İsmail Hakkı Güleç

Tarih: 13.04.2024 02:08

DİN VE HURAFE KÜLTÜRÜ (ALLAH'IN DİNİ HURAFE DİNİ!)

Facebook Twitter Linked-in

 

Sosyal medya ve bazı sitelerde ki; (İslam ve hayat, Haber Duruş, Venvar Haber, İktibas gibi) İslami konularda, inandığımız ilke, değer ve prensipler çerçevesinde paylaşımlarda bulunuyor, uyarı ve ikazlarımızı yapmaya çalışıyoruz ki; biz müminlerin, yegâne ölçüsü, Rabbimizin kitabı Kur'an ve onun Nebisi Resulullah'tır...

Biz Mü'minler olarak, bütün hususları bu minvalde değerlendirmeye çalışıyoruz... 

Şüphesiz ki; en doğrusunu Allah bilir. Bu benim anladığımdır. Bana ait yorumlar doğru da olabilir, yanlış da... 

Doğrular Allah'tan, yanlışlar ise nefsimizdendir...

Özellikle konu olarak, her türlü hurafe, bidat, sapıklık ve sapkınlıklardan ne şekilde korunup, kurtulabiliriz, birde "Allah'ın Egemenlik ve Hâkimiyetinden" (Rab sıfatı) ve de "Tevhid'ten" bahsediyoruz... 

İşte benim ve benim gibi inanıp, düşünen diğer Müslümanların, Kur’an ve Sünnete dair yaklaşımımızı kabul etmeyen ki; kendilerine göre bir inanç, ibadet ve ritüelleri bulunan, din (paralel din) gibi bağlandıkları adına da, şeyh, gavs, kutup, Seyda vb. dedikleri kişi, anlayış, cemiyet, cemaat, inanç ve düşünceleri olan, Kur'an ve Sünnet ile çoğu noktada bile taban tabana zıt, ters ve aykırı olan, onlarla uyuşup, örtüşmeyen bir takım inanç ve düşünceleri de, burada eleştiriyor ve de reddediyoruz... 

Bu, bizim bu kardeşlerimize düşmanlığımızdan değildir! Bilakis yaptıklarının yanlış olduğundan, bizim bu tür uyarılarımız, kardeşlik ikazı ve uyarısı olarak değerlendirilmelidir... 

Hiçbir kişi, cemiyet, cemaat ve tarikata, düşünce ve yaklaşıma karşı nefsi ve şahsi bir kin ve düşmanlığımız asla olamaz ve de olmamalıdır... 

Kendini İslam'a nispet eden, hiç bir anlayış ve yapı bizim rakibimiz değil, refikimiz (dostumuz) olabilir ancak... 

Kur'an'ın temel bazı konularına ters olan, sadece Rabbimize tahsis edilmesi gereken hususlarda, başkalarını araya koymak, başkalarıyla sürekli irtibat (rabıta) haline bulunmak, başkalarından manevi anlamda kurtuluş ve yardım isteneceği düşünce ve inancı "Tevhide" aykırı ve imanı bozacak fiil ve söylemlerdir...

Ya da ahiretteki kurtuluşu; insanlara yönelmekte, insanları (şeyh, veli, evliya, gavs, kutub vb...) kutsallaştırmak yüceltmek ve mübarekleştirmek, hatta kâinatı yöneten konumuna getirmek, ya da Rabbimizin yaratmış olduğu her şeyde tezahür ettiğini iddia etmek ki; Allah cc (Rabbimizi bunların bu tür benzetmelerinden tesbih ve tenzih ederim)(Allah) (haşa) övündü, Mahmut gibi göründü, evliyalar Allah’ın aynasıdır Cübbeli Ahmet, hulul inancı vb...) 

Bu tür, "Tevhide" ve de "İslam akidesine" ters ve aykırı inançları eleştirdiğimiz zaman, bazı Müslüman kardeşlerimizin, neden bu insanlarla bu kadar uğraştığımızı sorguladıklarını ve bizi tenkit ettiklerini görüyoruz... 

Tabii ki ben onların, bu hususta samimi olduklarına inanıyorum... 

Bu kardeşlerimiz aman fitne çıkmasın, ümmetin Vahdeti! Bozulmasın (varsa tabi) endişelerini ve samimiyetlerini anlıyorum... 

Şurası unutulmamalıdır ki; herkesin tenkit etme ve eleştiri hakkı vardır. Kimse "la yüsel" (eleştiriden muafta değildir)

Özellikle de; bizim tenkit edip, eleştirdiğimiz bu camia, inanç ve düşünce salikleri, asıl karşı tarafı ki; ( kendilerinin yüceltip, ululaştırdıkları kişi, yol, yöntem, inanç, düşünce ve tarikatlarını benimsemeyen, diğer İslami düşünce sahibi ve gruplar) eleştiri bir yana, çoğu zaman, onlara karşı hakaret ve tehdit, hatta tekfire varan eleştirilerde bulunduklarını görüyoruz... 

Bizleri, bazı noktalarda aşırı gitmekle uyaran (ben teşekkür ediyorum) Tevhidi bilen ve bunların söylem ve eylemlerinin İslam'a aykırı olduğunu geçmişte sürekli dillendiren arkadaşlar da dâhil, hiç kimse bunlara, diğer İslami Cemaat ve cemiyetlere, gruplara karşı bu kadar ağır itham ve iftiraları siz niçin yapıyorsunuz? Onlar da Müslümandır!! Demiyorlar ne yazık ki...

Özellikle de tarikat kafalı, tek hak ve doğru olanın kendi yol ve yöntemleri olduğunu her defasında dillerinden düşürmeyen, her türlü yenilik, eleştiri ve de tenkit ve sorgulamaya kapalı, bunları yapmaya çalışanları bünyelerinde bir dakika dahi barındırmayan, adeta ğassalın (ölü yıkayıcısı) önünde bir meyyit (ölen kişi) gibi etkisiz, tepkisiz ve kendilerine tam bir bağlılık ve teslimiyet istemektedirler...(kapıkulu).

Allah'ın (cc) ne dini, ne rızası ne de cenneti bunların tekelinde değildir...

Bunlar da bizim gibi birer insandır... Yani Kral çıplaktır... Bu gerçeği her yerde haykırmak zorundayız... 

Böyle, din adamı! Kılığına girmiş ve din kisvesine bürünmüş, Allah katında makbul ve mübarek bir kul söz konusu değildir... 

İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittir... İnsanlar Allah katında, ancak takvaları ölçüsünde değer kazanırlar...

Ölçü budur....

Sizin en üstününüz takvaca üstün olandır... 

Bunların Müslüman kişi, gurup, cemiyet ve cemaatlere karşı müthiş bir kin ve nefret kokan, sert bir üslup kullandıklarını zaten biliyoruz... 

Ve yine bunların, herkese(kendileri hariç, özeleştiri yok, Tabii bunun istisnaları da vardır. Merhum Abdülmetin Balkanlı oğlu ve yine merhum Esat Coşan gibi Allah rahmet eylesin her ikisine de) reddiyeler yaptığını, herkesi dini alanın dışına itme gayreti içinde olduklarını da, her zaman ve her yerde çokça görüp çokça müşahede ediyoruz... 

Zaten okumayan, araştırmayan, meseleleri derinliğine okuyup, araştırıp, inceleme zahmetinde! Bulunmayan toplumlarda ise; bidat, hurafe kültürünün, çok yoğun bir şekilde, bir mikrop gibi bünyeyi(İslami bünyeyi) hasta edip, içten içe kemirdiğini ve onu mahvettiğini de görüyoruz... 

Ayrıca da, yanlış kader ve tevekkül anlayışının, insan ve toplumları ve de İslam âlemini ne hale getirdiğini de görüyoruz... 

Çalışıp, çabalamadan, mücadele edip, bedel ödemeden, aklını kullanmadan, iradesini ve azmini sonuna kadar kullanmadan, her şeyin Allah (cc) tarafından takdir edildiği ve Allah'ın her şeyi bizim adımıza halledeceği, ayrıca bizim çalışıp, çabalayıp, düşünüp, okuyup, araştırıp, bedel ödeyip ve mücadele etmemize gerek kalmadığı inancı... 

İşte, bu yanlış kader ve tevekkül anlayışı, öyle yanlış bir anlayıştır ki; âlemi İslam, Muhammed Ümmeti bundan dolayı geri kalmış ve zillete bürünmüştür... 

Kişiye ancak kazandığı, mücadelesi ve bedeli kadar bir destek vardır... 

Hiçbir zaman, Tevhid mücadelesi yapan Peygamberler yattığı! Yerden zafer kazanmamış, bir kaç sure, ayet ve duayı mana, mesaj, meram ve maksadını bilmeden, ezbere yüzlerce kez okuyarak, zengin olunacağını ve de zafere erişileceği gibi bir din anlatmamışlardır... 

İşte, benim gibi Tevhid, Kur'an ve Sünnet eksenli düşünen, dini hassasiyetleri yüksek olan, diğer bazı Müslümanların, bu konu üzerine çokça gitmelerinin temelinde yatan itici güç budur...

Ekinin yanında, yeşermiş ayrık otları vardır.... 

Yani, ekinin renginde olan ve çoğu insanın, hangisinin ekin, hangisinin de ayrık otu olduğunu ayırt edemediği noktada, bizlerin insanlara, hangisinin gerçek din (ekin) hangisinin de sahte(ayrık otu) olduğunu ortaya koymamız ve insanları bu konularda, Kur'an'ın kılavuzluğunda ikaz ve inzar etmemiz bir Mü'min olarak sorumluluğumuzdur...

Bugün, Müslümanları en çok bidat, hurafe, sapıklık ve sapkınlıklar gibi konular ilgilendirmektedir... 

Bu, zavallı insanlar kendilerine kurtarıcılar edinmişler, mübarekleştirilp, kutsiyet atfedilen şeyh, evliya, gavs, kutub vb. Bağlanıp neredeyse onlara kul ve köle olmuşlardır... 

Bizim bu "zavallı" insanları ermiş, keramet! Himmet ehli! Kişilerin tasallut ve tahakkümünden kurtarmak birinci görevimiz olmalıdır... 

Ya da yanlış şefaat inanç ve anlayışına sahip bu insanlar, "gerçek İslam’ı" anlamadığı ve tanımadığı zaman, ekin yerine, ayrık otuna talip olmakta ve kendisini iman etmiş, tam bir Müslüman ve Tevhid ehli, cenneti neredeyse garantilemiş biri olarak görmektedirler... 

Bizim görevimiz, bunun böyle olmadığını, Rabbimizin (cc) kitabında bunu böyle anlatmadığını izah etmektir...

Bundan dolayı da, toplumların bin yıldır, hatta daha fazla bir süredir, toplumları yöneten idarecilerin ki; gerek Emevi, Abbasi, Selçuklu gerekse de, Osmanlı dönemlerinde olduğu gibi, yöneticilerin de işlerine geldiği için, toplumları kontrol etmenin bir aracı olarak, sürekli kurtarıcı, mübarek, şeyh, evliya, gavs, ermiş, dede, kutup vb. kültürü ve tarikat kültürü öne çıkarılmış ve toplumlar devlete uyumlu hale getirilmişlerdir... 

Bu ermiş!, mübarek, yüce, şeyh, evliya, gavs, dede vb... Kişiler müridlerine; 

Devlet, "kesinlikle, her hususta, itaat edilmesi gereken, eleştirilemez, yüce, kutsal, mübarek bir devlet anlatmışlardır...

Bu tarikat şeyh, gavs, kutup, ermiş ve dedeler Devleti yüceltiyor, devlet ise; tarikat, kutup, şeyh, evliya, ermiş ve dedeleri yüceltiyor...

Bundan dolayı da Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı'nın hâkim olduğu her yerde, bu türbeler, yatırlar, mezarlar olduğunu, halkın da bunlardan medet ummak sorun ve sıkıntılarının hallolması ve işlerinin görülmesi için, bunlara müracaat ettiklerini ve de cahil insanların bu tür türbe, yatır ve mezarlara, hatta kutsal ağaçlara çaput ve bezler bağladıklarını ve buralara akın ettiklerini müşahede edebiliyoruz... 

Devletlerle bu tasavvuf, tarikat kültürünün karşılıklı bir çıkar ilişkisi olduğunu görüyoruz... 

Onlar, Devleti yüceltiyor ve ona (sulta, saltanat, güç) itaat edilmesinin, İslam'ın emri olduğunu devlet ise onları yüceltiyor ve onların manevi anlamda güç, kuvvet ve de kudret sahibi ki;(tüm güç, kuvvet ve kudretin sahibinin Allah'a ait olduğuna iman ediyoruz) olduğunu ve cennete girmenin bunların vasıtasıyla (şefaat) olacağını yaygınlaştırıyordu...

Onlar Devleti meşrulaştırıp, kutsallaştırıyor, Devlet de onları meşhurlaştırıyor ve kutsallaştırıyordu... 

Devlet adamları, din adamlarını! Yüceltiyor; sistemini daha iyi yürütmek, yönetmek, korumak ve itaat fikrini yaymak için ki; Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve de Osmanlılarda hep bu şekilde olmuştur...

Özgür ve özgün, fikir, düşünce sahibi, yeni şeyler ortaya atan kişiler yok edilip, eleştirel bakış hep baltalanıp, yok edilmiştir...

Okuyup, düşünen, araştırıp ve sorgulayan insanlar ise yok edilmiştir... 

O açıdan tek kişiye dayanan! Ve o kişinin Allah katında makbul ve mübarek, sözü geçen birisi olduğu inancı ve düşüncesi ve yanlış tevekkül, kader ve şefaat anlayışı, toplumları bu kişilere ki; şeyh, gavs, kutup, evliya, dede vb. Kişilere kul ve köle olmaya itiyordu...(kula kulluk) 

Toplumun önündeki bu kişileri kontrol altına alan devlet, bütün toplumu bunlar üzerinden kontrol etmiş oluyordu...

Hatta o kadar ki; devlet bu kişileri mübarekleştiriyor, ilahlaştırıyor ve de rableştiriyordu... 

Buradaki, ilahlaştırma ve rableştirme secde etme8 anlamında değil! Onları tek kurtarıcı ve sözü her konuda doğru, itaat edilmesi gereken kimseler olarak telakki edilmek şeklindedir...

İlahlaştırma ve rableştirme kavramlarını bu manada kullandım

Hatta bu kişiler (dünya ve de özellikle'de ahirette) kurtuluşun tek adresi olarak gösterilirken, o mübarekleştiren şeyh, gavs, evliya veya âlim, dede ve ermiş denilen kişilere inanmayan ya da bu tarikatlara mensup olmayan diğer toplum kesimlerini ve insanları ise; fitne ve anarşi çıkartmakla, devlet, din, vatan haini olarak dışlanmışlardır...

Günümüzde ise; Vehhabi, selefi, sapık, ajan, İngiliz’in, ABD’nin adamı, Şii vb... şeklinde bu insanlar itham edilmekte ve iftiralara maruz kalmaktadırlar... 

Büyük toplum kesimlerinden, bu tür araştıran, sorgulayan Kur'an ve sünnete dönüşü savunan, herkes ve herkesim bu tür aslı astarı olmayan şeylerle, itham edilip susturulmuşlardır... 

Bizler, Tevhid ehli Müminler olarak, kimin ne dediğine, nasıl tepki verdiğine aldırmaksızın, bu konuda Rabb'imiz ne demiş, Resulullah nasıl bir yol takip etmiş, Ona odaklanıp ve endekslenerek yolumuza devam etmeli, hak sözü söylemekten geri durmamalıyız...

Biz ehli iman, ehli İslam ve ehli Kur'an Müminler olarak, bunların yaptıklarının İslami olmadığını, hatta insani dahi olmadığını ifade ettiğimiz zaman, belli arkadaşlar lafı, sizin başka işiniz yok mu? Deme noktasına getiriyorlar ki; 

Biz zaten zalimlere ve tağutlara, müşriklere ve münafıklara karşı sürekli, müteyakkız, onurlu, izzetli ve dik duruşumuzu ortaya koyuyoruz... 

Kimsenin bundan şüphesi olmasın...

Ancak milyonlarca insanın, bunlara intisap ederek, kurtuluşa ereceğini, bunların ahirette kendilerine şefaatçi olacağını, kendilerini kurtuluşa erdirecek, ebedi saadete ulaştıracak tek yolunda bu olduğunu, dinin bundan ibaret olduğunu iddia etmeleri, biz duyarlı Müslümanları harekete geçiriyor, bunlara ve bunlara inanan toplum kesimlerine, 

Hayır, sizin din! Diye millete anlattıklarınız doğru değil, size öğretilen bu öğreti kesinlikle Kur'an'a ve Resulullah'ın sünnetine uygun değil dememiz gerekiyor...

Bu konuda susmak, bu aziz İslam’a en büyük ihanettir...

Susmak aynı zamanda, kötülüğün, hurafe, bidat ve sapkınlıkların daha da yayılıp, yaygınlaşmasına sebep olmakta, ayrıca da hak, hukuk, Kur'an ve Sünnet gerçeğinin yok edilmesine yol açacağından dolayı da ağır bir vebaldir... 

Ayrıca da biz Mü'minlerin; "âhirette" kimse kimseyi kurtaramaz diye haykırmamız imani bir görevdir...

Yine bizlerin, milyonlarca yanlış inanç, düşünce, kanaat, kader, şefaat ve de tevekkül anlayışına sahip, birilerinin peşinde körü körüne sürüklenen, okuyup, araştırıp, inceleyip, değerlendirmekten yomsun, olay, inanç ve düşünceleri sorgulamayan, İnsanları uyarmamız "İslami ve İnsani" bir görev ve vecibe olarak telakki ediyorum... Selam ve dua ile...

İsmail Hakkı Güleç

gulec2312 @gmail.com


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —