Mustafa DOĞU

Tarih: 22.09.2020 05:29

BABALAR ve OĞULLAR

Facebook Twitter Linked-in

 

Çağan Irmak Türk sinemasının hiçte alışık olmadığı toplumsal içerikli, nitelikli ve güzel bir filme imza atmıştı. Üç kuşağın birbirleriyle oluşan iletişimini, bağlılığını, sevgisini, saygısını ve vazgeçilememezliğini çok duygusal, ama bir o kadar da gerçekçi bir anlatımla sunmuştu izleyicilerine. Şehvetin, şöhretin, şarlatanlığın, aldatmanın-aldatılmanın, hamasetin, sahte kahramanlığın, haz ve hız duygularının egemen kılınmaya çalışıldığı bir atmosferde böyle sosyal içerikli bir filme imza atmak son derece erdemli bir davranıştı. Bu tür filmlerde sonucun başarılı olabilmesi öncesinde ciddi bir analiz ve bilgilendirme sahibi olmayı da beraberinde gerektirmekteydi. İlk bakışta izleyici açısından popülaritesi, albenisi düşük bir filme imza atıyor olmak, gişe hasılatı açısından nasıl bir sonuç doğuracağı, nasıl bir teveccühe mazhar olacağı başta yapımcı ve yönetmeni içinde bir kaygı nedenidir.

Kur’an’ı Kerim’de çok sayıda Resul/Nebilerden bahsedilir toplumlarına uyarıcı olarak gönderilmiş olan. Bunların ilk önce Melek olmadığı, gönderildiği toplumların içinde yaşam sürmüş, kimisinin oğlu, kimisinin babası, kimisinin eşi, kimisinin yeğeni, kimisinin torunu, kimisinin amcası veya dayısı birer kendileri gibi beşer olan varlıklar olduğu vurgulanır. Çarşıda/pazarda dolaşan, değişik mesleklere sahip, evlenen, çoluk çocuğa karışan, acıkan-susayan, neşelenen-hüzünlenen, neticede kurutulmuş bir et yiyen kadınların çocukları oldukları vurgulanır. Ölümlü oldukları, ebedi kılınmadıkları güçlü te’kitlerle beyan edilir aklını vahiyle kullanabilme yetisini yitirmemiş irade sahibi insanlara. Bu resul/nebilerin hayatlarından kesitlerin aktarıldığı kıssalar basit birer geçmişlerin hikâyesi (esatir) olmadığı gibi, yaşanması olası olmayan veya imkânsız bir takım olayların kurgusu, ütopyası da değildir. Bunlar bizzat yaşanmış ve bundan sonraki benzer hadiseleri yaşama durumunda olacaklar için içerisinden en güzel derslerin çıkarılması gereken yaşamsal gerçeklerdir. Netice itibariyle, vahiyle hayatları tanzim ve tertip edilmiş bu resul/nebiler aynı zamanda müşahhas örnekler kılınmış, özelde ümmetlerine, genelde tüm insanlığa.

Bu kıssalara konu olan hadiselerden biride, bu güzel insanların baları ve oğulları ile yaşadıkları olaylardır. Âdem (as) iki evladıyla imtihan olunmuştur biri katil, diğeri maktul olarak. Kıskançlığın, hasetliğin, nankörlüğün, şükürsüzlüğün, isyanın, kibrin, haddi aşmanın kendisinde zirve yaptığı bir oğulun, son derece mütevazı, sabırlı, muti, şükreden, haddini bilen diğer oğlu, acımazsızca-hunharca katletmesi neticesinde. Baba ve oğulların yeryüzündeki ilk dramları olarak geçecektir kayıtlara. Dünya sevgisinin, mal/mülk edinme hırsının insanı nasıl kontrolden çıkarıp azgınlaştıracağının, karşısındakinin öz be öz kardeş olmasının bile hiçbir anlam ifade etmeyeceğinin güzel bir mesajıdır idrak edebilen kalplere-gönüllere.

Nuh (as) ile tanışırız isyankâr asi bir evlat ile oluşan en duygusal, en acı, en trajik bir hadisede. Kendisine vahyedilen İlahi hakikatleri gece/gündüz, gizli/açık demeden toplumuna ulaştırmak ve onların İslam ile müşerref müminlerden olmalarını sağlamak için çıktığı yolda, bu çağrıya, bu davete olumsuz cevap verip isyan edenlerin yanında saf tutmuş kendi öz evladının hikâyesidir anlatılan Nuh’un (as) kıssasında. Gök sularını boşaltmış, yeryüzü sularını salmış adeta her yer deniz derya, gemisinden son bir ümitle uzatır Nuh (as) -baba yüreğinin verdiği acıyla, şefkatle, merhametle- elini sularda boğulmak üzere olan yavrusuna. Uzatılan el havada kalır, asiliğin, isyanın bir insanı babasına–peygamber bile olsa- karşı duruş sergiletecek bir boyuta nasıl taşıdığının tarihler boyunca sürecek ibretlik bir örnekliği olarak. O evlat isyan edenlerden olmuş, inkâr eden toplumun diğer fertleri gibi suda boğulmak kaçınılmaz akıbeti kılınmıştır, babası resul/nebi olmasına rağmen. Zira gerçek imanın zorla, baskıyla, şiddetle oluşamayacağı gibi, kazanılmış babadan-dededen tevarüsle intikal eden bir hak olmadığı, kişinin hür iradesi ile severek, isteyerek, arzulayarak ortaya koyacağı bir tercihin neticesinde oluştuğunun mükemmel örnekliği olarak sunulur bu ibretlik olayda.

İbrahim (as) anlatılır Panteon’da put imalatçılığı yapan putperest bir babanın evladı olarak. Kendini ilah ilan eden yöneticinin etkin ve beraberinde çok sayıda puta tapıcılığın egemen olduğu bir toplumda, müşrik bir babanın evladı olarak açmıştır gözlerini dünyaya. Daha çocuk denecek yaşta başlamıştır bu mükemmel kâinatın ve mevcudatın bir ve tek olması gereken İlah’ını aramaya, akıl yürütmeye, bir takım kevni okumalar yapmaya. Panteon’a kilitlenmiştir, “kendilerine bile faydası olmayan” elleriyle yontup Tanrı edindikleri putlarla ilgili, başta babası olmak üzere toplumunun tüm fertlerine esaslı bir ders vermek için. Tüm putları parçalamıştır elleriyle. En büyüğünü ve iri kıyım olanını sağlam bırakmış, finalize edeceği son vuruşu yapmak ve insanların düşünce melekelerine hitap edip, akıllarını kullanabilmeleri için. Ama İblis bir aldatmaya görsün insanı, kalpler yeter ki mühürlenmesin, kulaklar duymayacak, gözler görmeyecektir en yalın, en çıplak hakikatleri. İşte, İbrahim’in putları kıran/lar/ı arayanlara alınlarını kaşırcasına yapmış olduğu; “sağlam kaldığına göre göre bu parçalamıştır diğerlerini” haykırışı sadece çok kısa süreli bir şok yaşanmasının ötesinde hiçbir anlam ifade etmeyecektir. İbrahim dur durak bilmeksizin çağırmıştır babasını bir ve tek âlemlerin Rabbi olan Allah’a iman etmesi için. Ama bu çaba, bu uğraş sonuçsuz kalacaktır her el uzatışında. Fakat İbrahim tüm bunlara rağmen baba sevgisi ile dolu yüreğiyle af ve mağfiret dileyecektir Rabbinden isyankâr/asi babası için. Fakat af ve mağfiretin sadece ve sadece iman eden kullar için geçerli olan bir müessese olduğu, müşriklere asla erişmeyeceği bildirilecektir Rabbinden İbrahim’e acı bir gerçek olarak, Nuh’a oğlu için bildirildiği gibi.

Yine İbrahim çıkar sahneye, bu defa ilerlemiş yaşında evlatla müjdelendiği oğlu İsmail’i kurban etmesi ile emrolunduğu rüyanın üzerindeki şiddetli tesiriyle. İbrahim sıradan bir insan değil ki gördüğü rüyada sıradan bir rüya olsun. O bir Resul/nebidir, gördüğü rüya bir vahiydir, dolayısıyla bağlayıcıdır. Görülenin yerine getirilmesi gerekir, ötelenemez, savuşturulamaz, geciktirilemez, aksi durumda isyan edenlerden olma tehlikesi vardır. Tüm bunları ruhunun derinliklerinde hisseden ve bilen İbrahim ciğerparesi/yavrusu İsmail’e açar bu rüyada emrolunduğu şeyin ne olduğunu ve kimin kurban seçildiğini bildirmek için. İbrahim ki; bu ihtiyarlamış yaşına kadar ne badireler atlatmış, ne çetin sınavlardan geçmiş, ne tür belalarla yüz yüze gelmiş, tüm bunları kalbinde, ruhunda, beyninde zerre kadar tereddüt yaşamadan dirayetiyle, inancıyla, kararlığıyla savuşturmuş bir Allah dostu-Halilullah’tır. Bunu da Rabbinin izniyle atlatacağından bütün kalbiyle emindir. Ya İsmail. O babasının işini kolaylaştırmak ve Rabbinin babasına emrettiği şeyi gerçekleştirmesini sağlayabilmesinin yollarını aralamak için küçücük yaşında çok büyük insanların bile gösteremeyeceği olgunluğu, sadakati, teslimiyeti, boyun eğişi göstermektedir, kurban olmakla emrolunan kişinin kendisi olduğunu bile bile. Bu sahne kıyamete kadar devam edecek koç kurban edilmesi ile sonuçlanacak, baba ve oğul Rablerinin kendilerinden son derece razı olduğu kullar olarak mükâfatların en büyüğüne layık kılınacaklardır.

On iki oğul babası Yakup (as) anlatılır kardeşler arasındaki kıskançlığın, çekememezliğin, hasetliğin farklı tezahürlerini yaşamış biri olarak. Yakup’ta ve kahir ekseriyetle tüm babalarda oluşan sevginin evlatlarda farklı tezahürünü sağlayacak gerçek nedenin bilgi, bilinç, incelik, nezaket, nezafet ve nezahet olduğunu anlayamamıştır ilerlemiş yaşlarına rağmen on kardeş. Bundan dolayı annenin farklılığına hamletmişlerdir Yakup’un Yusuf’a karşı oluşan sevginin gerçek nedenini. Şeytan onların kalplerine kıskançlık tohumları ekmiştir, öfke, kin ve nefret ile sulayarak. Öldürmek, yok etmek istemişler Yusuf’u, böylece baba sevgisinin tekrar kendilerine kanalize edileceği duygusuyla. Şeytan nefisleri bir aldatmaya görsün, akıllar tutuluyor, kalpler kararıyor, bilinçler köreliyor, duygular yozlaşıyor, yanlışlar doğru, kötülükler güzel gösterilmeye başlanıyor. İşte tüm bu duyguların galebe çaldığı on ağabey küçük Yusuf’u babasından koparacak ve yıllarca sürecek hasretin oluşmasını sağlayacak kurguladıkları çirkin tuzaklarını, hilelerini, oyunlarını sahneye koyuyor ve uygulamaya geçiyorlar. Bu ağır imtihanda Yakup, sabrın, ümidin, hasretin, elemin yaşayan bir sembolü haline gelecek ve bir insan ömrü için hiçte kısa olmayacak uzun yıllar sonra ilerlemiş/ihtiyarlamış bir yaşta kaybettiği Yusuf’u ile vuslata erecek. Yusuf çekilen bunca acıya, zulme, hasrete sebep olan ağabeylerini bağışlayarak bir insan için gösterimi çok zor olan bir kadirşinaslığı, gerçek kardeşliği ortaya koyacak ve tarihin kaydettiği en güzel merhamet örnekliğinin müessiri olacaktır.

Musa’da farklı boyutlarıyla kurgulanmış bir yaşam örnekliği çıkar karşımıza. Muhtemelen babası kendisi doğmadan önce vefat etmiş olan Musa, insanlık tarihinin en azgın, en zalim biri olan ve kendisini Rab ilan edecek kadar haddi aşıp tuğyanlaşan Firavunun sarayında, geçirecektir çocukluk ve ergenlik çağının en önemli dönemlerini. Üstelik gelecekte kendisini ve saltanatını tehdit edecek bir çocuğun dünyaya gelişi kehanetiyle korkutulan ve o yıl doğan tüm çocukları katletmesi teklif edilen ve iktidarının elinden gitmesi korkusunu yaşayan tüm zalimler gibi teklifi anında uygulayarak büyük bir katliama imza atan bir zorbanın gözetiminde. Ondan sonraki gençlik çağının en önemli dönemini ise bu defa kutlu bir elçi olan ve gönderildiği azgın, haddi aşmış kavmi müstakim bir sırata davet eden, kızıyla evlenmek suretiyle damadı/oğlu olan Şuayb’ın (as) yanında geçirecektir, gelecekte Rabbimizin omuzlarına yükleyeceği ağır Risalet görevinin yılmaz bir taşıyıcısı olması için.

Zekeriya ile Yahya’yı, Davut ile Süleyman peygamberleri okuruz baba/oğul ilişkisinin farklı makam ve mevkilerinde ki farklı güzel örneklikleri için.

Rabbimizin yetim bulup barındırdığı, ne yapacağını bilmez ve bir arayış içindeyken rehber olduğu, kitap nedir, iman nedir bilmez iken Risalet’le müşerref kıldığı Hz. Muhammed (as) baba ve oğul hiyerarşisinde sadece kendisinin olduğu bir pozisyonda bir ömür sürmüştür. Babasını hiç görmeden-tanımadan, oğullarının da büyüyüp gençlik ve olgunluk çağlarına erdiklerine şahit olamadan bu dünyadan göç eylediklerine şahit olmuş. Her yaşamın kendilerinden sonrakilere aktarılacak küçük-büyük mesajlarla dolu olduğu düşünülecek olunursa, Allah Resulü’nün bu pozisyonda bir yaşam sürmesinin de şüphesiz kendisinden çıkarılabilecek çok önemli-anlamlı mesajlarla yüklü olduğu görülecektir. “Kimsesizlerin kimsesi” olan Allah, hiçbir kulunu sahipsiz bırakmaz ve tüm kullarının ömürlerini ve rızıklarını tayin edici olarak merhameti ile kuşatandır. Bir baba-anne için yeryüzünde yaşanacak acının-dramın en ağırıdır evladının kendisinden önce vefat etmesi. İşte Allah’ın elçisi, kutlu nebi kendi vefatından önce kendi elleriyle toprağa verecektir altı evladını, “Allah’tan geldik, dönüşümüz yine O’nadır” İlahi buyruğunun ve öğretisinin ışığında büyük bir sabır ve metanet örneği olarak. Müşrikler tarafından iğnelenmiştir “ebter” (soyu kesik) diye. Rabbimiz müşriklere asıl soyu kesilecek, nesilleri tükenecek “ebter”lerin kendileri olacağını, tek başına yola çıkan elçisinin ise “Kevser” ile şereflendirilip büyük bir ümmet ordusuna sahip olacağını bildirmektedir yalın bir gerçek olarak.

Bizim toplumumuzda güzel bir deyim vardır dede için “büyük baba” ve amca için “baba yarısı” diye. İşte tadamadığı, duyamadığı, hissedemediği o baba duygusunu, kokusunu ve himayesini önceleri dede ile sonraları amca ile yaşatmıştır yetim kılınan Muhammed’e (as) Rabbimiz bir lütfu ikramı, bir hikmeti İlahisi olarak. Dedelere ve amcalara yetim kalan torunlar ve yeğenler için bir örneklemedir bu yaşanmış hikâye. Allah resulü erkek evlad sevgisini yanından hiç ayrılmayan, köle pazarından satın alınıp sevgili eşi tarafından kendisine hediye edilen, Allah’ın kalbine-yüreğine, benliğine, anne-babasına, yakın-uzak akrabalarına tercih edecek kadar nakşettiği sevginin-hayranlığın bütün tezahürlerini izhar eden azatlı kölesi Zeyd ile yaşayacaktır uzun bir süre. Hatta yasak kılınana kadar “Muhammed b. Zeyd” diye çağrılacaktır tüm Mekke halkı tarafından. Eş zamanlı olarak hem amcaoğlu ve daha sonrasında damadı/evladı olacak Ali ile yaşayacaktır erkek evlad duygusunu ve sevgisini. Torunlar sahibi olacaktır ihtiyarlamış yaşındaki Muhammed (as), dedelerin efendisi, en güzel örnekliği olarak.

Babaların yiğitlerine-evlatlarına nasıl bir eğitim vermeleri, nasıl terbiye etmeleri, nasıl bir gelecek hazırlamaları ve onlar için nasıl bir rol model olmaları gerekliliğini, yaşamları vahyin sağlamasından geçmiş ve yürüyen vahye dönüşmüş, kendilerinde en güzel örnekliklerin olduğu Rabbimiz tarafından bildirilen resullerinin yaşanmış hayat hikâyelerinden sunulan pasajlarda/anekdotlarda görmekteyiz. Ayrıca Lokman’ın (as) dilinden vahyi ayetlere dönüşür açık ve sarih ifadelerle, öğüt (emir) olarak Rabbimiz tarafından tüm insanlığa.
      * Lokman (as); zulümlerin-hadsizliklerin-sınır tanımazlıkların en büyüğü olan Allah’a şirk-ortak koşmaktan şiddetle kaçınmayı öğütler tüm çağların babalarına ve oğullarına. Zira O Allah; tüm kâinatın, mevcudatın, mahlûkatın yaratıcısı, sevk ve idare edicisi, bir ve tek, eşsiz ve benzersiz Rabbidir, İlahıdır. İman edip, müminlerden olmanın vazgeçilmez ilk şartının tüm bu hakikatleri en ufak şek ve şüphe duymaksızın dil ile ikrar, kalp ile tasdik etmek olduğu dökülür Lokman’ın (as) ağzından ayet olarak, mesaj olarak.
      * Bin bir türlü zahmet, meşakkat ve sıkıntıyla büyütüp yetiştiren, sevgisini, şefkatini, merhametini üzerinden eksik etmeyen anne-babasına her koşulda, her durumda iyi davranmakla mükellef kılındığı bildirilir yarının babası olacak bugünün oğullarına. Şayet anne-baba kişiyi bilgisi olmadığı şeyde Allah’a ortak koşmaya zorlar, çağırıda bulunursa bu konuda onlara asla itaat edilemez. Ama insani anlamdaki sorumluluk ve yükümlülüklerini yerine getirmekten de asla imtina edemez.
     * Ölüm bir son ve tükeniş değildir. Ölüm bir yaşamın kapısının kapanması ve yepyeni bir dünyanın kapısının aralanmasıdır. Dolayısıyla hayat sadece dünyadakinden ibaret olmayıp birde ebedi kılınan bir ahiret hayatı vardır ve gerçekleşmesi oldukça yakin olan. Dolayısıyla yaşanılan geçici dünya hayatının, ebedi kılınan ahiret hayatına tevdi edilen bir hasat, elde edilecek bir bilanço olacağı ve zerre-i miskal bile olsa haksızlığın yapılmayacağı, karşılığının eksiksiz cömertçe ödeneceği bir alış/veriş, bir ekim yeri olduğu bildirilir tüm açıklığıyla. Sınırsız lütuf ve ikram sahibi olan Allah, yapılacak hardal tanesi kadar dahi olsa bir iyiliğin her nerede, nasıl ve ne şekilde gerçekleşirse gerçekleşsin, haberdar olduğunu, onu zayi etmeyeceğini ve ortaya çıkararak mükâfatların en güzeli ile karşılık vereceği müjdesi ile muştulamaktadır inanan kalpleri.
      * Yalın bir imanın, insanın zihninde, kalbinde, gönlünde sürekli korunmasının ve muhafaza edilmesinin neredeyse imkânsızlığından bahsedilerek bunun buralarda kök salıp büyüyerek olgunlaşmasının bedende ve toplumda kalıcı hale gelmesinin ancak ameli salihlerle mümkün olabileceği vurgulanmaktadır büyük bir önemle. Bu ameli salihler içerisinde ayrı bir vurgu ile ön plana çıkarılır tüm ümmetlere farz kılınan ve asla terkine müsaade edilmeyen bireysel ve toplumsal eda edilecek çeşitleriyle Namaz.
      * Bireysellikten sıyrılıp erdemli, ahlaklı, adil bir toplum oluşumuna katkı sağlayacak mükellefiyetlerin temelinde iyiliğin emredilip, kötülükten sakındırmanın yattığı belirtilmekte ve bu uğurda hiçbir tehditkârın tehdidinin, kınayıcıların kınamasının bir anlam ifade etmeyeceği, başına gelebileceklere karşı sabırlı olup ye’se düşmemesi, Allah’a güvenip sa’ye sarılarak hikmete râm olması telkin ve tavsiye edilir.
     * Allah kullarını çok değişik vesilelerle imtihan eder; kimini makam-mevki sahibi yapmakla, kimine mal-mülk vermekle, kimini fakrı zaruret içerisinde bırakmakla, kimine çok sayıda evlad ü ıyal bağışlamakla, kimini yiğit-cevval-savaşçı kılmakla, kimini siyah, kimini beyaz, kimini sarı ırktan yaratmakla. Bunların hiçbiri ne övünülecek, nede yerinilecek şeylerdir. Bunlar yeryüzü sahnesinin birer imtihan unsurlarıdır. Onun için mümin halktan yüz çeviremez, yeryüzünde böbürlenerek, gururlanarak çalım satarak kibirli davranarak yürüyemez. İşlediği zulümleri haksızlıkları, yolsuzlukları, ahlaksızlıkları bağırarak-çağırarak, elinde olan makam-mevki ve imkânları insanlar üzerinde baskı unsuru olarak kullanamaz. Kullansa bile bu asla onu haklı konumuna getiremez. Zira tüm bunlar Allah’ın hoşuna gitmeyecek şeytan işi hasletlerdir. Bu imtihanı başarılı kılabilmenin yolunun ise, tevazu sahibi, bolca hamdeden ve şükreden kul olmaktan geçeceği tekrar tekrar hatırlatılmaktadır.

Kerim kitabımızda Rabbimiz evlatlarımızın gözümüzün nuru-aydınlığı kılındığını, dünya hayatının güzel birer süsü olarak yaratıldığını ve aynı zamanda bir fitne, büyük bir imtihan vesilesi olduğunu ve bu nadide varlıklara çok kıymetli, değerli birer emanet nazarıyla bakmamızı bildirmektedir. Yine Rabbimiz, bu candan, kandan bir parça olan emanetlerin hayata nasıl hazırlanmaları gerekliliği ve gelecek dünyalarının nasıl oluşması hususundaki kriterleri belirgin bir şekilde ortaya koymaktadır. Öyle ki, nadide bir çiçeğin yetiştirilmesinde gösterilen ihtimam ve hassasiyetin çok daha fevkinde ki bir titizlik ve gayret ortaya konulmalı, onların, öncelikle tevhidi bir iman sahibi mümin/müslim birer kul olmalarını sağlayacak eğitim ve öğretim faaliyetleri evden başlanarak teorinin ve pratiğin en güzel örneklikleri eşliğinde bizzat ebeveynlerin nezaretinde sürdürülmelidir. Atılacak bu sağlam temelin üzerine bina edilecek sonraki inşa çalışmaları çocuklarımızın gelecekte salih, muttaki, muhsin, adil, ahlaklı, erdemli birer kul olmalarını sağlayacak ve her iki cihanın kazananlarından olmanın bahtiyarlığına erişeceklerdir. Dolayısıyla yakıtı insan ve taşlarla harlanacak olan cehennem ateşinden/azabından azade olunmuş ve razı olunan, razı olan mutmain bir kul olarak cennet ile şerefyâb olacaklardır. Onun için Rabbimize yapacağımız dualarımızın vazgeçilmezi; bizi ve neslimizi kendisine teslim olanlardan, doğrulardan, salihlerden, namazı ikame edenlerden, tevbe edenlerden eylemesi şeklinde olmalıdır.

Liberal/kapitalist ekonominin yaşamsal ideolojisi olan modernizm insanlar üzerinde oluşturduğu müreffeh yaşam tarzı ve gelecek kaygısı ile birçok değer yargısının yozlaşmasına neden olmakla kalmayıp, hayata ve sahip olunanlara bakış açısını da değişim ve dönüşüme uğratmıştır. Eşya, insan için varlığını ve yaşamını sürdürmeye yarayan Allah’ın kendisine bahşettiği geçici bir emanet olmaktan çıkarılarak, kalıcı, vazgeçilmez, uğruna bir ömür tüketilen bir pozisyona yükseltilmekte, empoze edilen kültür ile gereksinim-ihtiyaçların sınırsızlığı kanıksattırılarak, doyumsuzluk, tatminsizlik, yetinmezlik duyguları kontrol edilemez bir hale ulaştırılmaktadır. İnsanlar çılgınca bir tüketim kölesi haline dönüştürülerek alabildiğince narsist, alabildiğine hedonist ve alabildiğine bencil olmaları sağlanmaktadır. Daha fazla tüketmek için daha fazla gelir elde etmenin gerekliliği ile eşler çalışmak zorunda kalmakta, tüm geleceklerini ipotek altına alacak borçlanmalarla karşı karşıya bırakılmaktadırlar.

Popüler kültür ve cari olan ideolojiler tüm değer yargılarında oluşturduğu tahribatı ne acıdır ki evlalarımızın yetiştirilmesi, geleceğe hazırlanmasında da oluşturmuş, dünyevi kaygılar uhrevi âlemi ya önemsiz kılmış veya unutturmuştur. Sürekli ileriki yaşlara ertelenen evlilikler ile aileler çekirdekleştikçe çekirdekleşmekte, bir veya iki çocukla yetinmeyi mukadderat gibi görmekte, bunların geleceği ile ilgili taşınan sorumluluk ve yük ise, sanki bir dağı yüklenmişte altında ezilmekte olan bir hamalın görüntüsü benzeri bir fotoğrafı çağrıştırmaktadır. Daha ana rahmine düşer düşmez başlayan anlamsız tavır ve davranışlar doğum sonrası iyice çığırından çıkarttırılarak her anlamda abarttırılmaktadır. Yarış atına döndürülen yavrular başta sorumluluk bilincini kuşanma olmak üzere birçok değerden yoksun yetiştirilmekte, hayatının yegâne saikı iyi bir kariyer, iyi bir meslek ve beraberinde müreffeh bir yaşamın kurgusu ve pratiğini oluşturmaktan öte bir anlam ifade etmemektedir.

Sadaka-i cariyedendir geride imanlı/ihlaslı salih evlatlar bırakıyor olmak. Babanın evladına bırakacağı en güzel/önemli miras, yaşamı süresince ortaya koyduğu erdem/onur/ahlak dolu, helal/haram hassasiyeti son derece yüksek, adil/fazıl bir yaşam olmalı ki, evlad da bu miras ile iftihar edip kendisi de en az babası kadar salih/muttaki bir kul olmanın gayretiyle onlar için mağfiret dileyen, hayırla yâd eden ve kendisinin de babası gibi iyi/güzel/salih evlatlar yetiştirmenin çabası içerisinde birisi olabilsin. Ne acıdır ki dünün evladı olup bugünün babası olanlar evlada karşı gösterdiği sevginin, ilginin, şefkatin, merhametin çok küçük bir kısmını dahi babasından esirgeyebilmekte, onları ahir ömürlerinde yalnızlığa terk edebilmektedir. Birçokları da kendi kocaman kocaman evlerine sığdıramadıkları babalarını “huzurevi”ne yerleştirerek vicdanlarını rahatlatmanın doyumsuz keyfini sürmektedir(!). Unutmamalıdır ki bugün “el bebek, gül bebek” kreşlerde büyütülen çocuklar yarınlarda babalarına bu muameleyi bile çok göreceklerdir.

Biz babalar ve oğulları yazdık bir erkek empatisi ve bakış açısıyla. Umarız bir bayan yazarımızda kadın duygudaşlığı ile analar ve kızlarını yazar inancımızın ve medeniyetimizin en güzel örneklikleri ışığında vesselam.  


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —