Tarihte Akdeniz havzasının bir uzantısı olarak görülen Ege denizi jeopolitik konumu dolayısıyla her zaman bir cazibe merkezi olmuştur. Özellikle çok eski dönemlerde insanlığın kara hâkimiyetini sağladığı bir çağda zamanla denizler üzerinde bir mücadelenin başladığı söyleyebiliriz. Genelde eski dünyada iki güzergâh(İpek Yolu, Baharat Yolu) üzerinden sağlanan ticaret rotası zamanla denizler üzerinden yeni rotaların oluşmasına kapı aralamıştır. Hiç şüphesiz denizler üzerinde Avrupa ve Asya’nın içinde bulunduğu ticaret hinterlandının tarihteki en önemli aktörü Cenevizliler ve Venedikliler olmuştur. Akdeniz havzası ve içerisindeki bir çok alt deniz ticaret rotaları içinde zamanla başat bir konuma sahip olmuştur. Bu önemi sebebiyle Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra Ege’de Venediklilerin üstünlüğünü kırarak Ege’de Osmanlı varlığını hissettirmiştir. Uzun bir süre Osmanlı’nın bir iç denizi olarak bilinen Ege ve içindeki adalar İtalyanların oldu bittiye getirerek adaları işgal etmesiyle el değiştirmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında kuruluş sancıları çeken Türkiye Cumhuriyeti kendi iç meseleleri ile uğraşmaktaydı. İtalyanların Ege’de belli bir süre elinde tuttuğu adalar daha sonra Türkiye Cumhuriyetine verilmek istenmiş fakat basiretsiz devlet adamlarının umursamaz tavırları neticesinde kilometrelerce uzakta yer alan Yunanistan’a altın tepside hediye edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ana karasına çok yakın mesafede bulunan bu adaların neden İtalya ile diyaloğa girilerek teslim alınmadığı hala büyük bir soru işareti olarak önümüzde durmaktadır.
Bugün Yunan adaları olarak bilinen birçok irili ufaklı adanın Ege’de patlamaya hazır bir bomba gibi kullanıldığına şahit olmaktayız. Özellikle doğu ve batı arasında böyle bir çatışma ortamının varlığı batının şımarık çocuğu olan Yunanistan eliyle daha da feci bir hal almaktadır. Megalo İdea olarak bilinen ve Osmanlı devletinin sonunu hazırlayan milliyetçilik rüzgârı hiç şüphesiz Yunanlıların asırlarca taşıdığı ideallerini hayata geçirebilmek için bir fırsat sunmuştur. Bunun bilincinde olan birçok emperyalist ve hegoman devletin Yunanistan’ı bir kukla gibi kullandığına şahit olmaktayız. Avrupa milletlerinin sınır karakolu olan Türkiye Cumhuriyeti Batının şımarık çocuğu eliyle kaynar suya sokulmak isteniyor. Bugün binlerce kilometre uzaktan gelerek Yunanistan sınırlarını ve adalara cephane yığan Amerika Ege’de kazan kaynatmaya çalışıyor. Yunanlıları Megalo İdea düşüncesi ile sınır komşusu Türkiye üzerinde hak iddia etmesini talep ediyor. Çok miktarda askeri yığınağı Yunan adalarına taşıyan Amerika bu kadar çok savaş malzemesini hayvanların bile yaşamadığı adalarda konuşlandırılmasının başka bir sebebi olmasa gerek. Adalar özelinde egedeki askeri yığınağın bir diğer sebebi ise Doğu Akdeniz havzasında keşfedilen doğal gazın Ege üzerinden Avrupa’ya taşınması da büyük bir paya sahiptir. Öyle ki Yunanlılar tek taraflı anlaşmalarla Türkiye’yi baypas geçerek Akdeniz’deki birçok devletle anlaşmaya varmış bu durumun Türkiye tarafından kabul edilemez bulunması ile birlikte Türkiye çeşitli hamlelerde bulunmuştur. Bunlar içinde sondaj gemilerinin doğalgaz arama faaliyetleri ve Akdeniz havzasında Yunanlıların olmadığı çeşitli görüşmeler yaparak doğalgazın Avrupa’ya arzını sağlama hamleleri olarak göze çarpmaktadır.
Uzun yıllar yunan iç siyasetinin bir parçası olan adalar ve bu adalar üzerindeki hasmane tutumlar bugünkü kadar tehlikeli bir boyuta gelmemiştir. Genelde birkaç balıkçı teknesine taciz ya da Ege’de kıta sahanlığı üzerinde hakimiyet kurma çabası olan uçakların it dalaşından öteye geçmemiştir. Peki şimdi ne oldu da Ege Denizi kaynatılmaya çalışılıyor. Özellikle Türkiye’nin savunma sanayisindeki yerliliği arttırması Yunan kamuoyunu endişelendirmiştir. Bunun üzerinden politika yürüten Yunan siyasetçileri genelde bu gerçeği kendi halkı ile paylaşarak destek bulmaya çalışmıştır. Diğer bir sebep dünyada enerjide tekel olan uluslararası kartellerin Türkiye’nin içinde yer alacağı bir enerji arzının kendileri için bir tehdit görmesidir. Bunun en önemli sebebi Türkiye’nin batının çizdiği profile uymamasıdır. Öyle ki batı kendi uşaklığına soyunan ve her yönü ile batıya bağımlı olan ülkeleri enerji arzı ve tedarikinde tercih etmektedir. Bunun dışındaki tüm aktörleri oyunun dışına sürüklemek için her türlü kirli senaryoyu hayata geçirmektedir. Türkiye ve Yunanistan arasında yaşanan bu kriz ortamı da tam bu noktada düğümlenmektedir.
Dünya siyasetinde kriz coğrafyaları her daim belli çıkarları olan devletler eliyle çıkarılmıştır. En yakın örneği Ukrayna savaşında görmekteyiz. Ruslar jeopolitik kaygılar ile ülkeyi işgal ederken, Batılı birçok ülke için ise azalan iş gücüne merhem olacak insan kaynağını savaş ile kendi ülkelerine kazandırmak için fırsat sağlamıştır. Anlayacağınız batının seyirci kalması Ukrayna’yı ateşin içine atarak kenarda seyretmesi bundan ileri gelir. Benzer bir durumun Yunanistan ile Türkiye üzerinden planlanarak devreye sokulacağı su götürmez bir gerçek. Aslında Türkiye Yunanistan özelinde yedi düvel ile mücadelenin içine girmiş durumda. Başta Amerika, Fransa, İtalya ve İngilizler darmadağın ettikleri Ortadoğu coğrafyasında Türkiye’yi de savaşın içine sürükleyerek yeni kukla yönetimler kurmak istiyor. Yoksa 18 milyon nüfusu olan her yönü ile Avrupa birliğine muhtaç, Hristiyan bir ülkenin Türkiye ile güç yarışına girmesi teknik olarak mümkün değil. Bunun farkında olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin A, B, C planlarını yaparak duruma göre vaziyet alması elzemdir. Yoksa A.B.D planları ile kaynatılan kazanda Türkiye ciddi bir cepheyi karşısına almak zorunda kalacak. Ama tüm çareler tükeniyor ve Ege’de sular ısınıyor ise Hun İmparatoru Attila’nın sözü devreye alınabilir; "Eğer sınırlarınızda sorun varsa, Bunu gidermenin tek yolu, Sınırlarınızı genişletmektir."