Nuri YILMAZ

Tarih: 18.11.2018 22:04

Çözüme Gerçekten Hazır mıyız ?

Facebook Twitter Linked-in

 ?İslam bir yaşam biçimidir, toplumsal yaşamı Allah´ın razı olacağı şekilde inşa etmek için gelmiştir? fikrine sahip Müslümanlar açısından İslam düşüncesi bir krizle karşı karşıya. İnsanlığın derdine derman olsun diye gönderilen bir dinin mensupları, sessizliğe gömülmüş, toplumsal hiçbir konuda çözüm üretemiyorlar.

Aslında çözüm üretmeye çalışanlar yok değil. Ama ya geçmişin yaşam tarzını bugün aynen gerçekleştirmek gibi bir imkânsızı işaret ediyorlar ya da tutarlı bir usule sadık kalmadan türetilmiş öneriler sunuyorlar. Bu yüzden de ikna edecek formüle bir türlü ulaşılamıyor. Ne derler bilirsiniz: ?Sorunu tespit etmek çözümün yarısıdır.? Biz ise daha sorunun tespitinde uzlaşamayacak kadar çözüme uzağız. Kendi önerilerimize olan güvenimiz o kadar yüksek ki, ona sırtımızı dayayıp her şeyi ve herkesi eleştiriyoruz. Onun sadece bizi ya da çevremizde bizim gibi düşünen sınırlı sayıda insanı ikna edebildiğini göremiyoruz.

Koca koca profesörler (hem de ilahiyatçı) televizyon ekranlarında, ?ahkâm ayetleri öyle değil böyle anlaşılırsa, din, güne uygun hale gelmiş olur? diyorlar. Hadi doğru kabul edelim, ahkâm ayetlerini onların dediği gibi anlayalım, sorun gerçekten çözülmüş oluyor mu? İnsanlığın problemlerine İslam´a uygun çözümler üretme kapısı açılıyor mu? Mesela ahkâm ayetlerini öyle anladığımızda İslam´a uygun bir ekonomik sistem oluşturabilecek miyiz? Bir siyaset felsefesi, bir hukuk sistemi inşa edebilecek miyiz?

İslam bu meseleleri zaten çözmüş, ne üretmekten bahsediyorsun deyip, sonra da mesela; ?mülk Allah´ındır?, ?mal aranızda belli ellerde toplanan bir servet olmasın?, ?kileyi, teraziyi doğru tutun?, gibi ayetler örnek gösterilecekse eğer, çözüm kavramının kendisine ne kadar uzak olduğumuzu göstermekten başka bir şey yapmış olmayız. Zira ayetleri peş peşe sıralamak sorunumuzu çözmüyor. Bu ayetlerde ifade edilen meseleleri uygulanabilir ve denetlenebilir bir sisteme dönüştürdüğümüz ve bu sistemin gerektirdiği mekanizmayı kurabildiğimiz zaman bir öneriden ve çözümden bahsedebiliriz. Yoksa karşımıza komünizm örneğindeki durumdan başkası çıkmaz. Komünizm de, ?zulmün kaynağı mülkiyettir; mülk eşit bir şekilde paylaşıldığında mutlu bir toplum ortaya çıkar? demişti. Evet, sempatik bir söylemdi ama bu tespiti yapmaktan daha önemlisi bu tespitin nasıl gerçek hale dönüştürüleceği meselesiydi ve Marks´ın buna ?evrim yoluyla kendiliğinden gerçekleşecek? diyerek topu taca atmaktan başka bir öneri sunmadı. Lenin; ?işçiler sınıf bilinci edinene kadar Komünist Parti paylaşımı gerçekleştirecek? dediğinde ise insanlık tarihinin gördüğü en baskıcı rejimlerden biri ortaya çıktı. O rejim de bir insan ömrü süresi içerisinde, bir daha dönmemek üzere tarihin tozlu sayfalarına terkedildi.

Demek ki sempatik, süslü cümleler kurmak çözüm olmuyor. Sempatik ve süslü cümleler ilham verebilir, başlangıç noktası teşkil edebilir ama esas mesele bu noktadan sonra başlar. Ceberrut bir devletin sopasına ihtiyaç duymadan, uygulanabilir bir sistem haline döndürebildiğiniz vakit, bir öneride bulunmuş olursunuz.

Kur´an sabit çözüm önerileri veya her duruma uyan reçeteler vadeden bir kitap değildir. Ele aldığı konuya bazen ilke düzeyinde yaklaşır, bunun bir yaşam pratiğine nasıl döneceği sorusuna Müslümanların cevap üretmesini ister, bazen de örnekler yoluyla ortaya koyar bunlardan nasıl bir ilke doğacağı meselesini Müslümanlara bırakır. Dolayısıyla Kur´an mesajının bir yaşam pratiğine dönmesi her durumda Müslümanların sorumluluğu olarak yazılmıştır.

İslam´a uygun bir yaşam pratiği inşa etmenin Müslümanların imtihanı olduğu kavranamadığında iki sorundan biriyle karşı karşıya kalırız:

1-    Geçmiş dönem pratiklerinden birini evrenselleştirir din haline getiririz. Oysa hayat sürekli değişim halindedir, her dönemin ihtiyaçları ve problemleri farklı farklıdır. Ve biz kendi tutumumuzla yolumuzu çıkmaza sürmüş oluruz. Geçmiş zamanın çözümü insanların dertlerine derman olmayınca ve ondan uzaklaşmalar başlayınca da, ?iman zaafiyeti? der, suçu insanlara atarız. Ama bir yandan kendimiz de eleştirdiğimiz modern yaşamın imkânlarını sonuna kadar kullanmaktan geri durmayız

2-    İslam´ı çağa uydurabilmek için pansuman çözümlere başvurur; hırsızın elinin kesilmesi, şahitlik, miras, dört eşlilik, köle ve cariye meselelerini bugünün kabullerine uygun hale getirmeye çalışırız. Bu yolla bütün sorunun hallolduğunu zanneder, avunuruz. Avunamadığımız noktada da ?İslam´ın bugüne söyleyecek bir lafı yok? diyerek suçu dine atarız.

Nitekim bugün iki fikrin de satıcıları ve alıcıları az değildir.

Peki, çözüm nasıl olacak?

Bu sorunun kestirmeden verilecek bir cevabı yok maalesef. Bu tip kısa makaleler ise bırakın çözümü tartışmayı, sorunu bile tam olarak tarif etmeye yeterli gelmez. Tabii daha sorun üzerinde bile uzlaşamayan bir ümmet için her konuşulanın kâr olduğunu da unutmayalım.

Önce şöyle bir soru sormak lazım: Çözüme gerçekten hazır mıyız?

Bu soru önemli, çünkü çözümün bedelleri var. Bazı ezberlerimizi değiştirmeye zorlayacak, din zannettiğimiz bazı şeyleri yok sayacak, önemli gördüğümüz bazı şeyleri önemsizleştirecek. Nelerden vazgeçebiliriz nelerden geçemeyiz önce bir karar vermemiz lazım. Çünkü büyük sorunların çözümü büyük değişimler gerektirir; din elden gidiyor demeden bunları tartışabilecek miyiz?

İstediğimiz nedir? Eskisi gibi her söz Kur´an´dan bir ayete veya bir hadise dayandırılsın mı istiyoruz. Bir ayet söylendiğinde akan sular dursun, üzerine edilecek başka bir kelam kalmasın mı arzu ediyoruz. Bu mümkün değil artık. Çünkü sanayi devriminden sonra hayatımıza giren birçok olgunun ne Kur´an´da ne de hadiste bir benzeri bulunmuyor. Eskiden tarım ve hayvancılık esas uğraşlardı. Ticaret sınırlı ve miktar olarak küçüktü. Oysa bugün tek başına koca bir ülkenin ihtiyacını karşılayan fabrikalar ortaya çıktı. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde devlet desteği olmadan tarım ve hayvancılıkla geçinmek mümkün değil. Ticaret artık sınırları aşıyor ve rakamlar çok devasa boyutlarda. Bu olgular yaşam tasavvurunu da büyük ölçüde değiştirmiştir. Hayatımıza; işçi, işveren, fabrika, grev, lokavt, asgari ücret, mesai, tatil, ithalat, ihracat, gümrük, vergi, kambiyo, çek, senet, enflasyon, devalüasyon vs. gibi saymakla bitiremeyeceğimiz ve sosyal yaşamı etkileyen bir sürü yeni kavram girdi. Bu kavramların veya sosyal yaşamda karşılık geldiği olguların bir ayet veya hadisle anlatılabilir, çözümlenebilir tarafları bulunmuyor. Bu yüzden Kur´an´la bu güne kadar kurduğumuzdan farklı bir ilişki kurmak zorundayız.

Kur´an´la (veya diğer referanslarla) kurulan en yaygın ilişki, ya doğrudan lafzi delalet ya da illet aracılığıyla kıyas yapmak üzerineydi. Başka ilişki tarzları varsa da bunlar belli bir sisteme bağlı olmadığı için sürekliliği olmamış, kıyas yöntemi tüm mezheplerce genel kabul görmüştü. Oysa bugün bir illet aracılığıyla ilişki kurma imkânımız bulunmuyor.

Kur´an´la farklı ilişki (usul) arayışları, farklı öneriler ortaya çıkarmıyor değil. Mesela bunlardan en yaygın olanı iki aşamalı bir süreç şeklinde ifade edilmektedir: ?İlk döneme git Kur´an´ın ne dediğini anla, sonra bugün inse ne derdi onu belirle.? Bir başka ifade biçimi de şudur: ?İlk döneme git tefsirini anla, bugüne gel te´vilini yap.? Bunlar iyi niyetli ama tamamlanmamış önerilerdir. Çünkü bu işlemin mantıksal sonucu, bugüne karar verecek öznenin ister istemez peygamber rolüne geçmesidir. Bu yüzden burada bırakılamaz. Mutlaka epistemolojik zemini oluşturulmalıdır. Bugüne karar verecek veya te´vil yapacak özne hangi kriterlerle ve hangi zeminde konuşacaktır? Söyledikleri başkaları için hangi şartlarda, nereye kadar geçerli olacaktır? Yorum farklılıkları nereye konacak ve bunlara nasıl muamele yapılacaktır?  İşte bunlar gibi nice sorunun cevaplanması icap etmektedir.

Ya ?Kur´an´ın dönemi geçti´ diyenler! Hadi çözüm adına her şeyi feda etmeye bir an için razı olduğumuzu varsayalım; böyle söylenince problem çözülmüş oluyor mu? Kur´an yoksa ne var? Bugünün felsefe ve ideolojileri insanlığın problemini çözmeye yetiyor mu ki, ondan kolayca vazgeçeceğiz. Sonu bir distopya değil midir bunun. Kolaycılık, yorulmuşluk veya art niyetle söylenen bu sözün, insanlığa maliyeti çözümsüzlükten çok daha fazladır. Çünkü her çözümsüzlük, er veya geç ardından gelecek bir çözüme gebedir. Sırtını dönmek ise bu imkânın kaybedilmesine yol açar.

Bir de ?geleneğimizde her şeyin alt yapısı var. Bütün sıkıntı Osmanlı sonrası bir kesintinin ortaya çıkmış olması. Tarihin derinliklerindeki uçlar bulunduğunda ve bir süreklilik zinciriyle bugüne bağlandığında tüm problemler çözülecek? diyerek çözümü gelenekte görenler var. Bu düşünce umudun diri kalmasını sağlıyor olabilir. Ama göz ardı edilen husus şudur; çözüm gelenekte demek, çözüm ayette-hadiste demek değildir. Çözümü gelenekte arayanlar, tarihimizdeki filozof ve kelamcılara müracaat etmektedirler. Yani aslında çözümü felsefede, epistemolojide aramaktadırlar. Günün felsefe ve epistemolojisinden faydalananlara kızanların, bu gerçeği de bilmelerinde fayda vardır.

Hülasa iki bin yılına kadar olan dönem, Müslümanlar için esaretten ve diktatörlüklerden kurtulma süreciydi. İslam´ın sosyal hayatı nasıl inşa ettiği sorusu, İslamcı iktidarların iş başında olduğu bugünün sorusudur. Dolayısıyla bu aşamanın kendisi bile başlı başına kazançtır. Şimdi sırada çözüm süreci var. Ama önce sorunun tanımında uzlaşmamız, din zannettiklerimizden ve ezberlerimizden neleri feda edebileceğimize karar vermemiz gerekiyor. Sorunun tanımı üzerinde uzlaştığımız ve çözümü gerçekten arzuladığımız vakit yeni aşamaya geçmiş olacağız: Çözümler aşamasına?


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —