Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ali BULAÇ


Devlet ve Şeriat arasında sivil toplum

Ali Bulaç'ın "yeni" yazısı...


Toplumsal hayat salt iyi niyet, dilek ve temenniler üzerinde yürümez. İktidar ilişkisini düzenleme mekanizması olarak siyasette merkezi konuların başında birey devlet, toplum devlet ilişkisidir. Sivillik bu meyanda ele alınmayı hak eder ve doğrudan hukukla ilgilidir.

Bir toplumun sivil özerkliğinin teminatı, hukukun belli bir aygıtın tekeline geçmemesini gerektirir. İslam tarihinin erken dönemlerinde ulema ile saltanat iktidarı arasındaki çekişme buna dayanıyordu.

Abbasilerden başlamak üzere bir yanda ulema hukuk üretme tekelini elinde tutmak isterken, diğer yandan Küttab adı verilen bürokrat zümre iktidar merkezli hukuk yapma eğilimi içinde olmuştur. Bürokrat zümrenin teorisyeni İbnü’l mukaffa, sivil ulemanın belli başl temsilcileri kurucu mezhep imamları olmuştur.

Muhammet Abid Cabiri (öl. 2010), Arap milliyetçisi refleksiyle İbnü’l Mukaffa’yı modeli Fars etkisine sokmakla suçluyor; oysa asıl altı çizilecek mesele, bu çok zeki ve donanımlı bürokratın sistemi ideal politiğin temsilcisi ve savunucusu ulemanın denetiminden koparıp halife ve sultanların iktidar merkezli reel politiklerinin gereklerine göre düzenleme yollarının imkanlarını oluşturmaktı. Bu, sonraları Osmanlı’da Şeriat’ı tamamen sivil alana terkedip kamu hukukunu Sultan’ın yasası olan Örfi hukuka terk etmenin başlangıç adımı olacaktır.

Teorik düzeyde olmasa da tarihsel tecrübemiz açısından tabii ki kamu hukuku yani anayasa ve idare hukuku ile sivil ve özel hukuku birbirinden ayırmak gerekir. Bütün sapmalara ve bozulmalara rağmen İslam tarihinde son dönemlerine kadar sivil hukuk, özel hukuk devletin yetkisi dahilinde değildi.

Bu açıdan Emevilerden son Osmanlılara kadar müslümanların tarih tecrübesi ve ortaya koydukları model, batıdakinden çok daha iyi ve arzulanabilirdi.

Model İslam tarihinin hiçbir döneminde totalitarizme imkan vermedi. Modern devletin ortaya çıkmasıyla totaliter devlet ve toplum biçimleri ortaya çıkmış oldu. Toplum ne kadar özerk mekanizmalara sahip ise o nispette sivil karakterini koruma imkanlarına sahip veya totalitarizme karşı korunuyor demektir.

Totalitarizm sadece komünizm ve faşizmle değil, kendini serbesti veya özgürlük kılıfı altında gizlemiş liberal toplumda nüfuz edici mahiyette varlığını sürdürmüş, el’an sürdürmektedir.

Çoğu kişiye garip gelse de tarihin tanık olduğu fakat insanların kolayca farkına varamadığı en totalitarist sistemler liberal toplumlarda yaşanır.

Devlet; hukuku, eğitimi ve ekonomiyi, yasal mevzuat ve kurumlar aracılığıyla denetleme yetkisine sahipse burada totalitarizm söz konusudur. Bu çerçevedeki hükümet dışı, kendine özgü inisiyatif, özerk alan elde etmiş sivil toplum gerçekte bir söylemden ibarettir. Söz konusu modelde sahici anlamda sivillik mümkün değildir. 

Liberal demokrasilerde “siyasal çoğulculuk”un korunup teminat altına alındığı doğrudur, modelin tarihsel başarısı da siyasal çoğulculuğu sağlamış olmasından alır ama “kültürel ve toplumsal çoğulculuk”tan söz etmek güçtür. Hukuk, eğitim ve stratejik çerçevesiyle ekonominin kontrol edildiği bir sistemi dönüşümlü olarak şu veya bu partinin devralıp yönetmesi çoğulculuk değil, tek tip ve tek yönlü giden arabanın devrevi olarak sürücü değiştirmesidir.

İslam tarihinin kültür stokunda sivil hayatı mümkün kılacak malzeme fazlasıyla mevcuttur.

Referansı Hasan el Basri’ye dayanan Hanefi hukukçularının benimsediği bir içtihat, çağımızda ulus-devlet, sivil katılım, temsil ve politik toplum ile sivil hayat arasındaki ilişkilerin tayin edilmesinde yol gösterici potansiyellere sahiptir.

Bu içtihada göre İmam’ın (devlet başkanı) hakkı dörttür, başka deyişle devlet dört yetkiyle sınırlı bir aygıttan fazla değildir. Bunlar da “Cumayı kıldırmak, feyi toplayıp harcamak, hadleri uygulamak ve cihad ilan etmek”ten ibarettir ki bunların dışında devlet aygıtının başka yetkisi de yoktur. 

Ali Bulaç yazdı I Devlet ve Şeriat arasında sivil toplum

Söz konusu yetkilerin ne anlama geldiğine kısaca işaret edelim:

a) Devlet hükümranlığı temsil eder. Temsili değeri itibariyle cumayı kıldırmak İmam’a aittir. Bu şu demektir; para basmak, kimlik, pasaport vermek, bayrak tayin etmek devlete aittir.

b) Devlet, ortak ve bölünemez hizmet ve ihtiyaçların karşılanması amacıyla vergi toplar ve usulüne göre harcar. Feyi toplama yetkisinin İmam’a verilmesi bunu ifade eder.

c) Hadleri devlet uygular yani iç asayişi, adliyeyi, yargıyı devlet elinde bulundurur. Şahıslar veya sosyal gruplar kendine göre suç ve ceza tayin edemez, başkalarını yargılayıp infaz edemez.

d) İmam’ın cihat ilan etme yetkisine sahip olması, harici savunma ve dış saldırıya karşı savaş ilan etme yetkisine sahip olması demektir ki; bu çerçevede fertlerin, cemaatlerin, sivil toplumun savaş ilan etme yetkisi yoktur.

Toplumsal fonksiyonları toplum yerine getirmeli, devlet de kendine özgü klasik görevleri üstlenip layıkıyla yerine getirmeye çalışmalıdır. Bunların dışında kalan hayat alanları sivil toplumun yani ümmetin elinde olmalıdır. 

Şüphesiz sivil hayat alanlarının başında “eğitim” gelir. Eğitim modern zamanlara özgü olmak üzere anahtar bir terim, merkezi kontrol aracı haline gelmiştir. Eğer eğitim devletin düzenlemesine terkedilecek olursa, orada sivil toplum etkin olamaz.

“Zorunlu, laik ve parasız eğitim” Fransız İhtilali’yle ortaya çıkmıştır. Kilise ile burjuvazi arasındaki ilk büyük iktidar kavgası eğitim üzerinde başlamıştı. Modern manada eğitmek demek, eğip-bükmekten tek tip formasyona sahip, seküler ve ulusal/milli bilince sahip birey ve toplum inşa etmek demektir. Bu açıdan eğitimin toplumun inşaı ve ulusun oluşturulmasıyla yakından ilgisi var.

Çağımızda istismara en açık iki alan eğitim ve sağlık olması hasebiyle sosyal grupların kendi inançlarına, dünya görüşü ve sivil pratiklerine göre eğitim yapma özgürlükleri korunurken, dezavantajlı sosyolojilerin kamu kaynaklarından yararlanıp benzer özgürlüklere sahip olması gerekir ki, belki yine dezavantajlı grupları içine alacak şekilde sağlık sektörünün de kamunun elinde ve parasız olması düşünülebilir.

Bu meyanda kavramsal bir sorunla karşı karşıya olduğumuzun farkındayız. Sıkça kullanıyor olmamıza rağmen, hakikat-ı halde “toplum” kavramının kendisinde çoğulculuk olmaz.

 

 

Toplum, insan tekinin, bireylerin içinde bulundukları cemaatten, klandan, aşiretten, kabileden, geniş aileden, tarikattan, tekkeden, zaviyeden, loncadan koparılması; tek tek yapı taşlarına indirgenmesi, kendi doğal organik kimliğinin yok edilmesi ve onların kelle hesabı bir araya getirilip eritici kazan içerisine atılıp tek tip bir toplum inşa edilmesini hedefler.

Toplum ve ulus, doğaları gereği sivil inisiyatife yabancıdırlar, aykırıdırlar. Toplum denilen sentetik, icad ve inşa edilmiş fenomenin içinde sivil toplum olmaz. Tabiatında bu hasletleri barındıran toplum ile farklılığı esas alan sivillik birbirleriyle bağdaşmaz. Sivil talep ve inisiyatifler “toplum”u ayrıştırır, devlet, siyasi birliğin bileşenlerini toplar, kendi eritici kazanı içine atar, ulus/millet yaratmak ister.

Devlet müdahalesinin dışında ilk dönemden Osmanlılara kadar müslüman toplumlarda Batı’dakine tıpatıp benzemese de, sivil toplum kavramıyla kastedilen sosyo kültürel fonksiyonların “meşru sivil alan içinde yaşandığı”nı söyleyebiliriz, bu ne analojidir ne de olmayanı farzetmektir. Meramımızı anlatmak için “sivil toplum” deyimini kullanıyoruz, ileride çok daha iyi kavramlar ve kavramsal çerçeveler geliştireceğiz.

Bize en yakın tarihsel tecrübe Osmanlıya baktığımızda şu tablo ile karşılaşıyoruz:

Konumuzla ilgili tarihimizin pek üzerinde durulmayan bir gerçeği ikili hukukun Osmanlı’da yaşandığı tecrübede yatmaktadır. Osmanlı’da biri Örfi hukuk, diğeri Şeriat hukuku olmak üzere iki hukuk sistemi vardı.

Örfi hukuk Tursun Bey’in ifadesiyle “yasak-ı sultani” yani sultanın koyduğu yasaktır. Örfi hukuk, idare hukukunu tanzim eder. Bugünkü Anayasa hukukuna karşılık gelir.

Şeriat ise toplumsal hayatın tamamını; söz gelimi evlilik, boşanma, miras taksimi, ticaret, alışveriş, vakıflar, komşuluk ilişkileri, bireyin ailesiyle, toplumla münasebetleri, kısaca insanlar arasındaki ilişkileri tanzim eder. Hukukçularının ittifakla öne çıkardığı gibi, devletin, kamu otoritesinin yetkisinin dışında toplumsal alana, ticari, sosyal ve iktisadi faaliyet ilişkileri Şeriatın düzenlemesi altındadır. Sistemde Şeriat sivil hukuktur, Şeriat, halkı devlete, siyasi iktidara karşı  korur.

Tanzimat’tan başlayarak devletin üç sac ayağından ikisi seyfiye ve kalemiye yani askerlerin ve bürokratların Şeriat’a karşı açtıkları mücadelenin gerisinde, sivil hayatı merkezileşmek isteyen devlete karşı Şeriat’ın toplum adına koruyucu bir kalkan görmesidir.

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR