Depremi yaşamak ile depremi anlatma arasındaki fark, yaşayanların yüzlerine yansıyan fay hatlarında okunmaktadır. O fay hatlarıyla birlikte yürekleri dağlayan acı hikayeler eklenmişse; o zaman kelimeler kifayetsiz kalır, dil lal olur, yürek kendi içine çöker, akıl tarumar olur. Buradan çıkış yok. Buradan içe çöküş vardır. Kaçış da değil… Gelgitlerin arasında, sanki araftaki bekleyişler, sabırlar, ahlar-vahlar ile geçirilen ömürler vardır.
Mekanlar sakinlik, huzur yeridir. Varlığın zuhur ettiği yer, mekanlardır. Mekânlar, insanın ayak bastığı, hayat sürdüğü, hayallerine ve geleceğine konu olan “ontolojik” güvenliğin, “aidiyet” hissinin huzura dönüştüğü yerdir. Mekân (Dünya) İslami olarak, geçici imtihan yeri, lazımlık, geçim kaynağı, yolcunun bir anlık nefes alma-dinlenme yeridir. Mekanlar, ahirete köprü oluşturan, insanın imtihanı gereği hak-adalet ile batıl-zulmün anlam bulduğu yerdir.
İlk insan cennetten kovulunca mekansız kaldı. Haliyle huzursuz oldu. Kendini güvende hissetmedi. Rabbimizin merhametiyle dünya kendisine mesken olarak tayin edilince insan kendini güvende hissetti. Yeryüzü olanca genişliğine rağmen insan başını sokacak bir delik bulamayınca geceler insana kâbus gibi çöker, acziyetin en derin hissiyatı insanı başka aleme götürü vermektedir. Burada cesaret para etmez. Burada Allah'ın merhameti, insana sunacağı rahmet kapıları işlemektedir.
Deprem; bizi evlerimizden, huzur ve sakinlik mekanlarımızdan etti. Uykularımıza fay hatları bıraktı. Artçı depremler gibi gecelerimizi geçiriyoruz. Kimimiz uyanık, kimimiz yarı uyanık…Keyifle çay içmelerimiz kalmadı. Genişçe evlerimiz bizi artık boğar hale geldi. "Mezar taşlarını andırmaktadır" diye düşünmüyor değiliz. "Bu seste ne?" Diyen çocuklarımızın bilinçaltına yerleşen bir travmatik bir durum söz konusudur. Kadınlarımız, genç kızlarımız artık daha bir tedirgin. Kendi fıtratlarındaki coşkunluğu, güzellikleri, zarafeti sergilemiyorlar. Erkekler sanki depremi hala yaşıyorlar. Omuzlarına binen yükü taşımanın yorgunluğu her hallerinden belli etmektedir. Ha çöktü ha çökecek hissiyatı vermektedir. Belki yarın belki yarından da yakın. Eller havada, başlar eğik, yürekler sükût içinde. Allah'ın merhametine muhtaç, gücüne ve kuvvetine talip olarak beklemektedirler.
Depremden korktuk. Hem de çok korktuk. Ayıp değil, kayıp da değil. İnsan kendi fıtratını konuşturdu. Tıpkı Hira Mağarası'nda Cebrail'i görünce korku duyguları depreşen peygamber gibi. Cenk meydanında ölüm korkusunu hisseden cengaverler gibi. Ölümden kaçış mı? Asla değil… Allah'ın kaderinden bir başka kadere kaçış gibi. Hz. Adem'in cennetten yeryüzüne inişi gibi.
Bu bir imtihan mı? Amenna…Ama bir ceza hiç değil… Sadece kötüler ölseydi ne güzel olurdu ama nice güzel ve iyi insanlarımız gitti. Nice masum, tertemiz minik yavrularımız bizden kopuverdi. Taziyesi olmayan ev kalmadı gibi. Elbette vardır her bir şeyde kusur. Depremden önce kusur ne idiyse depremden sonra daha fazla kusurlar çıktı er meydanına. Vicdanı dağlayan, insanlığı sorgulayan, imanı şüpheye götüren nice ahlaksızlar türedi. Bize daha acı gelen, asıl şok etkisine düşüren bu tür olaylar, eylemler oldu ve de olmaya devam etmektedir. İnsanın değişimi, dönüşümü, bilinçlenmesi o kadar da kolay değildir. Kolay olsaydı peygamberlerin tarihini farklı okurduk. Uyarı ve cezalardan önce gelen mucizelere hemen inanıverirdik. Anlayacağınız zoraki imanlar olmuyor, gönüllü iman isteniyor bizden.
Deprem psikolojisi ağır yaşanmaktadır. Daha doğrusu ağır gelmektedir. Bunu anlamak, anlamlandırmak gerekmektedir. Halen artçılar devam ettikçe insanlarda tedirginlikler artacaktır. Doktora, hastaneye, ilaçlara başvurular artacaktır. Psikolojisi bozulan, travma yaşayan, panik atak geçiren nice imanlı insanlarımız olacaktır. Bu insanların korkak, bilinçsiz olduğu anlamı çıkmayacaktır. Korku fıtrattandır. Cesaret ise bu korkuyu yönetme biçimidir. Depremde cesareti gösteren de korkan da o anki duygu boşalımını yaşamıştır. Karakterler ve mizaçlar faklı farklıdır. Saygı göstermek esastır. Asıl zenginlik buradadır.
Şu anda hayat çok pahalı geldi bize. Gelen vurdu, giden vuruyor bize. Kimi depremi yaşayanlara daha kötüsü olur diye ahlak dersi veriyor, Allah'ın azabı ile tehdit ediyor. Kimisi siyasi tercihlerin faturasını başımıza boca ediyor. Kimisi bizleri lanetliyor. Kimisi akılsızlığımızın getirdiği bilimsel sonuçlar ile bizlere eğitim veriyor. Yani kusurumuzun ve yanlışlığımızın tescili için bizi ikna etmeye devam ediyor.
Boşuna uğraşmayın. Allah'tan gelene iman etmişiz. Kuldan gelene isyan ve itiraz etmişiz. Kendi günahlarımız için Allah'tan affı dilemişiz. Depremden öncede, depremden sonrada… Yaşadığımız coğrafyaya yabancı kalanlar, öngörüsü olmayanlar, bilimsel ve ilmi veri ile çalışmayanlar, kural ve kaideleri çalıştırmayanlar, denetim görevini yapmayanlar, işlerini gelişi güzel yapanlar, kapitalist iştahlı müteahhitler, bir seçim daha hatırına görevi suiistimal edenler, lüks evler için yarışan ve bu tür usulsüzlüklere davetiye çıkaran ey ahali! Şimdi rahat uyuyun. Yeter ki bu acıyı yaşayanları rahat bırakın.
Biz kendi kaderimizi yaşamaya razıyız. Sizde kendi kaderinizi yaşayın. Allah doğrularla, iyilerle beraber değil mi? (Amenna). Bu deprem normal bir deprem değildi. Rabbim korusun herkesi. Düşmanımıza bile yaşattırmasın…Vesselam.