İlk önce konuyu netleştirelim: "düşüncenin düşünceyi İlkahı/döllemesi, aşılanma" ... Bir düşünce, bir başka düşünceyi dölleyecek. Ya da bir düşünce, kendisinin bir başka (dışarıdan) bir düşünce ile döllenmesine müsaade edecek/açık olacak.
Bir yerde her konuda farklı düşünceler vardır. Hatta bu, aynı düşündüğünü veya aynı inandığını söyleyenler arasında da geçerli.
Bu sabit bir şeye, herkesin oturduğu/bulunduğu yerden bakması gibidir. Doğal olarak, bulunulan yer, oradaki kişiye o yerden bakmakla – oradan bir açıyla bakıyor olmakla, o açıdan görebilecekleri ile alakalı ve sınırlıdır. Diğer yerlerden bakanların da bakışları bulundukları yere göre açılara sahiptir. Böylece farklı açılar ve bakmalar kaçınılmaz olur; bunun sonucu farklı düşünmeler de…
Bir de her birinin görebilme kabiliyeti var. Gözlerinin sağlıklı oluşu, bilgilerinin derecesi ve de yetenekleri bu bakışlarında etkilidir. Yani; görmek sadece bulunulan açı ile ilgili ve sınırlı değildir, aynı zamanda beyinsel açılar daha çok etkili olmaktadır, bunu; ‘bakan kör’ diye ifade ederler, bakar ama görmez, görmeyebilir. Sadece bakıyor olmak, görüyor olmanın kesinliği değildir.
Bunlar sadece düşünce ile ilgili ya da düşünüyor olmakla ilgili olarak asgari gerekliliklerdi.
Bundan sonra bakılan ya da düşünülüyor olan şeye ilişkin düşünce vardır. Bakan ve gören her bir kimsenin kendisince bir düşüncesi vardır-olacaktır.
İnsan koşulları ile koşullanan bir varlıktır. Hayvanlar ekseriyetle içgüdüsel davranırlar. Onların baştan işleyen bir programları var. İnsan her koşulda, o koşullara bağlı alışkanlıklar ve düşünceler ediniyor. Genetik formasyonu yüklü gibidir. İradesel bağımsızlığı olan insan, koşulları ile koşullandığından, koşulların ördüğü kabuğu kırması (çok) zordur. İnsanların ekseriyeti bunu yapmaz veya yapamaz, yapmak istemez.
Tarih bize nesiller boyunca statik yaşamların devam edebildiğini, yüzyıllarca insanların adet ve alışkanlıklarını değiştirmediğini söylüyor.
Farklı düşünceler ve olanaklar mı yoktu, bu nedenle mi?
Hayır.
Onlar, her neye sahip idiyseler, onunla kendilerini kapatmışlardı. Düşüncelerinin (inançlarının) başka düşüncelerden (inançlardan) etkilenmesine, diğer bir ifadeyle, kendi inançlarının sorgulanmasına, doğruluğunun-yanlışlığının sınanmasına girmiyorlardı, böylesi bir çabaya karşı çıkıyorlardı. Bu da onların statikleşmelerine ve düşüncelerinin (inançlarının) donmasına sebep oluyordu. Dışarıya (kendi dışına) kapatılan bu düşünceler, bir gelişme göstermedikleri gibi, bulundukları yerde donup kalmıyor, daha da yozlaşıyor daha da sertleşiyorlardı. Başta (belki) ince olan kabukları giderek kalınlaşıyor ve sertleşiyordu. Zamanın ve şartların gerisinde de kalsalar, yozlukları onları hep direnmeye sevkediyordu.
Bu bir düşüncenin serüveni ve er geç bitmesinin kaçınılmazlığıyla ilgiliydi.
Düşünce bir beyin faaliyetidir. Varlık-gördükleri (ve algıladıkları) üzerinden bilgiye ulaşır ve onu yorumlar.
Fayda-zarar, iyi-kötü, doğru-yanlış diye…
İnsanın bilgisi (eşya ve olgular üzerindeki gözlemi) arttıkça, onlara ilişkin yorumu (düşüncesi) değişir. Bu değişme bir ilerlemedir, bir gelişmedir. Sürdürüldüğünde, tetikleyici (determinist) bir işlev görür; hep bir ileriye doğru gidiş kaçınılmaz hale gelir. İnsan varlığa ve olgulara ilişkin düşüncesini durağanlaştırmazsa, düşünce gelişimi (minimum düzeyde de olsa) süreklilik kazanır.
İnsan gerçekte meraklı bir yaratıktır, hep bakar, gözler ve sorar!
Ne, niye, niçin, nasıl, neden, ne biçim, ne için, neye, nereden, neye göre…
Soru olduğunda sorun kaçınılmazdır, sorun varsa çözüm gerekli ve zorunludur.
Sorunun bittiği yerde sorun da (olması gerçeğine karşın) bitmiştir. İşte insan burada bitmektedir. Bu tip-böylesi insanlar için burası bir bitiş noktasıdır.
Hayat denen şey canlanma ve gelişmedir.
Peki nasıl?
Döllenmeyle…
Hayat, döllenme faaliyetiyle varlığını (devinimini) sürdürüyor. Bu sadece bir sürdürme değil, canlanma ve yenilenme sağlıyor.
Döllenme, durağan olana, ölüme doğru gidene yaşam hakkı, yaşamını daha üst perdeden-aşamadan sürdürme hakkı veriyor.
Düşüncede donmak, düşüncenin ölüm fermanıdır.
Kapalı olmayan, kendisini, varlığı ve olguları sorgulayan düşünce, kabuğunu kırmış olur ve bu yenilenmedir. İnsanlık hafızası bir bütündür. Bu bütünden istifade edenler gelişir ve ilerlerler. Bunun için insanlık mirasına ortak olmak, insanlık havzasına katkıda bulunmak ve oradan istifade etmek gerekiyor.
Bunu yapabilmek halinde, insanın taşıdığı düşüncesi sınırlı bir faaliyet olmaktan çıkar, sınırlarını genişletir ve daha geniş açılar veya başka açıları da hesaba katarak zenginleşir. İnsan düşüncesini başka düşüncelere, özellikle zıt düşüncelere, farklı düşüncelere açık tutarsa, buradan alacakları olacaktır, kendine kattıkları olacaktır.
Hakikat sadece bizim elimizde var olan değildir. Hakikat; sınandığında ve yanlışlandığında bundan güçlenerek çıkandır. Yenik düşen, yanlışlanan hakikat olamaz.
Ezber, tekrar ve taklidi olan düşünceler, hakikat içre olsalar bile anlamsızdırlar.
Bir tohumun bağrını açtığı toprak gibi olan düşünceler, o toprağın bereketi gibi onu kendi bağrında dönüştürerek faydalısını berekete ve hikmete çevirecektir.
Özgün düşünce veya özgün düşünmek nedir?
Düşüncenin özgün olabilmesi, düşünenin düşüncesi (kendisi) üzerindeki etkili faktörlerin ve düşünce tesirlerinin farkında olarak, bu etkilerden seçmeci ve de geliştirici davranması, dilediğini (seçtiğini) düşüncesine (kendisine) katması ve bunlarla da kendisine ait/kendinden düşünce üretmesidir. Farkında olunarak katılmış düşünceler bir zenginliktir. Bunların katkılarıyla (döllemesiyle) zenginleşen düşünce, varlığa ve olgulara ait gelişkin fikirler üretebilir. Koşullarını iyileştirmesi (daha) olasıdır.
Düşüncenin özgünlüğü, onun kendisine aidiyet kısmıdır. Bir düşüncenin aidiyeti, dile getirdiği-ifade ettiği fikrin bir iktibas (alıntı), intihal (aşırma), taklit (kopya) veya altyapısı tamamıyla başkasına ait olan bir düşünce olmaması, aksine bütün bunlarda kişinin (veya grubun) kendi düşünsel faaliyet(ler)inin ürünü olmasıdır. Hiçbir insan beşeri hafızayı yeniden inşa edemez veya bu hafızanın dışında kalamaz. Tüm düşüncesinin alt yapısı, beşeri hafıza temellidir ve bunun içinde gelişim gösterir. Bildiği veya bilebildiği her şeyi bu hafızaya borçludur. Bu hafızaya sahip olmak kaçınılmaz ve gerekli iken, bu hafızaya katkıda bulunmak ise bir özgünlük ve takdirdir. Özgün bir düşünce takdirdir çünkü beşeri hafızaya (kendi özelinde ve koşullarında) bir katkıdır bu.