Âdem’in iki oğlundan biri, kardeşi kendisinden çok seviliyor, yaptıkları takdir ediliyor diye onu öldürmüştü. Kardeşi ortadan kalkınca bütün sevgi ve beğeninin kendisine yöneleceğini var saymıştı. Neticede şaşkın ve kaybedenlerden olarak yazılmıştı. Bu ötekini bertaraf edip yalnız kalmak ve bütün sevgiyi, beğeniyi kendisinde toplamak şaşkınlığı bitmedi. Yeryüzünde dolaşıyor ve birileri bu şaşkınlığı yaşatmaya devam ediyor.
Kitabın bize öğrettiği yaşanmışlık, anlık, geçici bir yaşanmışlığı ifade etmiyor. Bütün sevgi, beğeni bana yönelmeli ruh halini yaşamak isteyenler ve yaşatanlar hep var oldu, var olmaya devam edecek. Bu nedenle kişileri tanıyabilmek, kişilik analizlerini iyi ve isabetle yapabilmek önemli… Zira Âdem’in “şaşkın bir evladıyla” yürüyor olabiliriz. Dolaşırken, iş yaparken sevginin ondan başkasına daha çok eğilim gösterdiğini anladığında onu bertaraf etmenin yollarını arayan birileri ile iş yapıyor olabilir, bunu yaşayarak müşahede edebiliriz.
Bu analiz önemli mi, derseniz, önemli olmasaydı Allah bunu bize hatırlatmaz, çıktığınız hayat yolunda bu bilgiyi ihmal etmeyin demiş olmazdı. Bu bertaraf etme arzusu zehirli bir arzu, kişiyi etkisine alınca sadece kendisine kaybettirmez, çevresindeki herkes bu kaybedişten payını alır. O anlayışa olur vermek, hastalığı iyice tedavi edilemez hale getirir. Yani kitabın hatırlattığı bu yaşanmışlığı sıradan, öylesine, bu da var cinsinden bir hatırlatma olarak ele almamak gerekiyor. Bazen bir kişi, bir kişinin dayattığı bir fikir, çok şey umulan bir yürüyüşü, başlatılan bir işi zehirleyebilir, tamir edilemez hayal kırıklıklarına sebep olabilir. Bu nedenle istişare her yürüyüşün esası olmalı fakat burada da “herkes benim dediklerimi onaylamak için gelecekse istişare olsun yoksa herkes kendi yoluna” diyecek olanlara dikkat edilmeli.
Öteki kardeşini öldürmenin bir diğer şekli onun fikirlerini görmezden gelmek ve herkese kendi cümlelerini kutsatmaktır.
Bu nedenle, her zaman ve her dönemde, kitabın bize öğrettiği bilgilerin hiçbirini ihmal etmeden hayattaki yerimizi almalıyız.
Öncelikle aklımızı kimseye kiraya vermeden, düşünen, tefekkürü yaşayan, araştıran, kendisini müstağni/ yeterli görmeyen, istişareyi yani konuyu bilenlerle fikir alışverişini hep canlı tutan bir anlayışımız oluşmalı.
Kendini herkesten üstün gören, kibirle yürüyen, başkasını aşağılayan olmamalıyız. Araştıran ve hep daha iyisinin, daha faydalısının olacağını kabullenen bir yapımız olmalı.
Her yüzümüze gülenin, her yanı başımıza dikilenin bize “cennet yolculuğunda yoldaş” olamayacağını bilmeliyiz. Kimsenin sadece “şekli ibadetlerine” bakıp onun iyiliğine hükmetmemeliyiz, iyilik yolda belli olur.
Birilerine tam teslimiyet, her söylediğini onaylamak, ilanihaye haklı bulmak asıl iyiliği görmemize mani olabilir, zira böyle bir hal “aklı ve kalbi kiraya verme” halidir. Kaldı ki, Allah’a teslimiyette bile bilinç önemlidir.
İmanın kişide “eminlik” oluşturan yönünü özellikle dikkate alarak bakmalı, emin olunmayanın hiçbir emanete memur edilemeyeceğini bilmeliyiz. Eminlik de yolda belli olur, tecrübe edilir ve eminliği veya güvenilmezlikleri tecrübe edilenler bir süreç içinde ortaya çıkar.
Âdem’in iki oğlundan iyi olmayanın özelliği kıskançlığı, başkasının kendisine tercih edilmesi, ötekinin iyilik ve eminlik nedeniyle takdir edilmesini çekememesidir. Oysa kardeşinin o iyilik hallerini örnek alıp nasıl daha iyi olabilirim dese belki onu geçebilecek iyilik salahiyetine ulaşabilirdi. Bu bir yetişme tarzıdır. Mesela çocuğunuza bir arkadaşı gelir; ne bu kadar çalışıyorsun, ben defterin kitabın yüzüne bakmıyorum der. Sizin çocuğunuz safça inanır, o çalışmıyorsa çalışmasın ben çalışmalıyım çünkü öğrencilik bunu gerektirir demez. Derslerini asar. Sınavdan sonra alınan notlara bakar ve şaşırır. Ve “ben hiç çalışmıyorum” diyen kişinin amacının başkasının kendisinden daha iyi not almasına mani olmak olduğunu anlar. Şaşırır. Sosyal hayatta da bu aslında başarılı ve iyi olanın değersizleştirilmesi olarak karşımıza çıkar. O kişi değersizleştirilmez ise iyiliği, çalışmaları ile önde olduğu için tercihe şayan olacaktır. Başkasını değersizleştirerek kendisinin tercih edilmesinin önünü açmak isteyenler buna ayıracakları zamanı “iyi olmaya, emin görülmeye” ayırmış olsalar cemiyet kazanacakken, iyi olanı değersizleştirerek toplumsal kayba da sebep olmaktadır. Âdem’in iki oğlundan, ötekini değersizleştirmek isteyenler her zaman toplumsal kayba yol açanlar olacak ve böyle anılacaktır. Eğitim sisteminde bu duruma dikkat edilmeli; hem iyi olmak öğretilmeli hem kötüyü tanımak, tuzakları fark etmek…
Bir başkasının hazırladığı, emek verdiği projeyi, çalışmayı çalıp kendisi hazırlamış gibi kendini pazarlamak ve emek vereni saf dışı etmek de Âdem’in iki oğlundan ötekini öldürmek/değersizleştirmek yolunu tercih edene misaldir. Yani o kişi kendini kutsamıştır, kutsayan bir çevre oluşturmak istemektedir, hep önde olmalıdır, bunu gerçekleştirmek için her yol kendisine mubahtır. Fikir çalar, çalışma aşırır, proje hatta kişilik kopyalayarak kendisini farklı tanıtır. Aldatarak görevler alır ve şehri aldatır, ülkeyi aldatır, memlekete “bu zamanda kötü olacaksın” dedirtir.
Kıssaların mahiyetini tartışırken, onlarla verilmek istenen mesaja ve aydınlatmaya daha çok dikkat edilmelidir. Böyle bakıldığında, böyle okunduğunda maksat hâsıl olur. Mesela bir görev için sınav yapılmış, sınav başarı sıralamasında üstten aşağı doğru gidilmesi beklenirken, sıralamada aşağılarda olan biri tercih ediliyor diyelim. Neden tercih ediliyor, sınava yansıtamadığı ve liyakatini ispatlayan çalışmaları mı var, hayır! Tercih sebebi “bizden” kıstası… Başarısını ispat edeni devre dışı bırakmak işte tam da Âdem’in iki oğlundan, ötekini değersizleştiren, öldüren örnekliğidir. Peki, tüm başarısızlığına rağmen tercih edilen görev alınca ne yapıyor dersiniz, bütün liyakatsizliğini sergileyerek kargaları, kendisini tercih edenlere güldürtüyor yani kargalar diyor ki onlara; hangi cevizin içinin dolu olduğunu anlamayacak yetersizliktesiniz ve seçici kurulda görev almışsınız. Sınavda başarılı olan herkes iyi mi diyebilirsiniz. İyi de “bizden” dediğiniz herkes iyi olduğu için mi seçtiniz. Neticede bir sınav var. Kıssanın detaylarına baktığınızda Âdem’in iki oğlu da kurban sunar yani sınava girer diyelim. Birinin sunduğu, sınavı kabul ediliyor, diğeri başarısız. Sınavda başarılı çıkanı başarısız olan öldürüyor veya devre dışı bırakıyor, değersizleştiriyor. Bu değersizleştirmenin günümüz versiyonunda karar verici olan kurullar bu işi yapıyor. Habil’leri öldüren, değersizleştiren kurullar Âdem’in iki oğlunu anlatan ayetleri teganni ediyorlar ama almaları gereken mesajı almıyorlar. Teganni onlara yetiyor, anlam onları ilgilendirmiyor.
Bu konu üzerinde düşünmeye devam…
Âdem’in iki oğlu kıssasında almamız gereken çokça hayat dersi var.
Düşünmek farzdır.