Bir melodi değildi bizim çocukluğumuz. Ama önemli olanın hikâyenin kendisi değil de nasıl anlatıldığını bilecek kadar ömrümüz oldu. Zihnimizin küçük küçük anıları tutmaya başlaması 80 darbesi yıllarına düşer. İlk hatırladıklarım arasında o yıllarda şehrin en kenarındaki bulunan mahallemizden duyduğumuz seri halde atılan “takada tatakada” diye dakikalarca sürmüş silah sesleridir. Ne oluyor, ne olmuş? Diye kafamızı çıkarıp, kadınların konuşmalarına merakla, olanı anlama çabamız oldu. Ürkek ve telaşlı konuşmalardan aklımda kalan; dere kenarına “konmuş” çadırcıların (bir nevi evlerini pikap kasalarında, sırtlarında taşıyan yersiz-yurtsuz ve fakir, çoğunluğun Çingen dediği) askeri dönem koşullarında silah dipçik marifetiyle çadırlarının sökülmesinden çıkan bağrış, çağrış, ağıtlarlara karışmış ağlamaları ile beraber “ürkünç” silah sesleridir. Net olamadığım husus; zihnimde yer tutmuş “bir oba”nın sökülmesinin dehşetini… korku dolu seslerin mi şekillendirdiği yoksa yasak delen bakışlarımızın gördüğü kaçışmalar mı? Halen net olarak hatırlayamam…
Bu yazıya niyetlendiğimiz zaman böyle bir anı yazmayacaktım ama çocukluğumun saklandığı yerden çıkan ilk anı bende tekrar titremeye neden oldu. Bu vesileyle bu tek taraflı çatışmada ölenlere rahmet olsun…
Aslında daha masum bir anı ile girizgâhta bulunmak istemiştim. Hani eski dönem TRT dizilerinde tüm mahalle, çoluk çocuk, bakkal, manav bir dolmuşa binerde halk plajına giderler. Yaşlıların kuma gömüldüğü -aslında gençlerin yaşlıları ikna etmek için kullandığı “hem seni de kuma gömeriz kemiklerine iyi gelir” manipülasyonudur. Yaşlıları Sabah bir gömersin akşama kadar orda kalır da akşam giderken de eve götürürsün...- işte öyle zamanlardan bir anı. Bizlerde senede anca bir veya ki defa olan o toplu denize gitmeleri kamyon kasasında yapardık. –Bir seferinde de ulaşım aracımız ustamın tamir edip hafta sonu boşa çıkardığı damperli bir kamyondu - Her mahallede hasbel kader bulunan bir kamyoncu ailesinin o hafta sonu boşa çıkan 13-15 tonluk kamyon kasasına mahalleli doluşur. Kamyoncunun kamyoncu olmaktan müthiş haz alıp gurur duyduğu, kamyoncunun ailesine bir sene yetecek kadar karizma devşirildiği, yorgun kalkılan bir sabahta kamyoncunun eşinin pala bıyıklı kocasına hayran hayran bakıp şoför kabininde çocuklarıyla önde yolculuk yapabilme imtiyazına sahip olduğu, erken başlayan bir hafta sonundan… kalan bir anı.
Henüz “Bir sabah gelecek kardan aydınlık” diye marşları öğrenmediğimiz bir zamanda, Pazar sabahının erken saatlerinde (sabahın köründe) Kamyon kasasına doluştuk ve ver elini denizle bitişik Erdemli Çamlığı mesire alanına… Burada tek hatırladığım en küçük kardeşimi az daha unutuyor olmamız… Dönüşte herhalde “bir daha nerden göreceğiz denilerek” düşünülmüş olsa gerek ki “cennet cehenneme de uğrayalım” dendi. “İlk o zaman cennete girdim…” diyemeyeceğim çünkü cennet mağarasına yüzlerce merdivenden oluşan basamaklarla iniliyordu ve benim çocuk bacaklarım bu mesafeyi kat edebilecek kadar büyümemişti. Annem (halen) öğrenme ve merak duygusu güçlü bir kadındı. Beni cennet mağarasının dibine kadar inen merdivenlerin başında bırakıp kendisi “hele aşağıda ne var?” duygusuyla akan su sesinin yankılandığı en alta kadar indi. Bense çok güvenli olmayan korkuluklara tutunurken İnmenin çok güç, geri çıkmanın çok daha zor olduğu bu iniş ve çıkış hikayesinde benim payıma yine biraz korkmak düştü.
Yıllar sonra bu yazı vesilesiyle bu anının tam tarihini öğrenmek için annemle konuştuğumda annemin cennet mağarasından sonra cehennem mağarasına da gidelim dediklerinde vazgeçtiklerini herkesin yorgun argın “cennet böyleyse cehenneme hiç gitmeyelim” dediklerini de bu yazıyı yazarken öğrenmiş bulundum.
Liseyi mersinde okuduğum dönemde ve daha sonra buraları tekrar görmek nasip oldu. Çok sonraları da gitmek istediğimizde girişte şöyle bir yazı vardı; "Güldük ve geri döndük."
Yazımızın buraya kadarı biraz trajik başlayıp sonrası komik kaçmış olabilir ama dengelemek isteriz. Bundan sonrası da; biraz bilgi, biraz dram, biraz da komedi. Topu birden tragedya
Önce Silifke – Mersin karayolunun 20. Km sinde bulunan ve her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilen Cennet – Cehennem mağaraları hakkında ruhsuz bir bilgi verelim;
“Cennet-Cehennem Örenyeri olarak bilinen ve girişi ücretli olan bu yerde iki farklı ziyaret yeri bulunmaktadır. Bunlar;
Cennet Çöküğü: Bir yeraltı deresinin yol açtığı kimyasal erozyonla tavanın çökmesi sonucu meydana gelmiş büyük bir çukurdur. Elips biçimindeki ağız kısmı çapları 250 m ve 110 m olup derinliği 70 metredir. Çökük tabanının güney ucunda 200 m uzunluğunda ve en derin noktası 135 m olan büyük bir mağara girişi ve bu mağaranın ağzında küçük bir kilise vardır.
Cehennem Çukuru: Cennet çöküğünün 75 m kuzeyindeki Cehennem çukuru da Cennet çöküğü gibi oluşmuştur. Ağız çember çapları 50 m ve 75 m, derinliği 128 metredir. Kenarları içbükey olduğu için içerisine inmek mümkün olmamaktadır.”
Cehennem mağarasının mitolojik öyküsüne gelince de; Mitolojiye göre Zeus, alevler içindeki 100 başlı ejderhayla yaptığı kavgada ejderhayı yenmiş ve onu 125 metre derinliğindeki Cehennem çukuruna hapsetmiştir.
Cennet çukuru ise, 452 basamakla inilebilen 70 metre derinliğindeki bir mağaradır. Mağara girişinde Meryem Ana Kilisesi ve mağaranın içinden denize ulaşan birde akarsu bulunmaktadır.”
Aslında halkımız çok merak edip öğrenmese de Cennet mağarasının hikayesi Kur’an’da gecen Ashabı Uhdut hikayesi ile aynı dönem ve duygularla yazılmıştır. Sümela Manastırı, İzmir Meryem Ana Kilisesi gibi Ashab-ı Kehf mağarasına sığınan “mağara arkadaşları” gibi Roma Pagan kültürünün zulmünden bir kaçış ve sığınma hikayesidir. Pagan Romanın ihtişamlı günlerinde Hz. İsa’ya tabi olanların köşe bucak arayıp canlarına kast ettikleri dönemde Hz. İsa’ya inanan müminlerin tıpkı Peygamberimizin Dar-ül Erkam da, Taif de, Akebe’de yapmaya çalıştıkları gibi hem düşmanın şerrinden korunmak, hem İseviliğin inanç esaslarını öğrenip hem de yaygınlaştırmak için bir sığınak, bir yer ve yurt olarak yapılmış mabetlerdir.
Aslında yer altına doğru süzülen bir dere yatağı olan Cennet mağarasında Hz. Meryem’e ithaf edilen Hz İsa’ya İnananların ölüm tehdidi altında ibadet ettikleri ve kendilerini eğittikleri bir Kilise/mabed bulunmaktadır. Meryem Ana kilisesi düşman kuşatmasına direnmek için değil de aylarca saklı kalabilmek için inşa edilen bir yer konumundadır. Cennet mağarasında eskiden Ağustos ayında bile akan küçük de olsa bir su kaynağı vardı. Cennet mağarası denmesi mağaranın Akdenizin sıcağında yer altı sularının ve neminin bir vaha gibi serinlik üretmesi, (eskiden) kuşların üreme alanı olmasından öte bir anlam derinliğine sahiptir. Sonradan merdivenler yapılmamış olsa idi o yerler; sadece bilmek zorunda olanların bildiği bir sığınak ve kutsal sözlerin öğretildiği yerler olarak kalır ve korunurdu. Doğal güzelliklerin içinde kamufle olan bu kutsal mekan(lar)a Roma ordusu gelinceye kadar müminler çoktan dehlizlerden, yamaçlardan, akarsu oyuklarından kendilerini kurtarabilirler. Bu mücadele(ler) Ürgüp ve Göreme’deki yeraltı şehirlerinin hikâyelerini de içerir, Saint Pool’un Roma yollarında yürüyüşünü de…
Yani sayın abilerim, ablalarım cennet mağarasının aslında tüm orijinalliği girmenin de çıkmanın da zahmetli olmasıdır. Bir dağ keçisi becerisi gerektiren sarp yokuşu ve merdivenleridir.
Bu yazıya ilham olan haberlere gelirsek yazımızın başlığından başlamak doğru olur. Nihayetinde kimsenin hakkını yemek istemeyiz.
Haber 15.04.2018 tarihinde Anadolu AJANSI tarafından “Cennet’e Asansör, Cehennem’e Seyir Terası” üst başlığıyla duyurulur. Özet olarak; “Kalkınma Bakanı Lütfi Elvan, Doğu Akdeniz'in önemli turizm merkezi "Cennet-Cehennem obrukları"nı 10 milyon liralık projeyle modernize ederek, daha görkemli ve rahat gezilebilir hale getireceklerini söyledi.” Haberin içeriğinde Bakan Elvan “Kalkınma Bakanlığının 2017 yılı Cazibe Merkezlerini Destekleme Programı kapsamında, antik dönemden kalan obruklara yönelik proje hazırlandığını ifade ederek, "Cennet-Cehennem, birçok insanın ziyaret ettiği bir turizm bölgesi. Burada da çok ciddi eksiklikler var. Obruklara iniş çıkış çok zordu. Buraya bir asansör ve seyir terası yapıyoruz. Aşağı yukarı 10 milyon liralık bir proje geliştirdik. Şu anda çalışmaya başladık. Orayı daha da zenginleştiriyoruz, görkemli hale getiriyoruz.” diye konuştuğu belirtilir.
Bu güne gelip çalışmalar kamuoyu ile paylaşıldığında projenin ne kadara mal olduğu mahrem bilgi olsa da fiziki görünümü, doğaseverler, tarih ve kültür konusunda asgari hassasiyet sahibi kişiler tarafından olumsuz tepki gösterilir. Tepkilerin ortalamasını kendi cümlelerim ile ifade edecek olursam: “güzelim doğa harikasının içine çelik konstrüksiyondan asansör konularak kelimenin tam anlamıyla cennet mağarasının içine, cehennem mağarasının üstüne edilmiştir…”
Özelliklede Cennet mağarası ismi ile anılmasına sebep olan nerdeyse öncelikle bizim peygamberimiz olan Hz. İsa’nın Annesine ithaf edilerek bir nevi korunma sağlayacağı düşünülen Hz. Meryem Kilisesi/evi/mabedi/manastırı’nın niye orada olmanızı anlayabileceğiniz en önemli şeyin sarp patika yolun önce merdivenlerle sonra asansörle anlamsızlaştırılması, değersizleştirilmesidir. Yani mesele ruhsuz politikacı ve mütahitlerin anlamayacağı şekilde sadece orijinalliğinin bozulması da değildir. Ki orijinalliliğinin içine asansör kondurmak da doğal ve tabiat varlıklarına yani önce bizim sonra tüm insanlığın kültürel mirasına ihanettir. Lakin yapılan bundan öte “mağara” denilerek basitleştirilen dönemin tevhit inancını, sığınaklarını değersizleştirmek, anlamsızlaştırmaktır.
Gerekçede savunulmaya çalışılan “yaşlı ve engelli vatandaşlarımızın da ziyaretine imkan sağlamak…” gerekçesi saçmalamaktan öte bir anlam içermez. Hac yolculuğunu kolaylaştırmak haccın maneviyatını arttırmaz. Dindar bir Hıristiyan veya o dönemin yaşam koşullarını öğrenmek hissetmek isteyen birisi burasını asansöre binmek için mi ziyarete gelecek?… Mağaranın orijinalliği zaten merdivenler?… Bir sosyal medya kullanıcısı, tepkisiyle ifade edecek olursak; "10 yıl kadar önce gitmiştim. Oranın en güzel tarafı yavaş yavaş o mağaranın kokusunu, güzelliğini içine çeke çeke inmekti…"
Valiliğin açıklaması bile ne kadar soğuk ve itici “Bu bakımdan ilimizdeki Cennet Cehennem ören yerine yapılan tüm yapılar seyir terası ve asansör de dahil olmak üzere Adana Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu ve Adana Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu’nun onayladığı projeler çerçevesinde yapılmıştır..” Eeee.
E’si şu; ciğer kediye emanet…