Sevgili dostum,
Biz, vuslatı ararken ayrılığın peşine düşen çocuklardık. Hep başkalarının çizdiği yollara girmiş, gösterdiği ufuklara baka baka büyümüştük. Bu yollar tekin değildi ancak bunu bilecek yaşta da değildik. Bu sebeple kâh bir kaldırımın kenarından kâh bir uçurumdan aşağı düştük. Geçmişi yaşarken bu günü anlamamış, yarınlara bağlamıştık umutlarımızı. Umut, belki de bir limanda bekliyordu. Lakin maviye olan tutkumuz bütün limanlardan uzak tuttu bizi. Bu yüzden gemimiz okyanuslarda, gözümüz ufuklarda takılı kaldı. Yüreğimiz limanlardan uzak duran gemiler gibiydi, ya da gökyüzüne küsmüş bir güvercin. Oysa denizi de gökyüzünü de biz kirletmiştik ancak bunu anlayamamıştık. Biz, daha çok uçmanın hayaliyle yaşadık, umutlarımızı güvercinlerin kanatlarına yüklememiz de bu yüzdendi belki. Uçup giden her güvercin yarım sevinçler bırakmıştı hüzünlü yüreğimize, bir de Eylül bırakmıştı kapımıza. Sararan yapraklar ise zaten hazır bekliyordu gönlümüze konmak için.
Kıymetli dost,
Nedense böyle bir zamanda öğrendik kendimize ait bir şeyimizin olmadığını. Biriktirdiğimiz yoklukları birer varlık sebebi saymakla yanıldığımızı. Eylül gelmişti ya her şey yoluna girecekti, sonuçta bahardı gelen. Yağmurun toprakla buluşmasında yayılan o büyülü koku bizi esir almıştı. Belki de bu yüzden yanı başımızdaki çölleşmiş yürekleri umursamadık. Oysa biz yağmurla tanışmamış çöllerin dilinden hiç anlamamıştık. Onlar seraplara vurgundu biz de onların işaret ettiğine… Yanıldık ancak bir kez yalnızlık izdihamına açmışız bağrımızı. Sahip olduğumuz muhteşem kalabalıklar arasında dinlediğimiz ve yaşadığımız bir yalnızlık senfonisiydi bizimkisi. Şarkılar hep aynı, makam aynı, kendimizi farklı görerek herkesten farksızlaşmışız günün sonunda. Benliğimizi büyütürken, kaybolup giden hayallerimizi ve hislerimizi izledik uzun uzadıya. Eylül giderken sararan bir tabiat bıraktı ömrümüzün kapısına. Hasat vaktiydi, ne kurtarabilirsek kâr sayacaktık. Zira yeniden ekin için bir baharımız olmayacaktı. Ne ekmişsek baharda, ne büyütmüşsek yazda, şimdi onunla yüzleşmenin zamanıydı.
Aziz dost,
Biz farklıydık, öyle görüyorduk kendimizi, farklı olmalıydık en azından. İddiamızı da büyütmüştük benliğimiz gibi. Nedense bilemedik başkalarından farklı olmadığımızı. En kolay olanı kendimizi kandırmaktı belki. Başkalaşmak doğru değildi ancak kendimiz kalmayı başaramamak, hayallerimizden uzak düşmek de büyük bir dram değil miydi? Büyük hayallerimiz vardı, mesela tarihin akışını değiştirecektik biz. Bu hengâmede çok şey değişmişti. Lakin biz başaramamıştık, en azından kendimiz kalamamıştık. Biz, hiç mutluluk oyunları ile avunan çocuklar olmadık. Sırtımızda hep boyumuzu aşan ağır yükler oldu. Çocuksu da olsa bayram sevinçlerini yaşamamış bir kuşak nasıl bir mutluluk taşıyabilir ki yüreğinde? Bayram sevincini yaşayan çocuklardan bize kalan sadece yeni elbiseleriyle bayram sabahına uyanma sabırsızlıklarıydı. Her bayram oklar saplanıyorken sırtımıza, kan revan bir coğrafya olmuşken yüreğimiz, uzanan her eli tutmuştuk yaramıza merhem olur umuduyla. Oysa her umut yeni bir yara yeni bir acı bırakmıştı gönlümüze.
Kadim dost,
“Her Eylül yeni bir umut” demiş eskiler. Yeniden denememiz gerekir mi bu eylül melteminde? Sonbahar rüzgârları her şeyi yüzümüze savurmadan, zemheri kış kapımız tutmadan. Biliyorum, sen, “yeni bir başlangıca her zaman ihtiyaç var, azim ve kararlılık varsa” diyorsun. Haklısın elbette, lakin en büyük eksiğimiz bu iki haslet değil mi? Yeniden sevdamıza dair ezgiler besteleyebiliriz belki. Hallerimizi bir yana bırakıp hayallerimizin peşine yeniden yola düşebiliriz. Yeniden yazabiliriz yenik düşmüş talihimizi ve tarihimizi. Her acımızı sevince dönüştürebiliriz belki. Her şeye rağmen yeni bir yolculuk için omuz omuza verebiliriz, ilk kez birlikte yola çıktığımız gibi. Yeniden ve ısrarla, bir dava adına, bir umut adına...
Dostum,
Vakit Eylül, yeniden yola düşme zamanı…
Sıladan gelir
Rüzgârın savurduğu haberler,
Yağmurun ıslattığı
Şimdi vakit Eylül
Mevsim Sonbahar
Bir gölge gibi çekip gitmiş,
Her Eylül yenilgiye uğrayan Yaz
Sararmış çınar yaprakları
Hüzün rayihaları sarmış her yanı
Çeşme başlarını terketmiş kuşlar,
Uçuyorlar şimdi bulutların üstünde
Artık göç zamanı
Yaz’ın son tazeliğinde açan,
Çiçeklerin boynu bükülmüş
Benzi solmuş dünyanın
Toprak ölüm rengini almış
Korumasız kalmış tabiat
Savuruyor deli esen rüzgâr,
Ne varsa yazdan kalan
Dökülüyor her şey toprağın bağrına
Eylül'ün kokusu değmiş toprağa
Duman çökmüş,
Yalnızlığa mahkûm dağların başına
Kar düşecek,
Yavaş yavaş yamaçlarına
Çekip gidiyorsa her şey,
Kalmamış demektir dünyada vefa
Öyleyse vakit tamamdır
Artık gitme zamanı
Düşmek lazım yola,
Bir eylül sabahı…