İktidar olma ve yönetme isteği insanlık tarihi kadar eski bir durumdur. Bazı insanlar içinse bu durum adeta bir hastalık mesabesindedir. Bu hastalığa yakalananlar ölünceye kadar, ölümsüzmüş gibi hareket etmekten çoğu zaman kendilerini kurtaramazlar. Öyle ki öldükten sonra da çocuklarına saltanatlarını bırakmak isterler.
Batı toplumları savaş, katliam, kıtlık vb. sonuçları olan bu hastalığın acısını çok çektikleri için iktidarı bir kişiye bırakmadıkları gibi iktidarda kalmaya süre sınırı koymayı bilmişlerdir. Yine ilkeler çerçevesinde istifa kurumunu da canlı tutmaktadırlar.
Geri kalmışlığın en önemli sebeplerinden biri olan ömür boyu koltuğu bırakmama hastalığı, doğu toplumlarında dokunulamaz bir tabudur adeta. Devlet, siyasi parti, sendika, meslek örgütü, aşiret, şirket, cemaat, sivil toplum kuruluşu… fark etmeksizin kurumların başındakiler hastalık, bunama, yaşlılık gibi etkilere aldırmaksızın ölünceye kadar koltuğu bırakmamakta ısrarlıdırlar. Ayrıca koltuğu birine devretmeyi yenilmişlik, eziklik, beceriksizlik görme eğilimindedirler. Halbuki yeri ve zamanı geldiğinde görevi başkalarına devretmek önemli bir erdemdir.
İnsanlar, bir kişinin ömür boyu iktidarda (yönetimin başında) kalacağına inandıklarında davranışları da buna göre şekillenmektedir.
Yönetimin en tepesinde olanlar açısından bakıldığında iktidar demek güç demektir. Güç, yapabilme ve yaptırabilme kabiliyetinin somutlaşmış halidir. Makine için de insan içinde bu böyledir. Yapabilmek için de yaptırabilmek için de güce muhtacız. Güç aynı zamanda çeşitli tehlikeler barındırır içinde. Bedenen güçlenen insan başkalarını yıldırma, korkutma ve tahakküm kurmayı kendine hak kabul edebilir. Bilgice güçlendikçe enaniyeti artabileceği gibi kendi fikirlerini ve kabullerini tek doğru olarak görme eğilimi gösterebilir. Siyasal ve sosyal anlamda güçlenen insan, eleştiri kapılarını kapatıp davranışlarına yapılan eleştirileri makamına, mevkisine tehdit olarak görmeye başlayabilir.
Çalışanlar açısından ise bir başka tehlike söz konusudur. Kovulma, aforoz edilme, görevden alınma, toplumdan dışlanma, itibar kaybetme vb. durumlar bir kişinin iki dudağı arasındaysa o toplumda yaşayan bir insan eleştirel düşünme, problem çözme, karar alma, fikir üretme, kendini ifade etme vb. özellikleri gelişmez. Dolayısıyla böyle bir toplumbilim, sanat kültür ve eğitim alanlarında ilerleme kaydedilemez.
Malik b. Nebi “Fikrin olmadığı memleketlerde isimler vardır. İsimlerin bol olduğu toplum, putun bol olduğu toplum demektir. Bir toplumda insanların sorunlarından ziyade liderlerin sloganları gündemi daha çok belirliyorsa, insanlar arasındaki eşitsizliğin giderilmesinden çok liderin karizması tartışılıyorsa; orada insan yok, lider var demektir.”şeklindeki sözler sanki tam bu durumu ifade etmek için söylenmiştir.
Ömür boyu iktidar anlayışının hâkim olduğu toplumlarda ast üst ilişkileri de problemlidir. Güç, üstten alta doğru azalır. Üste olan altta olanı ezme eğilimindedir. Böyle bir toplumda ise iki yüzlülük ve yalakalığın bir göstergesi olan “yumuşatılmış anlatım” hakimdir. Kibarlık gösterdiğimizde, utandığımızda veya otoriteye meydan okuduğumuzda yumuşatılmış anlatımı tercih ederiz. Söylemek istediğimiz şeyi önemsiz göstererek ya da üzerini örterek karşı tarafa mesaj veririz. Böylece söylemimizin reddedilmesi veya olumsuz görülmesi durumunda kendi üzerimize gelecek tepkiyi en alt düzeye indirmeyi sağlarız. Ancak karşı tarafa verilen mesajlar net olmadığından, yöneten tehlike ve hataları göremez ve problemler çığ gibi katlanarak büyür. Örneğin “Bunu yaparsanız şirket iflas eder demek yerine bunu yapmanız şirket açısından tehlikeli olabilir.” derseniz yöneticinin durumun vahametinin farkına varması çok zordur.
Modern toplumlarda ast ve üst ilişkilerinin yerini yatay hiyerarşi, takım çalışması ve yönetişim anlayışı almaya başlamıştır. Elbette böyle bir anlayışa gelinmesi sebepsiz değildir. İnsan hata yamaya elverişli bir canlıdır. Hatta hata yapmak insanın en belirgin özelliklerinden biridir. Birlikte yönetime dayanan anlayış hem hata yapma oranını düşürür hem de hatanın bir kişiye mal edilmesini engelleyerek, sorumluluğun birlikte paylaşılmasına imkân verir.
Eğer kendini gerçekleştirmiş bireylerin yaşadığı, kuralların, kanunların egemen olduğu huzurlu bir toplumda yaşamak istiyorsak ömür boyu koltukta kalmayı sağlayan geleneklerden ve kanunlardan kurtulmalıyız.