Biz de bir söz vardır, kol kırılır yen içinde kalır. Bu söz genel olarak geleneksel toplumlarda bir ayıbın üstünü örtmek için kullanılır. Olayın büyümemesi için kullanılır. Demokrasilerde ise bir bakıma kitapta, kanunda ne yazılmışsa odur. Mesela demokrasi yargılar geleneksel kurumlar ise bazen maslahat için de olsa kol kırılsa yen içinde kalır taktiğini uygular. Yani bir nebze iç müdahaleye izin vermez. Peki bu durumda bireysel hak hukuk nasıl yerini bulur. Hak yerini mi bulur ya da kişi kimvurduya mı gider işte bu meçhul. O da o yapının insafına kalmış bir mesele olarak kalır. Meselenin ehli olmazsak da bildiğim kadarıyla şeri hukukta suç derecelendirilebilir. Dişe diş, göze göz, cana can, kana kan olsa da bu suçun karşılığına bedel konulabilir ya da af makamından da nasibini alabilir ancak hiçbir zaman kol kırılır yen içinde kalmasına izin verilmez. Zira İslam hak, hukuk dini olduğu gibi İslam’da edep ve üslup da önemlidir. İslami dokunuş en kibar dokunuştur. İrrite edici dokunuş değildir. Yıkıcı değil yapıcıdır. Fakat diğer dokunuşlar yer ve işlevine göre evla (iyi) da olabilir esfel (aşağılayıcı) da olabilirler.
Halk otobüsüne bir çift bindi. Genç delikanlının yanında genç bir bayan açmış telefonunu karşıdaki ile konuşuyor Allah var bak rahatsız edici değil normal hatta kısık diyebileceğimiz bir ses tonuyla konuşuyordu. Daha birkaç kelam etmeden arkadan orta yaşlarında bir adam avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Terbiyesiz, edepsiz kapa şunu kapa. Sana diyorum kapasana hiç kimse anlam vermeden baktıysa da kimsenin çıtı çıkmadı çünkü insanlar kafayı üşütmüş. Adama sahi Almanya’daki Türklerden birine bu muamele yapılsaydı ne hissederdin diye sorasım geldi ise de zati benim de adamdan az kalır yanım yoktu hiç modumda değildim kızcağız telefonunu kapadı. Sular da böylece duruldu. Toplum kafayı üşütmüş emri bilmaruf (iyiliği emretme) nehyi anilmünker (mekruhtan men) için bile olsa kimse kimseye dokunamazken.
Fakat öyle garip bir ülkeyiz ki belki birileri kapalı da olsa LGBT’nin saçının teline zarar gelse başımdaki örtüyü yakarım demeyi marifet sanır. Yahu başındaki masum savunmasız örtüyü yakma bahanesi arama ila yakacaksan kendini yak madem. Bu hangi din ya hangi kitapta yazılmış bize de söyleyin bizde bilelim. Tevrat’ı, İncili, Zebur’u bilmem, ki bunlar da kutsaldan geldiğine göre bunların da kötüye mahal vermesi asla düşünülemez. Fakat yok haşa kesinlikle bunu Kur’an’a iliştirmeyiniz. Yoksa sapkın işlere bulaşanlara Kur’an-ı kerim açık, açık meydan okumuştur. Lanetlenmişlerdir, Allah’ın gazabına uğramışlardır. Hiçbir Müslüman sırf nispet olsun sapkın işlere bulaşanları dışlamaz. Toplumun ıslahı temiz bir neslin geleceği için onlara da Allahtan hidayet dileriz fakat bizim onlara hidayet dilemimiz onların fiillerine meşruiyet kazandırmaz. Yok efendim başkanların ibadet fotoğraflarından rahatsız oluyormuş yok Sünni camia için propaganda aracıymış. Başka derdin harbiden bunları dinlerken feleğim şaştı İlahiyat camiasını tenzih ederekten söylüyorum bir ömür ilahiyat okumama hüznüyle geçirdiğim ömrüme yazık. Allah doğru yoldan ayırmasın. Gerecekten suç bunun aldığı müfredattan mı yoksa kafa yapısından mı diye şüpheyle sorsam da kesinlikle hidayet Allah’ın elindedir. Bu örnek de ilahiyatlar medreseleşiyor diyenleri de akla getirse de zannımca ilahiyat modernin de üstündedir geleneğin de. Madem konumuz dokunmadır dokunmaya devam edelim.
Şahsen şiddetin her türlüsüne silahın ‘S’sine bile karşıyken yıllar evvel bir uluslararası ilişkiler dersinde İran ve nükleer silahı savunmuştum. Bütün sınıf şaşkın hoca şaşkın. Kulaklarına inanamıyorlardı. Bende gayet ciddi bir şekilde biraz da saf neden emperyalist güçlerin var onlara mubah olan bize niye yasak oluyor. Onlara legal olan bize niye illegal oluyor. Zamanın beni haklı haksız çıkartması bir yana kalakalırken bırak dış mihrakları bırak İran ve nükleer silahı Siha’ları, İha’ları bile tartışarak birbirimizle didişir hale gelmiş bir garip vaziyeti yaşamaktayız. Nitekim bir zamanlar bu takozlar genellikle Türk mühendislerinin esrarengiz tasfiyesi üzerinden faal bulurdu. Şimdi ise yerel siyaset tarafından münakaşa konusudur. E ne yani dünya hızla ağzı kanlı kurta dönerken herhalde etrafa beleşten gülücük emojileri dağıtır gibi barış güvercinleri uçurmamızla kimse yüzümüze gülmeyecektir.
İyilikte yarışmada birbirimize dokunmazken iş bayağılığa vurunca dokunan, dokunana. Marjinallik adına siyaset adına her şeyin birbirine girdiği, her yolun mubah sayıldığı süreçlerden geçmekteyiz belki de. O yüzden belki de herkes birbirine dokunmaya çalışıyor. Olur olmaz her şeye dokunuyor. Birileri kendi siyasi vaatlerini sayarken siyasi reflekslerle yok efendim yok öyle yağma gerekirse Siha’lara da dokunacağız vaadinde bulunuyor. Ne kadar ayıklasak uzaklaştırmaya çalışsak da bu sivri çıkışın ucu siyaset üstü Siha’ların İha’ların kurucu kadrosuna dokunur elbette ki. Bu kadronun yollarına çıkacak takozları şimdiden engellemek için haklı davalarını savunmaları, çırpınmaları kadar doğal bir şey olamaz tabi.
Cumhurbaşkanı grup başkan toplantısında tabi insan bir ülkenin ordusu komutanları, savunma sanayi şirketleri, savunma sanayi ürünleri kimler tarafından niçin hangi gaye ile hedef alınır diye düşünmeden edemiyor. Bizim bildiğimiz bir ülkenin ordusuna ve savunma sanayine ancak bunları kendilerine tehdit olarak görenler saldırır. Mesela Yunanistan’ın bu konuda feveranlarını yersiz bulmakla birlikte anlayabiliyoruz. Aynı şekilde PKK’nın bu konudaki feryatlarının sebebi yerindedir. Onu da anlıyoruz. Anlamakta zorlandığımız ve üzüldüğümüz husus bu ülkenin partisinin parti liderinin, parti mensuplarının ordumuza ve savunma sanayimize sergilediği hazımsızlıktır. Bay Kemal sen tanımazsın ama sana ben ebedi alemde olan Özdemir Beyi bi tanıtıyım. Biz birinci bölge, ikinci bölge bütün buralarda tahsisleri yaparken biliyorsunuz onlara bu tahsisleri yaptıkları ürünlerin nev’ine göre yaparız nedir bu tahsis diyelim ki stratejik ürün üretilecek ve herhangi bir bedel alınmadan burayı devlet olarak bunlara tahsis ederiz. Bugüne kadar böyle nice firmalara bu verildi fakat Özdemir Bey öyle bir insan ki hayır almam. Yav abi ben sana bir lütufta bulunmuyorum bu devletin şu anda aldığı bir karar ve bu kararla stratejik ürünleri üreten firmalara bunu veriyoruz bu senin için bir hak, hayır almam dedi. Ben paramı veririm paramla satın alırım böyle bir insan. Yok geleceklermiş de geldikleri zaman bunlara hesabını soracaklarmış. İşte bu işin rekabetinin oluşması lazımmış. Ya sen rekabet nedir bilir misin ya sen git çocuk bezi satmaya devam et. Senin işin değil bu. Senin işin değil. Üzgünüm 15 sene yanımda bulundu ama demek ki benden birşey alamdı. 15 sene. Yanında bir tanesi daha var aynen o da öyle bizden üniversite istediler ve ben başbakanım. Bunların vakfına üniversite tahsisi yaptım ekranları başında bizi izleyen milletime sesleniyorum. Yanında dolaşan öğretim görevlilerine sesleniyorum. Kendisi ne zaman başbakanlık koltuğuna oturdu ne yaptı biliyor musunuz? O tahsis yapılan yeri bila bedel vakfına mülk edindi Türkiye’de bunun başka bir örneği yok. Bila bedel mülk edinme hakkı bizim vakıf yasalarına göre de yok ama bunlar bunu yaptı. Ve şimdi tabi ben kullanmıyorum o ifadeyi Devlet Bey gayet güzel kullanıyor Malum ona serok Ahmet diyor. Şimdi biz ne yaptık biz de bu üniversiteyi aldık devletimize mal ettik. Rahmetli Özdemir Bayraktar eşi ve çocukları ile kendini bu işe adamış gerçek azim ve irade sahibi bir insandır. Ailece yıllarca fabrikalarında yatıp kalktılar. Öyle zamanlar oldu ki terör bölgelerine gittiler. Orda subaylarımızla yatıp kalkarak ürettikleri eserlerin testlerini yaptılar. Dikkat ederseniz tüm bunlar Selçuk beyle akrabalık bağımın olduğu dönemde değil onun öncesinde yaşanmıştır, diye sitem etti. Başka bir konu ise hiç kimsenin dokunamadığı Bay Kemalin ısrarla üstüne gittiği Sadat’tır.
Hani Orhan babanın bir şarkısı var dokunma, dokunma, dokunma kırılır kalbim dokunma kırma seven kalbimi kırma. Konuşma, konuşma düşünmeden konuşma kırma, kırma incitip kırma diye. Fakat Bay Kemal ısrarla Sadat aşağı Sadat yukarı Sadatı konuştu, ifşa etti. Siyasete Meydan okudu. Ve sadece bir reklam der gibi birden bir reklam belirdi. Bu sefer de ortalığı vaveylaya verdi. Beni ölümle tehdit ettiler de beni tehdit ettiler. Allah, Allah meydan okuyan sen değil miydin be başkan. Altı üstü bir reklam hem de saniyeler süren bir reklam niye sana o kadar dokundu ki seni o kadar böldü ki ben de bunu anlamdım işte.
Sanatçının biri Kürdista’nın başkenti Ankara’dır, İstanbul’dur diyerek Kürt sorununu çözmeye çalışmış. Allah, Allah ver toplumun ağzına sakızı. Sanatçının niyetini bilemem ama bizim itikada ameller niyetlere göre anlam kazanır niyetler kötü olabildiği gibi iyi de olabilir Allah’u alem. Ama anlayabilen toplumumuza aşk olsun. Silivri soğuk da diyecekler. Linç edenler de çıkacak küfredenler de. Bağışlayın gülüyorum ama Metaverste arsa alındığı bir çağda hala tartışa durduğumuz şu Kürtleri marsa mı göndersek acaba aklıma da gelemdi değil aslında. Bence bu önerme şöyle de çevrilebilirdi. Diyarbakır, Amed sadece Kürtlerin şehri, başşehri değil Türklerin, Türkmenlerin de şehri başşehri olduğu gibi Ankara İstanbul da sadece Türklerin değil her unsur gibi Kürtlerin de şehri başşehridir. Hep birlikte bir gemideyiz gidecek başka yerimiz de yok. Böylece kimsenin kimsede ne hakkı kalır ne de gönlü.
Dünyanın aldatıcı veçhi bizi birbirimize düşürmesin sonunda bu Dünya hiçbirimize kalmaz kalmayacaktır da. Ebediyet yurdu ise ahiret yurdudur. Bunun için Allah’ın ipine sarılalım kitaba dokunanları, birliğimize, sinirlerimize dokunanları, kalplerimize nifak tohumu ekenlere hep birlikte dokunalım. Lafla da peynir gemisi yürümez salih amellerle akabede rızvanda eder gibi İslam üzere kardeşliğimizi pekiştirelim ki kurtuluşumuz batının bizi parsel, parsel böldüğü kuru hürriyet sloganlarında değil İslam’ın Bilal’i Habeşî’ye, Süheyb-i Rumiye, Selman-ı Farisi’ye verdiği hürriyettedir. İnsaniyet namına da insanlığı yayalım iyi olalım, hem Dünyada hem Ukbada kurtuluş bulalım, müsterih olalım bu mübarek iklimlerde Allah’tan emelimizi kesmeyelim..
Kaynak: Farklı Bakış