Celal TAHİR

Tarih: 16.12.2019 18:28

Devrimler Laisizm ve Cumhuriyet Halk Partisi

Facebook Twitter Linked-in

Kemalist Laisizm resmi tarihin belkemiğidir. Ne var ki bunun yeniden canlandırılması mümkün değildir. Türk Tarih Tezi ile devam etmek de artık mümkün değildir. Ancak bir tarih kongresi toplanarak, Türk Tarih Tez’inin ve Türkiye’nin yakın tarihinin dedikodu, hamaset, ajitasyon ve mitolojik hurafelerden azade olarak ele alınması gerekirdi.
 

Bugünkü aşamada Türkiye toplumunu artık yeniden resmi tarihle yönetebilmek de mümkün değildir. Kemalist Laisizm resmi tarihin belkemiğidir. Ne var ki bunun yeniden canlandırılması mümkün değildir. Türk Tarih Tezi ile devam etmek de artık mümkün değildir. Ancak bir tarih kongresi toplanarak, Türk Tarih Tez’inin ve Türkiye’nin yakın tarihinin dedikodu, hamaset, ajitasyon ve mitolojik hurafelerden azade olarak ele alınması gerekirdi. Türkiye’nin yakın tarihi resmi olarak masaya yatırılarak müzakere ve münazara edilmesi ve asgari bir mutabakatla da olsa bir neticeye bağlanması gerekirdi. Bunun olmamış olması önemli bir eksikliktir.
 

Esasen CHP’nin durumunun lider ile çok az alakası vardır. CHP’nin başına özel imalat biri de gelse –ki Kılıçdaroğlu’nun kendisi de bir tür imalattır- mevcut durumunda ciddi bir değişikliğin olması oldukça zordur. Bunun sebebi CHP’nin tarihi köklerindedir. CHP zihniyetinin temelini oluşturan ‘Laisizm’ anlayışındadır.
 

Kemalist Laisizmin menşei, Batı-Avrupa’nın anti-Klerikalizmi (ruhban sınıfı karşıtlığı) özellikle de19. yy Fransız pozitivizmidir. Kemalist/Devletçi Laisizm, elitisttir, Demokratik değildir, tepeden inme yöntemlerle kurulmuştur, bu nedenle de otokratiktir. Liberal değil, otoriteryendir. Dikkat edilirse, Kemalizm’in ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin ünlü ‘6-Ok’unun arasında Demokrasi ve “Liberalizm” yoktur. 1908 meşrutiyet devriminin ünlü sloganı Yaşasın Hürriyet! CHP’nin ilkeleri arasında yer almamaktadır.
 

Kemalist kadro Türkiye’de “Laisizmi yerleştirmek için hakikaten acayip usuller kullanır. Bu batılı bilim ve siyaset adamları tarafından bile şaşkınlıkla izlenir. 1930’lar Türkiye’sinde devlet radyosunda sadece Batı müziği, özellikle de senfoni ve konçertoların çalınmasına izin verilir. Bu, Fikir, Sanat ve Kültür’e yönelik kontrol mekanizmalarının hangi boyutlara ulaştığını gösterir. Mustafa Kemal musikimize bu kadar düşkün iken, radyolardan çalınmasının yasaklanması ‘biz’e’ özgü tuhaflıklardandır.
 

Kemalist Laisizm Türkiye toplumunu, De-İslamizasyon’a tabi tutar. Bunu gerçekleştirebilmek için, “din reformu “ denemeleri yapılır. Ancak akamete uğrar. Toplum tarihsizleştirilmek ve dilsizleştirilmek istenir. Ancak bu çabalar sonuç vermez. Çünkü tarihsiz ve dilsiz toplum olamamaktadır. Her Toplum, er geç tarihini ve dilini tanımaktadır. Bugünkü aşamada Türkiye toplumunu artık yeniden resmi tarihle yönetebilmek de mümkün değildir. Kemalist Laisizm resmi tarihin belkemiğidir. Ne var ki bunun yeniden canlandırılması mümkün değildir. Türk Tarih Tezi ile devam etmek de artık mümkün değildir. Ancak bir tarih kongresi toplanarak, Türk Tarih Tez’inin ve Türkiye’nin yakın tarihinin dedikodu, hamaset, ajitasyon ve mitolojik hurafelerden azade olarak ele alınması gerekirdi. Türkiye’nin yakın tarihi resmi olarak masaya yatırılarak müzakere ve münazara edilmesi ve asgari bir mutabakatla da olsa bir neticeye bağlanması gerekirdi. Bunun olmamış olması önemli bir eksikliktir.
 

Kemalist/devletçi iktisadın neticesi hedefi olan ünlü İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış kitledir. Ancak tersine imtiyazlı, sınıflı bir kitle ortaya çıkar. 1925-46 arasında, siyasal katılım daraltılır. Güçlü bir korumacılık ve tarım sektöründe de ilkel birikime dayalı yan-merkantilist devlet denetimi siyaseti izlenir. Devletçilik nedeniyle var olan Hür Teşebbüs kurumları yıkıma sürüklenir. Zaten zamanla tek-parti denetimini şemsiye olarak kullanan belirli aileler, iktisadi hayat üzerinde günümüze kadar uzanan bir denetim ve egemenlik kurarlar. Zaman içerisinde olan bu yapının değişmesinden ziyade, her hükümet döneminde bu yapıya birilerinin eklemlenmesi mi, olmuştur? Bir bakılması gerekir. Türkiye’de Ordu bugüne değin, Laisizmin koruyucusu ve kollayıcısıdır. Bunun neticesi ise, TSK ile İslami güçler arasında bir kutuplaşma oluşudur. Bu tehlikeli, tutarsız ve sakıncalı olduğu yaşanan tarihsel gelişmeler sonucu hemen herkes tarafından anlaşılmıştır. Türklerin Müslüman oluşundan beri Türk orduları İslamiyet’in bayraktarıdır. Sakarya meydan muharebesi sonucu Mustafa Kemal’e ‘Gazi’ unvanı verilmesi de, yine bu geleneğim sonucudur. Ordu, Laiklik tartışmalarının dışında kalmalıdır. Eğer Laiklik Din ve Vicdan Özgürlüğü ise, bu tartışmaların içinde, Ordu ve Devlet kurum olarak olamazlar. Liberal ve Demokrat bir ortamda tabiidir ki, birey olarak bir Devlet memuru ya da Ordu mensubu bu tartışmalara katılabilir. Hatta katılmaları da gerekir. Ancak bir vesayet tavrına artık kimse girmemelidir. Neyse ki Türkiye bu hususlarda belirli bir pozitif gelişme sağlamış durumdadır.
 

Tuhaf olan şudur ki, Türkiye’de özellikle de 1961 sonrasında 141. ve 142. maddelerin TCK’dan çıkartılmasını savunan ve kendilerine İlerici-Devrimci diyen çevreler, fikir Hürriyetinin Devletçi Laisizmle sınırlandırılmış olduğunu anlayamamışlardır. Bunun için de Laisizmi savunmayı, İlericilik, Devrimcilik, Solculuk sanmışlardır. Bu tavır beraberinde, Müslüman olan büyük emekçi kitleyi Karşı-Devrimci, Gerici vs. diye tanımlamak yanılgısını beraberinde getirir. Türkiye Sol’unun ve Sol-Aydınlarının çocukluk hastalıklarından biri de budur. Bu ise hakikaten garabet bir durumun ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Daha önce de söylenmişse de yinelemekte zarar yoktur; Sol bir partinin CHP’nin gecekondu mahallerinden ziyade İstanbul’da Nişantaşı, Etiler, Bağdat caddesi, Ankara’da Çankaya’dan oy alıyor olması garip bir durumdur, sebebi de budur. Bu zihniyet değişmeden Türkiye’de Sol, Sosyal-demokrat bir hareketin doğması oldukça zordur. Paradoks olabilir, ama CHP ve sol bu Laisizm anlayışını terk ettiği vakit, ‘Sol’ olabilme, emekçi yığınlarla buluşma rotasına girecektir. Bu ise bir nev-i bir nevi kendini inkâr etmesi demektir.
 

Netice Kemalizm içtenlikle benimsemiş bir kitle tabanının oldukça zayıf oluşu, var olanın da gün geçtikçe erimesidir. Bu durumda da çok yakın bir gelecekte, Devlet baskısına dayalı, elitist, otokratik tepeden inmeci ve otoriteryen bir Laisizmi savunacak hiç kimse kalmayacaktır. Türkiye Cumhuriyet’inin ulaştığı bugünkü aşamada bu tip bir Laisizmin nesnel gerçekliği olmadığı gibi, devamına imkân da yoktur. 

Kaynak: Özgün İrade Dergisi 2019 Aralık Sayısı


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —