6 Şubat Kahramanmaraş depremi tüm ülkeyi derinden sarsmaya devam ediyor. Bir gün arayla meydana gelen 7,7 büyüklüğündeki Pazarcık ve 7,6 büyüklüğündeki Elbistan depremleri birçok uzmanı olasılıklarını da aşan içinde bulunduğumuz yüzyılın kuşkusuz en büyük afeti olarak tarihe not düşüldü.
Depremin 11 ili etkileyen geniş bir alanda oluşması yerleşim yerlerinde arama kurtarma başta olmak üzere insani yardım, barınma, gıda, beslenme, ilaç ve sağlık desteği gibi organizasyonların da etkin bir planlamayla verimli gerçekleştirilmesini zorlaştırdı. Verimi arttırmanın ilk şartı kuşkusuz devlet ile toplum arasında üst düzey bir sağlıklı bir iletişim, doğru ve disiplinli bilgilendirme, uyum ve güçlü bir güven ilişkisi olmasının kaçınılmazlığıdır.
Depremle ilgili birçok şey teknik, bilimsel, politik, dini ve sosyolojik boyutlarda yazılıp çizildi. Birçok olayda olduğu gibi deprem gibi bu trajik olayda da ifrat ve tefrit uçurumlarından kurtulamamanın stres ve gerilimini biriktirdik ve biriktirmeye devam ediyoruz. Olağanüstü bu ve benzeri süreçleri sağlıklı yönetip yürütememenin kaynağında da duygu boyutu belirgin olan bu ektremum noktalarda savruluşlarımız yatıyor.
Sosyokültürel ve dini boyutta bir yandan depremin sonuçları ile ilgili aşırı kaderci yaklaşımlar, diğer yanda aşırı seküler duruşları gözlemlemek mümkün, karşılıklı iletişim köprülerinin de adeta deprem enkazının altında kaldığı bir duygudaşlık yoksunluğu. Depremin ihmallerden, usulsüzlüklerden vb. kaynaklanan bilimsellikten ve akıldan uzak davranış ve uygulamaların doğurduğu trajik sonuçlarla yüzleşme cesareti göstermeden olayı Allah’ın takdirine, kadere havale etme kolaycılığı tabi ki kabul edilemez, ancak bunun üzerinden inancın yaşamda inşa edici ve onarıcı güçlü yanlarını görmezden gelerek katı bir seküler duruşun da aynı ölçüde gerçeklikten, sürece katkı sağlamasında uzak olduğunun altını çizmek gerekir.
Özellikle deprem felaketinin sonuçlarını sosyal ve psikolojik boyutta taşıyabilen, onaran, rehabilite eden en güçlü değerlerin toplumun inançları ve dini duygularının, İslami değerlerin güçlü sahiplenme ve dayanışma ikliminden üretildiğinin gerçekliğini ve önemini vurgulamak gerekir.
Toplumun tüm kesimlerinden dayanışma ve yardım duyarlılığının üst düzeylerde oluşması bu tür büyük felaketlerde oldukça değerli bir toplumsal dinamik olduğunun altını çizmek gerekir. Bu aynı zamanda kadim medeniyet değerlerimizin ne denli güçlü olduğunun bir göstergesi.
Politik boyutta devlet ve iktidarı hiçbir şey yapmamakla, beceriksizlikle suçlayan duygu ve ajitasyon dozajı yüksek, analiz, sayısal veri, akılcı tahlil tarafı oldukça zayıf basit politik hesaplardan kendini kurtaramayan muhalif yaklaşımlara karşı iktidar ve devletin sert, öfkeli, cezalandırıcı üslubuna eşlik eden, eleştiriye kapalı her şey mükemmel yapılıyor söylemi ile derinleşen, psikolojik yükü ağırlaşan iklimin sosyopolitik çatışmayı her geçen gün derinleştiren kırılmaların oluşması kaçınılmaz olur.
Ayrıca bu tepkisel söylem sürecin yönetilmesinde de zayıflıklar, hatalar oluşturur. Sayısal veri ve bilimsel analizlere dayanmayan, aceleci, toptancı kararlar alınmasını beraberinde getirir. Böylece bir şeyler yapma telaşı ve gelen olumsuz eleştirileri karşılamanın kaygısı ile alınan karaların başka sorunları üretmesi kaçınılmaz hale gelir. Örneğin Üniversitelerde ülke geneli alınan uzaktan eğitim kararı verilere, dayalı sayısal analizler üzerinden hesaplamaları ve depremzedelerin yerleştirilme planlamaları yapılarak alınmış bir karar olmadığı görülüyor. Resmi açıklamalar bu bağlamda ülke genelinde kaç yurt var, b yurtlardaki yatak sayıları, buraya kaç depremzedenin yerleştirileceği, bunların yüzlerce kilometre uzaklıklarda bulunan illere nasıl nakledileceği ve en önemlisi bu yurtlarda bulunan ve deprem bölgesinde aileleri olan öğrencileri bu deprem bölgelerine göndermek yeni bir sorun anlamına gelmez mi? gibi sorular üzerinden bu kararın zayıf tarafları eleştirilebilir.
Sosyopolitik olarak bu çatışmacı, eşgüdüm ve dayanışmadan uzak ilişkilerden kurtulmamız gerekir. Tüm ülkeyi ve toplumun önemli bir kısmını doğrudan etkileyen yani ülke ve toplumu sarsan böyle büyük felaketlerin politik retorikler kıskacından kurtarıp güçlü bir üst ortak payda söylemini, becerisini belirgin kılma çabalarına odaklanmak gerekir.
Doğal olarak birçok boyutta ortaya çıkan derin polarizasyonalar birçok farklı sorunun da ortaya çıkmasını kaçınılmaz kılıyor. Öncelikle ortalıkta büyük bir bilgi kirliliği var. Bilgi kirliliğinin ürettiği en önemli sorun toplumsal güven ortamını erozyona uğratmasıdır. İlk anda bu depremin büyüklüğü ile ilgili farklı kurumların çelişkili açıklamaları ile ortaya çıktı. Sonrasında deprem yerleşim yerleri ile ilgili deprem şiddetinin tanımlanmaları ile ilgili faklı bilgiler topluma yansıdı. Örneğin Adıyaman ile ilgili ilk bilgiler deprem şiddetini yüksek olmadığı, birkaç bina ile sınırlı yıkımları olduğu resmi olarak ilan edildi. Ardından durum böyle olmadığı haberleri çeşitli STK ve sosyal medya mecralarından adeta çığlık atarcasına duyurulmaya çalışıldı. Şimdi anlaşılıyor ki Adıyaman deprem şiddetinden etkilenen üçüncü büyük il. Tabi bu durum ilk müdahale ve yardın çabalarının Adıyaman’a ulaşmasında inişli çıkışlı bir düzensizlik oluşturdu.
İnsani yardım evrensel hak ve özgürlükler düzleminde insanlık ortak paydası altında organize edilmesi gereken nötr politik kimlikli faaliyetlerdir. İktidar, muhalefet, kurum ve kuruluşlar, STK’lar fark etmeksizin tüm sivil ve resmi kuruluşların bu alanda politik kimliğini öne çıkaran ve dayatan duruşlardan uzak durması gerekir. Bu çalışmalarda partizanlık, yerel yönetimler, STK’lar üzerinden ayrımcılık yapmak yasal da vicdani de değildir. Bu çalışmalar siyasi partilerin popülizmine, siyasi propagandasına araç edilmemelidir.
Medyaya yansıyan, yardım yapan kuruluşların etiketlerinin değiştirilmesi, seçtiği bölgelere yardımın planlanması yerine engellenmesi, bazı belediyelerin araçlara kendi kurum reklam pankartlarını asması, diğer taraftan bu uygulamanın güç kullanılarak engellenmeye çalışılması, temsilci ve yöneticilerin bu bağlamda yaptıkları ajitatif, öfkeli ve çatışmacı açıklamalar bu çalışmaları ve toplumsal güveni zayıflatır.
Deprem yaralarının sarılmaya devam ettiği bu süreçte bu kez depremde hayatını kaybedenlerle ilgili bir bilgi kirliliği var. Resmi açıklamalar can kaybının 40-45 bin seviyelerinde olduğunu belirtiyor. Can kaybının bu rakamların çok üstünde olduğuna dair yoğun açıklamalar var. KOVİT-19 sürecinde yaşanan, benzer durumlarla ilgili resmi açıklamaların revize edilmesi nasıl bir güvensizlik iklimi oluşturması kaçınılmaz ise deprem sürecinde böyle bir duruma mahal vermemek için büyük bir özen göstermek gerekir. Böyle bir durum spekülatif bilgi dolaşımını kışkırtarak bir iletişim kaosu oluşturur.
Bir doğa olayı olarak depremler yaşamsal gerçekliğimizin bir parçası olarak var olmaya devam edecek. Doğal afet kavramı, kullanılan dilin doğayı suçlayan bir tanımlaması var. Oysa depremin kendisi, tıpkı bir yağmurun yağması gibi, gece gündüzün meydana gelmesi gibi bir olay. Oluşan sonuçların ise müsebbibi bizzat biz insanların yanlış, fıtratı bozan, eşya ile ilişkilerimizde fesat ve bozgunculuğa yol açan uygulamalarıdır. Tüm insanlığın özelde İslam coğrafyasının eşya ile ilişkileri yeniden fıtratın temel kodları ile buluşturmaya odaklanması gerekir ve bu odaklanmayı sağlayacak güçlü planlama, çalışma, duruş ve yapılanmalara gidilmesi gerekir. Bu ise öncelikle insanın insanla ilişkilerinin ıslah edilmesinden geçer.
Kaynak: farklı Bakış