Doğan her can, ölümü de tadacaktır. Emri ilahi ile imtihan için arza yayılan insan, vakti geldiğinde hesap için huzurda toplanacaktır. Ölüm, ötelerin yurdu Cennete ve cehenneme açılan kapıdır. ”Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz.” (2/Bakara, 156) diyerek varılacak yeri bilmek önemlidir.
Gidenlerin dönmediği, gideceklerin bilemediği hallerden haberdar olmak, hazırlık yapmak, hazır beklemek teyakkuz halinde olmayı gerektirir. Ahirette iki yurt bir duvarla ayrılır ki: ”Duvarın iç tarafında rahmet, dış tarafında ise azap vardır.” (57/Hadid, 13) Rahmete kavuşanların hamdleri cennet yurdunu sararken, cehennemin duvarlarında feryadı figanlar yankılanır. Keşke Allah'a ve Resulüne itaat etseydim, keşke toprak olsaydım. “Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!” (89/Fecr, 24) Kaybedilen rahmet için, pişmanlık üstüne pişmanlık ne acıdır.
Pişmanlık fayda verir mi? Yeter ki zamanında pişman olunsun, tövbe edilsin. Esas olan yanlışlıklardan pişmanlık duymak, onları terk etmektir. Pişmanlık başlı başına bir duadır. Dik yamaçlarda açılmış genişçe bir yolun sınırına kadar gelen aracı, uçuruma düşmekten koruyacak olan tedbir frene basmaktır. İnsanı cehennem çukurunun kenarına getiren günahlardan kurtulmak için de pişmanlık freni tövbedir. Yoksa uçuruma yuvarlandıktan sonra, cehenneme düştükten sonra frenin ne faydası vardır. Yollar kaygan, dönemeçli gibi sürücünün uyarılması, gerekli tedbiri doğru zamanda alabilmesi içindir. Ötelerden gelen pişmanlığın sesi de dünyadan gidecekleri uyandırmak içindir.
Yaşarken günahlar ile arasına duvar ör(e)meyenler, cennet ile aralarına duvar ördüklerini görmelidirler. Cehennem öyle korkunç görseller ile anlatılır ki, resim olup duvara asacak olsan bakamasın. Yüzü karartan her türlü günah, dile gelip ateşe sürükleyen binek olmuştur. Günahı gülerek işleyen arkadaşlar, birbirinin azabı artsın diye bedduaya durmuştur. Yedi kapısından içeri atılan her insana bir soru: ”Size, (bu azap ile) korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi? Ve bir cevap: ”Doğrusu bize, (bu azap ile) korkutan bir peygamber gelmişti; fakat biz (onu) yalan saymış ve: Allah'ın bir şey gönderdiği yok; siz olsa olsa büyük bir sapıklık içindesiniz! demiştik. Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık derler.” (67/Mülk, 8-10)
Esasen insan, ayakta durma cezasına da katlanamaz. Hatta hep oturma, yatma cezasına da katlanamaz. İnsan rahata düşkündür. Dünya ve ahiret rahatı ise ancak doğru kararlar ile doğru yerde durmakla mümkündür. Ateş, soğuk havada sobanın dışında durana rahmet, içinde durana azap olur. İnsanı azaba sürükleyen inkâr, kibir, yanlış arkadaş, biriktirme hırsı, çokluğa heveslenme, hakikati yalanlama, şirk, zülüm gibi kanalların aktığı yer duvarın azap yakasıdır.
Derler ki, kişinin kendine yaptığını düşmanı yapamazmış. Cennet gibi umudu dahi mutlu kılan bir yere doğru koşmak varken, cehenneme el sallamanın nedeni ne olabilir? Tam burada ahiretin iki yakasından gelen Rabbimizin haber verdiği sesleri doğru dinlemek, anlamak ve hazırlığı ona göre yapmak gerekir. Bazen insan, iki yakanın arasında Araf’ta da kalabilir. Araf’takiler de nihayetinde cehennem yakasının korkunçluğunu, cennet yakasının mutluluğunu görürler. Kur’an-ı Kerim’de gören göze hem cennet hem de cehennem yakası gösterilir. Rahman’ın kullarını rahmetine ve mağfiretine davet eder. Cennet ve cehennem ehli, hak edecekleri karşılığın duvarlarını, amelleriyle örerler. Neye karşı duvar örüldüğünü yapılan eylemlerimiz üzerinden değerlendirebiliriz. İnsan, bastığı dalı kesen kişi gibi çağrıldığı cenneti yıkan olmamalıdır.
Duvarın cennet yakası ise: “Doğrulara doğruluklarının fayda vereceği güne.” (5/Maide, 119) hazırlık yapanların kalbi Allah'a yönelmişlerin, sevinçleri ile doludur. Cennet yakasının nimetleri, öylesine özeldir ki tertemiz sular, baldan-sütten ırmaklar, rahatlık her yönüyle sakinlerini sarıp sarmalamış, nimet üstüne nimettir. “Allah onlardan hoşnuttur, onlar da O’nun rızasını kazanmaktan ötürü mutludurlar. İşte büyük kurtuluş budur.” (5/Maide, 119)
Allah Kur’an-ı Kerim’de cenneti çok güzel tasvirler ile anlatır. Hakkıyla dinleyenler o güzelliğin sahibine ram olurlar. Cennet, hakikatin sadıklarına Rahman’ın ikramıdır. Seven sevdiğine en güzeli ikram eder. Allah sevdiklerine şanına yakışanı verir.
Oysa sadece cehenneme düşmemek bile ne büyük nimettir. Ama veren Allah'tır, mülkte hükümde O’nundur. Cennet sakinlerinin iman harcı ile ördükleri duvarın taşları cehennemle aralarına bir set oluşturur. Harcın sağlamlığı salih ameller ile bağlantılıdır.
Bu taşlar, infak edilmiş nimetler, cennet karşılığı hazır bekleyen nefisler, heyecanı bitmeyen kalpler, Rabbin rızasına odaklanmış niyetler, gönül gönüle girmiş kardeşlikler, peygamberlerin izinde yürüyüşler gibi her biri cennet kokan amellerdir.
Dünyada yaratılışının değerini bilmek, cennetin sakinlerinde olmayı hedeflemektir. Onlar dünyayı, cennetlerine giden yol bilirler, kıymeti Rahman’a kullukta ararlar. Hiçbir akçenin değer sağlamadığı mizanda, değerli olanın Rabbe sadakat olduğunu bilirler. Ötelerden gelen seslerin hakikati haber verdiğine güvenirler. Başa gelen her imtihanı, başarmanın ilk adımı görürler. Tıpkı Musa (as)‘ın Peygamberliğine, bilinçli olarak iman eden sihirbazlar gibi. Onlar, firavunun ölüm tehdidine: “Bize gelen bunca apaçık kanıtlara ve bizi yaratana karşı asla seni tercih edemeyiz. Artık sen neye hükmedeceksen et; ama sen ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin.” (20/Tâhâ, 72) cevabıyla cennete yürüyenlerdir. Çünkü dünyevi hiçbir değerin, cenneti kaybetmeye değmeyeceğini bildiler. Cennetin sakinleri meskûn oldukları yeryüzünde ıslah edicilerdir. İslam'ın emrine teslim olmuş, eserleri cennet kokan insanlardır.
Dünyada yaşamak için uygun olduğunu düşündüğümüz bir yer seçerken konumu, komşuluğu, kazanımı yüksek olanı tercih ederiz. Hepsi üç günlük dünya içindir. Ya sonsuz hayat ahiret yurdunda iki yakadan biri olan cennet bizi beklerken, cehennem yakasından yer tutmak akıllıca mıdır? O zaman onca günah, inkâr, isyan, nifak hangi duvarın taşlarıdır? İnsan, cehenneme sürüklenenlerin: “Keşke bende o peygamberle birlikte bir yol tutsaydım!” (25/Furkan, 27) diyenler gibi olmamak için, dünyevi ve uhrevi istediklerini doğru belirlemelidir.
İki yol, duvarın iki yakasına çıkar. Yollardan biri dalalet, yani vahye uymayan yol. Yolcuları bellidir. Ne kadar inkârcı, müşrik, münafık, fasık varsa hepsi aynı yoldadır. İçlerinde bir tane temiz insan yoktur. Terk ettikleri yeryüzünde ya ifsadın öncüsü olmuşlardır ya da destekçisi. İnsan onuruna sığmayan yaşamalarıyla, ahiret yurdunun azap yakasında inerler. ”Onlara şöyle denir: “İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların kalacağı yer ne kötüdür!” (39/Zümer, 72)
Diğer yol, hakikat yolu olan Allah'ın yoludur. Yolcuları bellidir. İman ettikleri Allah'ın kendilerini gördüğünü bilirler. Güzel ahlakın, doğruluğun, adaletin, merhametin değerini bilirler. Dini Allah'ın muradına göre yaşamanın bilinciyle salih emelleri yanlarında, ahiret yurdunun rahmet yakasında inerler. “Nihayet oraya vardıklarında cennetin kapıları açılmış olacak; bekçileri onlara, “Selâm size! Hoş geldiniz! Ebedî olarak kalmak üzere buyurun girin cennete!” diyecek.” (39//Zümer, 73)