Mahmut Olgun

Tarih: 10.04.2025 14:21

Enkazların Arasında Gülümseyen Masumiyet

Facebook Twitter Linked-in

Düşünebiliyor musunuz? Gazze’de, devasa bir yıkımın ve benzeri görülmemiş enkazların arasında çocuklar hâlâ gülümsüyor…

Çocuklar kırık dökük oyuncaklarla oynarken gözlerindeki heyecan, bütün savaşlara meydan okur gibi. Beton yığınları arasında hoplaya zıplaya oynayan çocuklar var. Her an ölüm saçan bombaların sustuğu o kısa anlarda bile yüzlerinde beliren tebessüm, masumiyetin en saf halini barındırıyor.

Masumiyetin hikayeleri enkazların arasında bile güçlü bir şekilde kendini hissettiriyor. Gazze’de yıkım ve ölümün gölgesinde bile çocukların gülüşleri, savaşın acılarına inat hala hayatta kalıyor. Her bir masumiyet, kendini yeniden inşa ediyor. Enkazların içinde kaybolan bir oyuncak arabada, kırık bir salıncağın içinde, kaybolmuş umutların arasında yeniden oyun kurar çocuklar. Her biri kendi hikayesini yazar, her biri kendi umudunu taşır. İşte ne enkaz yığınlarının, ne de ölümün yok edilebileceği o güçlü hikayelerden kısa bir kaç kesit;

Yusuf’un Hikâyesi:

Yusuf yedi yaşında. Geçen ay evlerine düşen bir füze annesini ve küçük kardeşini ondan aldı. Sol ayağı topal kaldı. Ama o, eline geçirdiği paslı bir demir çubuğu kaleye çevirip molozlar arasında top koşturmaya devam ediyor. Her gol onun için hayata tutunmanın bir yolu. Sessizce fısıldıyor:

“Kardeşim yaşasaydı, kaleci olurdu.”

Belki de bu yüzden her golde onun adını haykırıyor:

“Bu Muhammed için!”

Meryem’in Salıncağı:

On bir yaşında bir kız çocuğu. Betondan kalan bir demire eski bir kumaş bağlamış ve kendine salıncak yapmış. Her sallanışında gökyüzüne biraz daha yaklaşıyor gibi…

“Gökyüzünde annem var.”diyor.

Salıncakta ileri geri sallanırken, küçük kardeşine şarkı söylüyor:

“Uçurtmalar gibi gideceğiz bir gün, değil mi?”

Bazen devasa beton molozların üzerinde kaykay yapıyorlar, kimi zaman körebe oynuyorlar. Hatta kendi aralarında futbol turnuvası bile düzenliyorlar. Çünkü çocuk olmak; savaşa, yıkıma ve ölüme rağmen oyun kurabilmektir. Masumiyet, travmalarla silinmez; yeniden yeşerir, direnir, umutla ayakta kalır.

Ahmed’in Duası:

Ahmed dokuz yaşında.

Babasını enkazdan çıkaran komşularının yanında kalıyor. Yıkıntılar arasında bulduğu yarım bir defterin kenarına şöyle yazmış:

“Allah'ım, babamı cennette öğretmen yap. Ben de oraya gelince ona her şeyi anlatırım, okuluma orda devam ederim diyor.”

Ve isimleri bilinmeyen binlerce çocuk, ardında derin acılar bırakarak kayboldu karanlıkta. Onlardan biri de, henüz 7-8 yaşlarında adı sanı bilinmeyen bir çocuk.

Şöyle anlatıyor yaşadıklarını:

"Annem hamileydi… Biz tam okula gitmek üzereydik ki, İsrail askerleri birden evimizi bastı. Salona daldılar ve annemi karnından vurdular. Hamileliğinin yedinci ayındaydı…

Babam o sırada uyuyordu. Silah sesleriyle uyandı, ama daha ne olduğunu anlamadan onu da vurdular. O da öldü!

Annem ve babam… İkisi de gözlerimin önünde can verdi. Her şey gözümün önünde oldu…"

Ama tüm bu acılara rağmen o küçük çocuk, hâlâ masumiyetini koruyor. Yaşamayı öğrendi enkazların arasında. Bir tahta parçasını oyuncak yapıyor, kırık bir camın önünde hayal kuruyor. Belki aç, belki yalnız… 

Ama o hâlâ bir çocuk.

Ve çocuklar gülümsemeye devam ediyor…

Bu gülümseme, insanlık için bir utanç değil; bir umut çağrısıdır. Çünkü onların gülüşünü korumak, sadece onları değil, tüm insanlığın onurunu korumaktır.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —