Yusuf YAVUZYILMAZ

Tarih: 20.02.2023 18:22

Deprem ve Neden Sonuç İlişkileri ve Zihniyet

Facebook Twitter Linked-in

“Yardımseverlikte eşimiz yok. Ancak tedbirsizlik ve çıkarcılıkta da eşimiz yok. Bu nasıl çelişki; akıl erdiremiyorum.”

(Mustafa Çağrıcı)

Yaşadığımız büyük deprem felaketi, olayları neden- sonuç zinciri içerisinden değerlendirmemizde bazı sorunlar olduğunu da gösteriyor. Bu sorun, olayların nedenlerine yoğunlaşıp önlem almamızın önündeki en büyük engel olarak öne çıkıyor.

Hep aynı acılar yaşanırken neden olayların nedenleri üzerine yoğunlaşamıyoruz? Önlem alarak, yıkımları önleyecek mekanizmaları devreye sokamıyoruz? Bu sorular, düşünce sistemimizde bir zihinsel dönüşüme ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Din, bilim ve hukuk konusundaki bilincimizin yetersiz olduğu açıktır. Bundan dolayı nedenleri değil, sonuçları öne çıkararak değerlendirme yapıyoruz. Çünkü nedenlere yoğunlaşmak insanı özne durumuna getirmektir. İnsanın hataları üzerinden düşünmeye başlamak, onu sorumlu tutmaktır.

Karşılaştığımız sorunlarımızı sağlıklı analiz edebilmemiz için, neden -sonuç ilişkisini doğru bir zemine oturtmak gerekir. Bu durum bizi Gazali’nin sebep sonuç arasında nedensellik ilişkisinin zorunlu olmadığı felsefi argümanına kadar geri götürür. Gazali katı determinizmin, Tanrının mucizesine imkân tanımayacağı endişesinden hareketle nedenselliğe köklü bir eleştiri getiriyor. Aynı eleştiriyi Batı dünyasında Davit Hume dillendirecektir. Hume’a göre sebep sonuç arasındaki nedensellik ilişkisi zorunlu değil, alışkanlıklarımızın ürünüdür. Gazali’nin endişesi üzerinden gündelik hayatımızı sürdüremeyiz. Çünkü biz ateşin zorunlu olarak yakmayacağı düşüncesinden hareketle elimizi ateşe sokamayız. Mucizenin gerçekleştiği düzlem ile insani düzlem ontolojik olarak farklıdır. Kaldı ki, mucizeler Allah’ın varlığın işleyişine müdahale ettiği özel anlardır. Ancak varlık yasaları yani Sünnetullah, bizim düzeyimizde zorunlu ilişkiler üretir. Allah’ın sünnetinde değişiklik bulunamayacağı anlayışının temeli de budur. Öte yandan sebep ile sonuç arasında zorunlu bir ilişkinin olmadığı sonucu hukuk düşüncesini imkânsız kılar. Bu durumda kişi, alınacak önlemlerle sonucun zorunluluğu arasında bir bağlantı kuramaz. Çünkü sonuç alınacak önlemlerden bağımsız olarak gerçekleşir. Böyle bir okuma biçimi insanın sorumluluğunu tümüyle ortadan kaldırır.

Aynı durum iman- amel ilişkisindeki sorunlu anlayışta da mevcuttur. Eğer davranışlarımızda ki olumsuzluk imanı etkilemiyorsa kişinin sorumluluğunu nasıl temellendireceğiz? Bu soru çözülmesi gereken bir soru olarak önümüzde durmaktadır. Çünkü kişinin işleyeceği bütün günahlar imanına bir zarar vermemektedir. Bu durum kişiyi suç işlemeye yatkın bir psikoloji yaratıyor. Çünkü insanın elinde eylemi ne olursa olsun bunun imanını etkilemeyeceği güvencesi vardır.

İnsanı özgürleştiren ve yaşadıklarından sorumlu tutan bir kelami perspektif gerekiyor. Bu da zorunlu olarak Allah-insan- varlık arasındaki ilişkileri yeniden düşünmeyi gerektiriyor.

Geleneksel dini algılama biçimimiz ve buna dayalı kader anlayışı bize bu imkânı vermiyor maalesef. Her olayın nedenini insanın dışına taşıyarak kadere yüklemek insanı sorumsuz hale getiriyor Alınacak önlemleri, yapılacak çalışmaları önemsizleştiriyor. Olaylardaki insan faktörünü edilgin hale getiriyor. Sonuç olarak suçluyu insanın dışına atıyoruz. Bu da kurumlardan, yetkililerden hesap sorma anlayışını etkiliyor. Bütün bu sorunlar “Ezeli yazgı” anlayışı üzerinde düşünmemizi gerektiriyor.

Geleneksel kader anlayışı önlem konusundaki duyarlılığımızı engelliyor. Kuşku yok ki, bu tür kader anlayışından en çok yararlananlar iktidar sahipleridir. Gerekli önlemlerin alınmadığı konusuna yoğunlaşmak karar alıcılarla hesaplaşmayı gerektiriyor. Bu anlayış olmayınca, “var olan deprem yönetmenliği neden uygulanmıyor, zemin araştırması neden yapılmıyor. İktidar ve belediyeler imar denetimini neden yapmıyor?” gibi sorular ikincil kalıyor, silikleşiyor ve önemsizleşiyor.

Bu durum hukuk bilincimizde de var. Hukuk suç işleyenler hakkında devreye girip, adil bir yargılama yapamıyor. Sadece müteahhitleri suçlayarak geçiştiriliyor. Bu durum tikele yoğunlaşıp tümeli gözden kaçırmakla sonuçlanıyor. Asıl sorumluları es geçip, ayrıntılar içinde boğuluyoruz. Unuttuğumuz gerçek, yönetmenliği uygulanmadığı halde, müteahhidin elinde deprem yönetmenliğine uygun hareket ettiği konusunda raporlar var. Bu raporları veren, denetimi yapan kurumların suçu önemsenmiyor. Müteahhide gösterilen tepkinin bir kısmı, asıl suçlu olan sisteme yönelmiyor.

Öyle görülüyor ki, burada bir sitem sorunu var. Deniliyor ki, deprem yönetmenliği kusursuz ve uluslararası standartlara uygun. O zaman sorun daha vahim. Eğer yönetmelikler, daha geniş anlamıyla hukuksal düzenlemeler yeterli ise burada bu yönetmeliklerin uygulanma sorunu var. Bu zaaf sadece müteahhitler üzerinden anlamlandırılamaz. Sadece müteahhitler üzerinden yürütülecek kampanya, asıl sorumlu olanların gündem edilmesinin önünü tıkıyor.

Depremin neden meydana geldiği bilimsel bir araştırma konusudur. Deprem karşısında nasıl davranmalıyız konusu ise eğitim ve ahlak konusudur öncelikle.

Binasının birinci katındaki kolonu kesen kişi içimizden biridir sonuçta. Çünkü bu eylem ona ödeyeceği bir bedel üretmiyor.

Benzer bir neden sonuç ilişkisinin kurulamaması siyaset alanında yaşanıyor. Eskiden deprem konusunda tedbirlerin alınmamış olması mevcut siyasal iktidarın sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Zaten siyasal iktidarlar eskiden olan olumsuzlukları gidermek için iktidara gelir. Eskiden her şey iyi yapılsaydı, yeni bir iktidara gerek kalmazdı zaten. Bir iktidarın yanlışları, “siz daha önce niye çözemediniz” önermesiyle savunulamaz. Zaten çözemedikleri ya da yetersiz kaldıkları için iktidar değişmiştir.

Tabi ki yaşadığımız olayların iyi ve kötü anlamda sorumluluğu karar alıcılara yani iktidara aittir. İlk planda olumlu veya olumsuz eleştirilerin yöneleceği alan iktidar olacaktır.

İktidarın ve muhalefetin geleceğini bu olaylarda gösterdiği performans ortaya koyacaktır. Bu performans, yönetmeliklerin uygulanması ve deprem öncesi yapılacak önleyici çalışmalardan çok, alanda yapılan çalışmaların başarısı veya başarısızlığı ile belirginleşecektir.

İktidar kanadı da muhalefet kanadı da sahadaki çalışmanın teorik ve deprem önleyici çalışmalardan daha belirleyici olduğunu düşündüğünden oraya ağırlık vermiş durumdalar.

Ancak aydınlar, sonuçlardan çok sonucu üreten nedenlere yoğunlaşmalıdır. Bu nedenler arasında, ideolojileri değişik olsa da, davranış kodlarını derinden etkileyen “ezeli yazgı” anlayışı yatmaktadır. İnsan özgürlüğünü ve sorumluluğunu ortadan kaldıran bu anlayış, işlenen suç konusunda bireyi yargılanmaktan uzak tutuyor.

Siyasette sorumluluğu ve hesap verilebilirliği kurumsallaştırmak, bireylerin yaptıklarından sorumlu olacağı bir zemini oluşturmakla mümkündür.

 

Kaynak: Farklı Bakış


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —