terör örgütü yöneticiliği için, yukarıdaki koşullara ilaveten, örgütün yöneticisi konumunda olması, özel bir görevi haiz olması” gerekirken, FETÖ’ye ait olan kurumlardaki kayıtlar, maaş bordroları, üye kayıtları, örgüt üyeliğinden ve yöneticiliğinden mahkumiyetler için yeterli sayıldı. Seri yargılamalar sonunda, mahkumiyet kararları verilmeye ve bu kararlar üst mahkemeler tarafından onanmaya başladı.
Mahkemelerin bu kararlarına göre, bu yapının terör örgütü olduğunu bilmeyenlerin, bilmediğini öne sürenlerin, bu yapının terör örgütü olarak bilinmediği dönemde bu yapıyla iltisaki/irtibatı, terör örgütü üyeliği ve yöneticiliği için yeterli sayılıyor ise, bu yapının dershanelerine, okullarına, üniversitelerinin açılışına ruhsat veren, arsa tahsis eden, derneklerinin, vakıflarının, katılım bankalarının, kuruluşuna izin veren, bu örgütün mensuplarını, devletin en tepe noktalarına atayan “siyasilerin de”, bu örgütün “siyasi ayağı” olarak soruşturmaya ve kovuşturmaya maruz kalması yadırganmamalıdır. FETÖ’nun siyasî ayağı ortaya çıkarılsın diyenler, tam da bunu söylüyor. FETÖ’nun devlet içinde kadrolaşmasını Ak Partinin sağladığını iddia ediyor. Muhtemel bir erken seçimde veya gününde yapılacak bir seçimde, Ak Parti’nin muhalefete düşmesi halinde, bu söylem, uygulamaya konulacak gibi görünüyor. Muhalefet partilerinin, “FETÖ’nün siyasi ayağının ortaya çıkarılmasına/tespitine” yönelik iki önergenin, Ak Parti ve MHP’nin oylarıyla reddedilmesini, Ak Parti’nin kalesine atılan bir gol olarak görüyorum. Terör suçlarında son başvuru merci olan Yargıtay bu yanlışı düzeltmezse, FETÖ ile mücadele yöntemi, ileride Ak Part’iyi vurabilir. Dünyanın her yerinde, iktidarda olan partiler kaybetmeyi aklından bile geçirmez, hep iktidarda kalacaklarını düşünür. Ak Parti de böyle düşünüyor. Ak Parti’nin, son yerel seçimde, (1994 yılından beri elinde tuttuğu) Ankara’yı ve İstanbul’u kaybetmesi, bunun imkansız olmadığını gösteriyor. FETÖ ile mücadele kapsamında yapılan, göz yumulan, küçük bir hata, bakın neleri etkiliyor?
Kaynak: Özgün İrade Dergisi