Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Yusuf YAVUZYILMAZ


Batı Dışı Modernleşme ve Türkiye Siyaseti

Yusuf Yavuzyılmaz'ın yeni yazısı...


Modern Türkiye Cumhuriyeti Kuvvetler birliği ilkesine göre kurulmuştur. Atatürk, ömrünün sonuna kadar kuvvetler birliği düşüncesine sahiptir. Bu anlamda o kuvvetler ayrılığını savunan Montesquieu’ya değil, J. J. Rousseau’ya yakındır. Türkiye siyasetinin düşünsel kaynakları hakan, han, imparator, halife, lider, şef, ulu önder eksenlidir. O yüzden yetkiler merkezde güçlü bir liderde toplanır. Türkiye cumhuriyeti, modern, merkeziyetçi, ulusal, seküler-laik bir cumhuriyettir. Cumhuriyetimiz, kuruluş yıllarında daha yoğun izleneceği üzere, demokratik bir cumhuriyet hiçbir zaman olamamıştır. Devlet, toplumsal ve siyasal zeminde hala kutsal bir yapı olarak algılanmaktadır. Bu zemin ve siyasal kültür kendi otoriter ve merkeziyetçi dilini üretmiştir.

Tek Parti Dönemine referans, demokratik cumhuriyet için sağlıklı bir referans değildir. Hiç kuşku yok ki, Türkiye’nin yeni ve sivil, bütün toplumsal kesimlerin temsilcilerinin katıldığı siyasal sözleşmeye ihtiyaç vardır. Bu sözleşme temel hak ve özgürlükleri referans almalı, milliyetçilik ve etnisiteye gönderme yapan bütün düşünceler devre dışı bırakılmalıdır.

Türkiye başta olmak üzere Batı dışı modernleşme süreçleri, halk desteğinden yoksun olduğu için, modernleşmeyi sahiplenecek koruyacak ve sürdürecek bir güç olarak orduyu öne çıkardı. Bu nedenle ordu, sistem içinde ekonomik, siyasi ve yargı yönünden ayrıcalıklı bir konuma sahiptir. Türkiye’de de görüleceği gibi ordunun sistem üzerindeki olağandışı rolü sık sık darbe yapmakla sonuçlandı. Yapılan darbeler, Türkiye’de olduğu gibi, modernleşme süreçlerini destekleyen kitleler tarafından destek gördü. Çünkü ordu, halkın değerleri olan İslami değerlere karşı laik ve sekülerler kesimlerin sığınağı ve garantisi oldu. İslam’a karşı duruşu meşrulaştıran söylem ise irtica ve geriye dönüş kavramsallaştırmasıdır. Bundan dolayı laik elitler, uzun süre, 28 Şubat’ta olduğu gibi, temel hak ve özgürlüklerin kullanımı konusunda ısrarcı olmadılar. Hatta din ve vicdan özgürlüğüne açıkça aykırı olan başörtüsü yasağının bile arkasında durdular.

İçinde büyük ölçüde İslamcı kökenden gelenlerin bulunduğu Ak parti ise iktidarının ilk on yılında siyasal merkezi elinde tutan bürokratik oligarşiye karşı büyük bir mücadele verdi ve başarılı oldu. 15 Temmuz sonrasında ise asker- sivil ilişkileri öncekinden çok daha sağlıklı bir zemine oturdu. Asker, siyasal sistem üzerindeki belirleyici ve ayrıcalıklı konumunu kaybetti. Ancak bu süreçte Ak parti başlangıçtaki değişimci kimliğini kaybetti. Değişim ve özgürlükçü siyasetten muhafazakar, milliyetçi bir söyleme döndü. Muhafazakarlığın değişime mesafeli, gelenek ve tarihsel mirası kutsayan görüşlerinden ve milliyetçiğin istikrarı, milli değerleri, güvenliği ve devleti öne alan yaklaşımlarının temsilcisi oldu.

Ak partiyi destekleyen dindar kitlelerin ve İslamcıların büyük bölümü, tarihsel olarak zaten yatkın oldukları değişime uyarak, bu dönemde milliyetçileşti ve muhafazakarlaştı. Böylece muhafazakar milliyetçiliğin sığınağı olan bürokrasi ile bütünleştiler. İktidarın sağladığı konfor ve ayrıcalık, idealleri büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Ülkenin içinde bulunduğu şartlar, söylemi, muhafazakar ve milliyetçiliği tahkim ederken, adalet arayışının önüne geçti. Bilindiği gibi muhafazakarlık ve milliyetçiliğin adalet ve özgürlük değil, güvenlik ve istikrar talebi önceliklidir.

Özellikle belli bir dönemde madun olanların iktidara geldiklerinde bekleyen en önemli tehlike mücadele ettikleri ötekine benzemeleridir. “Geçmişin mağdur ve madunları, oynadıklarını İktidar oyununda bekleyen en büyük tehlike, giderek, bir zamanlar kendilerine düşman sandıklarına benzemeleridir. Dil anlamsızlaşıyor, yöntemler ahlaksızlığın dibini buluyor, amaca ulaşmak için her yolun mubah kabul edildiği yeni bir kötülük dili galip geliyor. Buna psikolojide mazlumun zalimlerle özdeşleşmesi deniyor. İbn Haldun’da medeniyet düzleminde ‘mağluplar galipleri taklit eder’ demişti. Kötülük dilinden arınmak için bize acil hemhal oluş, bir ihtimam ahlakı gerekiyor.”(Kemal Sayar, Kayıp Arkadaş, Kapı yayınları)

“Başkasının günahı kişinin sevap hanesine yazılmaz.” Rahmetli Akif Emre’nin bu sözü üzerinden Türkiye siyasetini analiz etmek mümkündür. Türkiye sağ muhafazakarlığı, 1950′ den bu yana, CHP’nin günahları üzerinden kendini meşrulaştırıyor. CHP’nin Tek Parti pratiği dindar halkın vicdanında o kadar derin yaralar açtı ki, uzun yıllar sağ, muhafazakar, milliyetçi ve İslamcı siyaset kendini CHP karşıtlığına konumlandırdı. Bu konumlandırmanın hiç kuşkusuz haklı gerekçeleri vardı. Ancak bu durum, sağ muhafazakar, milliyetçi ve İslamcı siyasetin fikri ve pratik tutumunu da derinden etkiledi. Uzun yıllar iktidar olmaya CHP karşıtlığı yettiği için, sağ muhafazakarlığın ve milliyetçiliğin siyaset tarzında önemli bir değişim yapması gerekmedi. Ayrıca CHP karşıtlığı o kadar keskin ve üst düzeydeydi ki, sağ muhafazakar milliyetçi partilerin hataları görmezden gelindi. Benzer tutum Türkiye siyasetini, geçmişte olduğu gibi şimdi de, etkilemeye devam ediyor. Muhafazakar dindar seçmendeki CHP korkusu her tür yoksulluk, hukuksuzluk, adaletsizlik ve yolsuzluk iddiasını bastırıyor. Oy verme davranışı rasyonel, vicdani ve ahlaki olmaktan çıkıyor. ” Çünkü sağcılaşarak devletin merkezine oturan güç yanılsaması, yeryüzünü mescit bilen bir bilincin diriğinden çok Ortadoğu’nun, Balkanların tapusu söyleminin kodlanmışlığıyla malul bir vicdana dönüşür. ” (Akif Emre, Sınırsız İşgal Haritaları, Birinci Kitap, Büyüyenay yayınları, s: 244)

Bu dönemde İslamcılık, yeni dönemde muhafazakarlık ve milliyetçiliğin çürütücü etkilerine karşı adalet ve özgürlüğün sesi olmalı, devleti çıkarlarını değil, halkın geleceğini ve refahını öncelemeli, merkeziyetçi ve ulus devlet yerine adalet devletini savunmalı, siyasal anlamda toplumsal kesimlerin hür iradeleriyle katıldığı, sözleşmeye dayalı bir modelin sözcülüğünü yapmalıdır.

Bugün entelektüel anlamda en çok ihtiyaç duyduğumuz, iktidarın politikalarını meşrulaştırmak için bilimsel kariyerini kullanmak ve araçsallaştırmak yerine, iktidara rehberlik edip yol gösterecek, ufuk çizecek, yanlış uygulamalarını eleştirerek ve doğrusunu gösterecek, iktidarın şehvetine kapılmadan hakikati dillendirecek aydın ve sosyal bilimcilerdir.

İslamcılar, siyasal iktidarın yanlışlarını meşrulaştıracak bir söylem üretmenin peşinde olmamalıdır. İslamcıların aydın olarak önderi, siyasal iktidar karşısında daima muhalif ve uyarıcı bir çizgide duran Ebu Hanife’dir.

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR