"Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah'ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur." (Ra'd Sûresi 28. Ayet)
Bu ayet insanı secdeye götürmeli. Götürmüyorsa, kibrin insan üzerinden kendisini ne kadar güçlü ifade ettiğini bilmemiz bizim hayrımızadır. Bu söz ne insan kelamı, ne de insanın tespitidir. Bu söz "Mutlak Varlık" olan Allah'ın insanın yüreğine olan hakimiyetinin, insana şah damarından daha yakın olan bir Rabb'ın, insanın sınırlılıklarına ve zayıflılıklarına dair Hz. Peygamberin "Bizi bize bırakma" diye neden dua ettiğini en iyi anlatan ilahi mesajlardan birisidir.
Tut elimizden ya Rabb!
Tutmayınca nasıl tutsak olduk
Kendi kendimize nasıl tapar olduk
Önceleri neydi bu putlar!
Şimdi her şeye tapar olduk.
Yaşadığımız çağda huzur ve güven iklimi yoksa bir şeyleri yanlış yapıyoruz sorusu karşımıza çıkacaktır. Huzuru, güveni, mutluluğu nerede, nasıl ve kimde aradığımızı doğru cevaplandırmamız gerekecektir. Niyetimize ve gayelerimize hangi sistem, hangi yaşam yön vermektedir?
Din ile misin, değil misin? Yani daha önce de söylediğimiz gibi "Bu din sizin neyiniz olmaktadır?" Dini hayatınızın neresine katmaktasınız. Din sizin için ne anlama gelmektedir.
Bu konuda Schleiermacher bir ifadesinde “Din sonsuz olana (Mutlak Varlık) yönelik anlamın ve lezzetin bir ifadesidir” demişti. Modern zamanların düştüğü bunalıma baktığımızda tam da Schleiermacher'in dediği ortaya çıkmaktadır. İnsanlığın gaye ve anlam kaybı, yaşadığı hayattan zevk alamama. Hayatın tüm güzelliklerini, nimetleri, ihtişamı karşısında kayıtsızlık hali. Nesneleşen insan, kendi duygularını, kendi öz değerlerini çok ucuza sattı. Akla pozitif ayrımcılık yaptığında ise vicdanını kaybetmesi acısını derinleştirdi. Kurtuluşu aradığı yer ile kurtuluşun kendisi arasındaki uçuruma yuvarlandığında umarım geride kendisine acıyacak bir insan evladı bırakmıştır. Yoksa kendisinin attığı çığlıklar kendi benliğinde patlayacaktır.
Tolstoy'un “Din insanın sonsuz, sınırsız kainatla ya da onun menşei ve ilk sebebi ile kurduğu ilişkidir." Bu ilişkinin insan tarafından pek de değerinin bilindiği söylenemez. Allah ile olan ilişkide ve iletişimde gösterilen zaafiyet; yeryüzünün tarumar olmasında kendini göstermektedir. Bu ilişki boyutu sadece ibadetle sınırlamak, insanın dünyanın imarındaki sorumluluklarındaki doğa-insan ilişkisinde karmaşıklığa sebep olacaktır. İnsanın kendisi bile Sünnetullah ile belirlenen kainat nizamının içinde kendisini ifade etmeye çalışan iradeli bir varlıktır. İnsanın, hayatın kendisi ile uyumu onu bir tutsak halini getirmez. Onu küçültmediği gibi varlıkla beraber kendi gayesini ifade eden hayattaki yürüyüşünü anlamlı kılacak bir fırsata dönüştürebilir. Hayatla kavga eden değil, hayatla barışık yaşayan insanlar hakikatle doğru bir işletişim ve etkileşim halindeler.
Beton yapıların içinde güneşe gözlerini, hayatlarını kapatan modern insan güneşten, yıldızlardan, gökyüzünün mavisinden vazgeçmekle neyi kazanmıştır. Doğal olmayan yapıların içine düşmüş insan, hormonlu yiyecek ve içeklerin midesinde yarattığı gerilimi ne kadar sindirebilmektedir. Sürekli bir telaş, sürekli bir koşuşturma, sürekli bir kaygının verdiği bunalımların içinde kendine ayıracak zamanı olmayan-olamayan insan; kendi içinde kendi özünü, kendinde olan temiz fıtratın kodlarını nasıl okuyacak. Gürültü, patırtı ve bunca ses kalabalığın içinde kendine seslenen hakikati nasıl duyacak.
Suyun sesine, kuşların cıvıltısına, rüzgarın esintisine, dağların ihtişamına, toprağın kokusuna hasret kalmış, dahası yabancılamış bir insan; hakikatte ifadesi olan( kainattaki ayetler) bu varlıkları bile görmüyorsa asıl olan "Mutlak Varlık"ı nasıl görecek. Onun varlığıyla nasıl muhatap olacak. Hakikatin insan üzerindeki açılımı olan İslam ile nerede ve nasıl buluşacak? Tefekkür etmeyen bir aklın, derin bir iç arayışına kendisini bırakmayan bir kalbin muhabbeti de sığ ve geçici olur. Kendini konjonktürel gerçeklikle ifade eden her birey; potansiyel bir modern insan değil midir? Oysa asıl olan "doğal insan" olmaktır. Yani Allah'ın fıtrat üzerine yarattığı o insana ulaşmaktır.
G.W. Allport da dinin zihinsel ve duygusal yönden en mükemmel anlam kaynağı olduğunu vurgulayarak şöyle der: "Din, her şeyin derinliğinde bulunan anlamı keşfetmede en büyük güçtür. Bu noktada din, bütün dünya görüşleri arasında en tutarlı ve en kapsamlı olanını ortaya koyar.” demektedir. Dinin insan için en büyük değer sistemi olduğunu kabul etmekte zorlayan kişilerin, dinden yana bir hazımsızlık sorunu yoktur umarım. Ya da en azından dine bakış açılarını değiştirmesi gerekmektedir. Din insan içindir sözü asıldır. Lakin bu tanımlamanın eksik olduğu kanaatindeyim. Din eğer değerler, ilkeler manzumesi ise, hakikatin özlü ifadesi olarak kendini gösteriyorsa, ilahi vahyin kendisi(ayetler), dıştaki ve içteki ayetler ile bir bütün olarak karşımıza çıkıyorsa; dini hayatın kendisi olarak okunması gerekir. O zamanda din insanın belli bir yerine yamalanan, yapıştırılan bir araç olmaktan çıkacaktır. İnsan için en mükemmel anlam kaynağı olduğu için de hakiki değerini işte o zaman bulacaktır.
Kadir bilmeyen kısmetsizlere söylenecek söz ile kadir kıymet verdiğini sanan ve dini kendine aracı kılanlar kendini farklı bir yere koymasınlar. Onlar aynı gayenin hizmetkarlarıdırlar. Asıl konumuz bu olmasa de onu vurgulamak gerekecektir. Din(li) ile olmak ahlaklı olmak ile eşdeğerdir. Ortada ahlak yoksa kendinize din diye seçtiğiniz ne ise onu iyice düşünmek gerecektir. Ya siz dine uzaksınız ya da din siz uzaktır. Bunun başka bir anlamı yoktur.
Fikirlere, inançlara saygımız büyüktür. İnsan, kendini ifade etme özgürlüğüne sahip olabilmelidir. Lakin kendi dünya görüşünü, ideolojisini üzerimize atmaya çalışanlara, dahası zorla kendi gömleğini bize giydirmeye çalışanlara ayıracak pekte zamanımız yoktur. Onlara "selam" der geçeriz.
Anlayacağınız hakikat bizi çağırmakta. Bizde zaman yakınken, yolda daha bitmemişken; niyetimiz azıcıkta olsa hakikatten rızkımızı almaktır. Din(li) ile olmak duasıyla. Vesselam Efemdim...