Cemreler düşmeye başladı. Fazla sürmez birkaç haftaya sular ısınır, toprak kımıldamaya başlar. Ayak seslerini duyarız baharın. Bembeyaz çiçeklerle bezenir ağaçlar. Kuş sesleriyle uyanır çocuklarımız.
Hıdrellez hazırlıklarına çoktan başlamıştır Anadolu kadını. Gül dalına salıncak kurar, çocuğa hasret gelinler. Gün doğmadan akarsuya atılır, gönül defterine yazılan dilekler.
Duman sis kalkar, yedi deve ile Musa´nın yürüdüğü Devrent dereleri yeşile boyanır. Kır çiçekleriyle süslenir bozkırlar. Ellerinde toprak testi, dillerinde Gelin Ayşe, çeşme başlarında toplanır yörük kızları. Ardıçların altında vurulur bağlamanın teline, bozlaklar söylenir. Türkmen, Avşar, Cerit, Kızılırmak...
Şu fani dünyaya geldim gidiyom / Sıkı tut yarin elinden gönül / Yarine yar isen daha ne diyon / Anca yarin anlar halından gönül
Su gibi akar zaman. Harman orak mevsimi de geçer, göç yoluna dizilir turnalar. El sallar turnalara uzaktan çocuklar, sılaya hasret bağrı yanık benzi soluklar.
Allı turnam bizim ele varırsan / Şeker söyle gaymak söyle bal söyle / Eğer bizi sual eden olursa / Boynu bükük benzi soluk yar söyle
Hummalı bir telaş başlar Toroslar´da. Aşiretler, obalar katırlara yükler çadırlarını. Tozu dumana katar sürüler, ilk bayram günlerindeki gibi. Sırtı yamalı yanık yüzlü çobanlar, taze gelinler eşlik eder türkülere.
Yayla yollarında göç kater kater / Güller kan ağlıyor bülbüller öter / Bu ayrılık bana ölümden beter / Yürü felek yürü derdim var benimDert bitmez... Devir devran durmaz... Günler, aylar, mevsimler takılır birbirinin peşine, cemreler gibi iz bırakmadan geçip giderler sessizce. Yürekleri paralayan mahzun bakışlar bırakır geriye yıllar.Ne yemek ne içmek ne tadım kaldı / Garip bülbül gibi feryadım kaldı / Alamadım eyvah muradım kaldı / Ah yalan dünyada yalan dünyada / Yalandan yüzüne gülen dünyadaİlmek ilmek dokunan halılara sinmiştir kokuları. Anadolu´nun yanık yüreğidir türküler. Hıçkırıklar düğümlenir, ezan sesi karışır ağıtlara.Sabahtan kalktım da ezan sesi var / Ezan da sesi değil yar yar burçak yası var / Bakın şu adamın kaç tarlası var / Amanın da kızlar ne zorumuş burçak yolması / Burçak tarlasında yar yar gelin olmasıBeli kamalı mavzerli efeler, sırma cepkenli zeybekler geçer türkülerden... Hatçeler, Ümmüler, Zahideler geçer... Kırım´dır, Rumeli´dir, Kerkük´tür, Selanik´tir, Ege´dir... Ferayi´dir kızın adı...Bazen ´Uğrünü uğrünü gelir dereden´ der, gurbete giden yârin ardından gözyaşı döker. Bazen ´Cezayir´dir koç yiğidin vatanı´ der, Hüda´nın takdirine boyun büker. Düğün günü sevdiğini beyaz kefenler içinde görünce de ´Çalın davulları çaydan aşaya / Mezarımı kazın bre dostlar belden aşaya´ âvâzıyla yasa boğar, dağları inletir feryadı.Ayrılık acısı tüter, sıla hasreti kokar türküler. Nafiledir, boşunadır, umutsuzdur bekleyişler.Havada bulut yok bu ne dumandır / Mahlede ölen yok bu ne figandır / Şu yemen elleri ne de yamandır / Ano yemendir gülü çemendir / Giden gelmiyor acep nedendirO bir muamma... Bugün de dönen yok Trablus´tan, Şam´dan, Filistin´den, Yemen´den... Gencecik fidanlar düşmeye devam ediyor kara toprağa... Dam başında üşümüştür, efkarlıdır Mehmed Ağa... Ah bir ataş veren olsa... Şöyle efelerin sağına oturuverip cıgarasını yaksa...Ataş bulunur Ağam; gidenlerin yerine yenileri gelir. Elbet bir cemre daha düşer, filiz verir şehitler. Adaletle hükmedilen sabaha uyanır dünya. Yüzü güler mazlumların, dulların, yetimlerin. Nefes alır biçareler. Mahşeri beklemeden bayrama kavuşur, semaya uzanan eller.