Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Ümit AKTAŞ


Barış ve Şükran

Ümit Aktaş'ın "yeni" yazısı...


Yaşadığımız beklenmedik ve bir açıdan trajik iki olay, sadece ülkemizi değil, bölgemizi de altüst eden sonuçlara yol açtı. İlki 7 Ekim 2023 tarihindeki Hamas’ın kuşatma altında tutulduğu Gazze’den çıkış için İsrail’e saldırısı ve akabinde ABD destekli İsrail’in buna bölgedeki tüm dengeleri değiştiren aşırı cevabıydı. Ki bu cevap, insani ve ahlaki ölçüler kadar uluslararası ilkeleri de hiçe sayan, teröre cevap bahanesinden tarihin en şiddetli terörünü üreten bir katliam sonucu, İran tarafından uzun süredir bu bölgede inşa edilmeye çalışılan direniş ekseni’nin çökmesine ve İran’ın bölgeden çekilmesine, Hizbullah’ın tasfiyesine ve Esed rejiminin de sona ermesine yol açtı. Tüm bunlar BM kararlarının hiçe sayıldığı, bölgedeki Arap rejimlerinin sessizce seyrettiği ve hatta örtük bir biçimde desteklediği bir süreçte oldukça trajik bir biçimde gerçekleşti. Doğrusu 7 Ekim’den önce hiç kimse bölgedeki dengelerin bu kadar hızlı ve kapsamlı bir biçimde değişebileceğini tahmin edemezdi.

Bir açıdan bu bölgesel ve hatta küresel altüst oluşun tetiklediği bir başka olay ise Suriye rejiminin çökmesi sonucu harekete geçen HTŞ güçlerinin beklenmedik bir biçimde ve oldukça kolayca iktidarı ele geçirmesiydi. Bölgeden çekilen İran güçlerinin yerini alan ve ABD kadar Türkiye’nin de onayı ile gerçekleşen bu olay, bir bakıma soğuk savaş sürecinin bölgedeki son kalıntısının da temizlenmesi anlamına gelmekteydi.

Bu olayın Türkiye açısından beklenmedik bir başka sonucu ise 1 Ekim 2024 günü Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’a barış çağrısı yaptığı jestti. Bu jest genel olarak mecliste, ülkede ve bölgede olumlu bir yankı bulunca, adı konulmamış da olsa yeni bir barış sürecini de başlatmış oldu. Belli ki daha öncesinde taraflarca üzerinde mutabakat sağlanmış olan bir barış metninin Abdullah Öcalan tarafından açıklanmasıyla, adımların oldukça hızlı bir biçimde atıldığı bu beklenmedik olayın yarattığı ivme, o güne değin üzerinde bu kadar açık bir biçimde konuşulacağı asla düşünülemeyecek gelişmeleri bir anda dolaşıma soktu. Böylece PKK’nın feshi ve çözümün demokratik siyasette olduğuna dair, bir açıdan Türkiye’deki klasik Cumhuriyetçi bakış açısını da tasfiye eden ve ülkeyi uzun yıllardır sürdürülen savaş stratejisinden çıkaran bir bahar havası esmeye başladı.

Tabii ki bu beklenmedik değişim havasının toplumsal katkılarla beslenmesi, yasal ve siyasi desteklerle kavileştirilmesi; daha da önemlisi ise özellikle sivil toplum kuruluşlarının diyalog, kolaylaştırıcılık ve müzakereler gibi yollarla bu barış havasını yayması ve olağanlaştırması gerekmekte. Çünkü Devlet Bahçeli’nin jesti öncesinde hiç kimse asla böylesi bir barış ikliminin gerçekleşebileceğini beklemediği gibi; kayyumlar, tutuklamalar, askeri operasyonlar tam da aksi bir istikameti göstermekteydi. Ama tarihi değiştiren olayların bu beklenmedik yönleri, aslında bir bakıma biriken bir tepkinin ve hatta arzunun açığa çıkmasıyla belirir ve hiç umulmadık sonuçlara yol açar. Ama bu beklenmedik olayı olağanlaştırarak hayata geçirecek olan, bu fırsatın yarattığı olumluluğu benimseyerek ivmelendirecek toplumsal çabalardır. Kaldı ki çözüm süreçlerinin çoğunda da bu tip kırılma veya sıçrama anları vardır ama süreçleri ilerleten bu beklenmedik olayların kolaylaştırıcılığından ziyade, akabindeki toplumsal destekler ve çabalar olmuştur.

Süreci ivmelendiren etken her ne olursa olsun, yine de aşılması gereken oldukça büyük güçlüklerin varlığı unutulmamalı. Zira geride bırakılmaya çalışılan, yüz yıllık bir çatışma süreci ve bunun yarattığı bir yığın toplumsal travmalar var. Öyle ki bu, Türkiye’deki tüm demokratikleşme çabalarının da askıda tutulmasına yol açan ırkçı tezlerin de bahanesi. Bu bahanenin ortadan kalkması ise Anayasa çalışmaları kadar demokratik gelişmelerin de önünü açacak ve tepkin güçlerin sesini kısacak bir olumluluk. Onun içindir ki yakın tarihimizde birkaç kez yaşandığı gibi bu fırsat da harcanmamalı ve iç çekişmelere kurban edilmemeli.

Şüphesiz her çatışma, çözümünü de arar ve bir bellek kadar deneyim de oluşturur. O nedenle beklenmedik bu gelişmeye büsbütün hazırlıksız yakalanıldığı da söylenemez. Tarihsel belleğe ve öteki tarih’e dair arşivler açılmalı ve bastırılmış umudu yenileyen bir ortaklaşalığın önü açılmalı. Anadolu’nun istiklâl mücadelesinden itibaren başlayan bu tarih sadece Türklerin tarihi olmadığı gibi bu yurt da sadece Türklerin yurdu değil. İlk Ankara meclisinin çoğulluğu Kürtleri de Alevileri de içermekteydi ve bu çoğulluk elbette ki daha da genişletilerek, baskılanmış demokratik çoğulculuk fikri, sonuçta ayrılığı ve gayrılığı çağrıştıran ve buna yol açabilecek tüm pürüzleri ortadan kaldıracak bir biçimde hayata geçirilmeli.

Aslına bakılırsa günümüze değin imkânsız gibi gözüken barış fikri oldukça gerçekçidir ve olumludur. Ama bu yine de atılacak her adımı önemsememizi unutturmamalı ve barış açısına dair o kritik dikkatten bakışlarımızı uzaklaştırmamalı. Unutulmamalı ki barışın sağlayacağı bir vasat, hep geçiştirilen şu, toplumun ve siyasetin demokratikleştirilmesinin de en temel şartıdır. Ancak bu kıymetli çabalar sonucundadır ki bahaneler ortadan kalkacak ve yürekler soğuyacaktır. Farklı ihtimalleri görmezlikten gelmeyen bir duyarlılık ise şimdiye değin abartılan kimi kırmızıçizgilerin aşılmasının olmazsa olmaz şartıdır.

Hiç şüphesiz ki bu sürecin başlatılmasındaki en önemli aktör Cumhurbaşkanı Erdoğan. Onun bir önceki süreçteki olumsuzluklara rağmen ve elbette ki oradan çıkarılan deneyimler ve derslerle sürecin yenilenmesindeki cesareti ve olumsuzlukların ortadan kaldırılmasındaki stratejik hamleleri elbette ki takdire şayan. Toplumu barış iklimine doğru götüren sürece dair adımların atılmasında görünürdeki iki aktör, Bahçeli ve Öcalan olsa da, arka plandaki bir çabanın varlığı da oldukça belirgin. İsmi öne çıksın ya da çıkmasın tüm çabalar oldukça kıymetli ve hepsi de şükranı hak etmekte. Dolayısıyla da bu sürece önemli katkıları olan Öcalan’ın bundan sonraki müzakere süreçlerindeki kolaylaştırıcılığını sürdürebilmesi için üzerindeki kısıtların kaldırılması, bir zaruret olmaktan öte bir borç da. Artık bir hesaplaşma değil, helalleşme ânındayız. Öte yandan özellikle Mesud Barzani’nin, Kandil’in ve Mazlum Abdi’nin dış destekleri de sürecin ivmelendirilmesinde oldukça önemli ve görmezlikten gelinmeyecek katkılar.

Tüm bunlara rağmen kaygılar tam olarak sona ermiş değil ama artmakta olan da umutsuzluk ve ilgisizlik değil, merak ve heyecan. Çünkü bu sadece ülkedeki değil, bölgedeki siyasetleri ve ilişkileri de bütünüyle değiştirecek bir geleceği vaat etmekte. Bir zamanlar sözü edilen, Suriye ile aramızdaki 900 kilometrelik sınırın mayınlardan arındırılması hayali, maalesef bir duvarla daha da tahkim edilerek tam aksi bir yönde sonuçlanmıştı. Ama şimdiki hayalimiz, sınırların önemsizleştiği bir bölgesel barışın ve bütünleşmenin sağlanması. Öyle ki bu barış, adımlar dikkatle atıldığı sürece bizi, bölgenin tıpkı AB gibi bütünleşen ve ulusalcı kısıtları aşan bir bütünleşmesine de götürebilir ki AB’nin gerçekleşmesi de oldukça trajik bir savaşın sonrasında ve buradan üretilen bir ders, deneyim ve akılla sağlanmıştı.

 

Kaynak: Farklı Bakış

 

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR