“Şimdi Beydağ’ından Malatya’yı gözleyen bir Ramazan Keskin hoca var”
Sevgili dostum,
Bir nefeslik yaşamın kahramanlarıyız biz “nefes aldık veremedik veya verdik lakin alamadık” kadar kısa ya da uzun bir hayat yaşıyoruz. Şu sıralar ölüm her zamankinden daha çok dolaşıyor çevremizde. Her an yakınımızda birilerine tebessüm edecek diye endişeleniyorum. Zira her tebessümü bir ağıta dönüşüyor yüreğimizde. Böyle zamanlarda yalnızlığımız artıyor, hüzünlerimiz artıyor ancak bir bir azalıyoruz. Âdemoğlunun en büyük aldanışı, yeryüzüne hâkim olma iddiasıdır. İnsanoğlunun bu iddiasına karşın, yeryüzünde hüküm süren ölümdür. Bu sebeple eskiler “ölümü özüne sevdir” demişler. Ölümü özüne sevdirmeyi başaranlar için ölümün şekli de, zamanı da önemli olmuyor.
Akşam ezanı yankılanırken şehrin semalarında, bir cümlelik mesajla vefat haberini aldım. Ramazan Keskin hocamız da hakikat diyarına göç etmişti. Ölüm bu, hep habersiz çalıyor kapımızı. Dostlarımızı alıp giderken, “çok bekletmeyeceğim sizi de” mesajını veriyor bizlere. Dostun gidişi ateş düşürdü yüreklerimize. Hüzün ikliminde bıraktı gönüllerimizi. Hayır, ağıt yakmayacağım, bu bir ağıt değil, kelimelerin gözyaşıdır… Lakin Ramazan hoca giderken, koca bir şehri beraberinde alıp götürdü. Sokaklarını boş, meydanlarını ıssız bırakıp da gitti. Yola çıkarken, camii minberinin sesini alıp da gitti. Caminin mihrabını aba misali omuzlarına geçirip de gitti. Yola düşerken, bir kentin kimliğini, ruhunu ve hikâyesini alıp da gitti…
Aziz dost,
Şimdi Medine ve Ebuzerler mescidinin minberinde hangi sesi duyarsak duyalım bize yetersiz gelecektir. Malatya sokaklarında “bu memleket sahipsiz değil” diye haykırabilecek bir ses duyabilecek miyiz? Şimdi her birimize yaşadığımız şehri yeniden inşa etmek düşüyor. Ancak bu iradeyi kuşanacak bir adanmışlık ruhu lazım. Böyle bir çaba için gücümüzün de nefesimiz de yeter mi bilemiyorum. Daha önemlisi bu iradeyi gösterecek kaç babayiğit kaldı aramızda. Bir kez daha bakıyoruz kendimize, bir şehrin hikâyesini yeniden yazmak için güçlü bir irade var mı diye. Böyle bir cesaret ve adanmışlık ruhu hangimizde var ki?
Herkesin sustuğu zamanlarda Ramazan hocanın sesi duyulmuştu şehrin caddelerinde. Zalime karşı haykıran da oydu, mazlumun önünde siper olan da. “Dava” diyenlerin ekseriyeti dünyalık derdine düşerken, bu duruşundan hiç vazgeçmedi. Keskin hoca ile tanışıklığım gençliğimin ilk demlerinde nasip olmuştu. Hocanın gençleri önemseyen, önceleyen yönünü biliyorsun. İlk görüşmemiz sanırım İstanbul’a gelişinde olmuştu. Sonraki yıllarda Malatya’ya gidişlerimde ziyaret etmeye çalışırdım. Hatta Cuma namazını Medine mescidinde kılmak ve hocayı ziyaret etmek için program yapmaya çalışırdık.
Kıymetli dost,
Geçen yıl kurban bayramı namazını Medine mescidinde kılmıştım. Mescitte bayramlaşmanın ardından hoca bayram kahvaltısı için evine davet etmişti. Davut Güler ağabey ile beraber iştirak etmiştik. Çocukları ve torunlarından evde olanlar ile tanışmıştık. Saatler süren sohbetimizin konusunu hocanın soruları belirlemişti. Üzerinde çokça durduğu husus Müslümanların bölünmüşlüğü ve ayrılıkların önünün kesilememesiydi. Her kes hocanın usulünü, üslubunu ve duruşunu “keskin” görüyordu. Oysa ben defalarca Müslümanlara şefkatle ve sabırla yaklaştığına şahitlik ettim. Doksanların ortalarında ucu açık bir istişare toplantısındaydı, bir konu hakkında farklı düşünüyorduk. Uzun uzadıya tezlerimizi savunmuştuk ikimiz de. Hoca “seninle bu konuda anlaşamayacağız ancak seni Allah için seviyoruz” diyerek konuyu noktalamıştı. İdari ve fikri konulardaki toleransı, halim selim gördüğümüz birçok isimden daha geniş olduğuna defalarca şahit oldum. Bayramın son günü Cuma namazı için, köyünde inşa ettiği Ebuzerler mescidine davet etmişti. Malatya merkeze yaklaşık otuz kilometre mesafedeki camide cumayı eda ettik. Sonrasında bahçede gençlerin çay ikramı eşliğinde sohbet etmiştik. Malatya ilim ve düşünce havzasının kayıt altına alınması gerektiğini teklif etmiştim. Gün geçtikçe bilgi kaynaklarının azaldığını düşünüyordum. Davut Güler ağabeyin bu işte inisiyatif almasını bekliyordum açıkçası. Artık faydalanabileceğimiz Ramazan hoca da yok aramızda. Umarım çocukları en yakın şahitleri olarak hocanın hayatını, yaşadıklarını kaleme alırlar.
Kadim dost,
Keskin hoca bir an olsun ideallerinden vazgeçmedi. Medine mescidini açtığı 1983 yılından, hastalığı ağırlaşıncaya kadar her Pazar Medine mescidinde Kur’an’ı anlama ve anlatma gayretini azimle devam ettirdi. Her Cuma minberde meramını anlatmanın gayretini bırakmadı. Bizler okumaya başladığımız ilk yıllarda feodalizme karşı çıkmak adına akraba çevremizden uzaklaştık. Maalesef bunu erdemlilik adına yaptık. Oysa hoca aşiretiyle ilişkilerini hep canlı tutmuştu. Onların her düğününü her cenazesini bir tebliğ vesilesi kıldı. Hastalarını ziyaret etti. Büyük bir özveri sergileyerek onların İslam zemininde güçlenmeleri için Kur’an ile besledi. Bazen onu anlamak yerine, aşağıya çekmeye çalışanlar oldu elbette ancak yine de vazgeçmedi. Zaman zaman “Ramazan hoca büyük şehirlerin birinde olsaydı daha geniş kitlelere ulaşması mümkün olurdu” derdik. Geriye dönüp baktığımda onun bu çizgisinin, duruşunun çok daha kıymetli olduğunu düşünüyorum.
Hocanın hastalığı vesilesiyle İstanbul’a gelmesi bizim açımızdan bir rahmet oldu. İki kez ziyaret etme imkânım oldu. Son ziyaretim, Malatya’ya döneceği günün akşamıydı, oğlu Davut Keskin hoca refakat ediyordu. Aşırı halsizlik ve nefes darlığına rağmen ayakta namaz kıldığına şahit oldum. Güzel bir sohbet hatıra kaldı o günden. Konuyu yine hoca belirlemişti. Günümüz Müslümanlarının fikri savrulmaları üzerinde durmuştu. Özellikle geçmişte makul bir çizgisi olan hocaların değişen duruş ve söylemlerini anlayamadığını söylemişti. Konu hakkında düşüncelerimi sormuştu. Kısaca başından beri benlik ve samimiyet sorunu olan insanların savrulduğuna dair bir cümle kurmuştu. Hatta espri ile “söylemleriniz de hep soyadınız gibi keskin olmanızdan rahatsız olmazdık zira samimiyetiniz, keskin dedikleri üslubunuzu ve söylemlerinizi gölgesinde bırakıyordu" demiştim.
Dostum,
Kısaca Ramazan Keskin “Yeşil sarıklı, ulu hocaların” anlatmadığını anlatmıştı bulunduğu her ortamda. Onların öğretmediğini öğretmişti Ramazan hoca. İnsanlar onun hutbelerindeki her sözüyle irkilmişti. Lakin sonrasını biliyorsun “dalanlarla beraber dalınca” insanlar, sözleri de kendisini de yalnız bırakılmıştı… Yalnızlığı giderek büyüdü ve nihayetinde Beydağ’ının zirvesinde ki Ebuzerler mescidinin bahçesinde bir başına kaldı…
“Şimdi Beydağ’ından Malatya’yı gözleyen bir Ramazan Keskin hoca var”
Asr
Apaçık kitaba
Kınayan nefse
Yağmurlu göğe
Çatlamış toprağa
Ay'a ve çekilip gittiğinde geceye
Katlanıp dürülünce güneşe
Bir bir dökülen yıldızlara
Göğe, fecre ve ağaran şafağa
Akıp gidene
Alevlendirilmiş denize
Usul usul yürüyen dağlara
Zeytine, İncir’e ve Sina’ya
Bir öğüt bırakana
Saf bağlayıp durana
Kalem’e ve satır satır yazdıklarına
Harıl harıl koşana ve ateşler saçana
Güneşi ortaya çıkarana
Güneşin ardından gelene
Göğe ve onu bina edene
Yere ve onu döşeyene
Öne geçene
Örten geceye ve aydınlanan güne
Nefes nefese koşan ruha
Ruhla buluşan bedene
Ve Asr’a
Yemin olsun ki,
Kurtuluş ve bağışlanma
Tazim ve itaat Allah’a aittir
Yaratan ve yol gösteren Allah’a...