Türkiye, 6 Şubat’ta yüzyılın felaketini yaşadı. İki büyük deprem yaklaşık 13,5 milyon insanımızı etkiledi. Birbirine yardım edecek komşu kentler çöktü. On binlerce can kaybı, yüz bini geçen yaralımız var. Büyük felaketin ardından ise yüzyılın dayanışması başladı.
Depremin hemen ardından, yetkililerin gösterdiği beceriksizliğe karşın Türkiye halklarının büyük dayanışmasına tanık olduk.
Enkaz altındaki canları kurtarmak, depremzedelerin ihtiyaçlarını karşılamak, yaralara az da olsa merhem olabilmek için tüm ülke tek yürek oldu. Bu dayanışmaya neredeyse tüm insanlık ortak oldu. Sanatçısından siyasetçisine, sporcusundan iş dünyasına kadar herkes elinden gelen gayreti gösteriyor.
Depremin hemen ardından ilan edilen “Dördüncü seviyeden alarm” tüm dünyada karşılık buldu ve yardım ekipleri hızla yola koyuldu.
Tüm dünya, yaşanan büyük deprem için seferber oldu. Arama kurtarma ekipleri, tam donanımlı sahra hastaneleri, arama köpekleri ve binlerce uzman kişi depremin ikinci gününden itibaren Türkiye’de çalışmaya başladılar. Irak Kürdistan Federal Bölgesi’nden ABD’ye, Yunanistan’dan İsrail’e, Hindistan’dan Yeni Zelanda’ya kadar 66 ülkeden 6 bini aşkın uzman personel bölgeye sevk edildi.
İlk gelen ekiplerin başında “bir gece ansızın gelebiliriz” diye tehdit ettiğimiz Kürdistan Bölgesi ile komşumuz Yunanistan oldu. Daha ilk gün Kürdistan Federal Bölgesi’nden Barzani Vakfı 30 ambulans, 45 hekim ile 10 TIR yiyeceği deprem bölgesine gönderdi. İkinci gün 10 TIR ısıtıcı ile 100 TIR iş makinasını bölgeye intikal ettirdi. Arama kurtarma ekibi canla başla çalıştı. Kürdistan Federal Bölgesi Başkanı Necirvan Barzani Gaziantep’e gelip AFAD merkezini ziyaret ederek geçmiş olsun dileklerinde bulundu. “Kürdistan’da her ev taziye evidir” diyerek acımızı paylaştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Mesut Barzani’yi arayarak teşekkür etti. Ancak ne yazık ki, medyada hiç yer almadı.
Yunanistan devlet televizyonu deprem gününün açılış müziği olarak “Ben senu sevduğumu dünyalara duyurdum…” diyen o güzel Karadeniz türküsüyle açmasını Türkiye halkları olarak unutmayacağız.
Belirli kesimlerin “kadim düşman” olarak görüp gösterdikleri İsrail ve Ermenistan hiç tereddüt etmeden yardıma koştular. Özellikle İsrail ekibinin sahadaki çalışmaları, donanımları fark yarattı. Bilindiği gibi Yahudiler için cumartesi günü çalışmak dinen yasak. İlk defa Türkiye için geçen cumartesi hahamlar fetva vererek çalışma yasağını (Şabat) kaldırdılar. İsrail halkına bu fedakarlıkları için minnettarız.
Milyonlarca depremzede başta olmak üzere tüm Türkiye halkları gördüler ki, halkların birbirine düşman olmasının bir nedeni yok. Ülkeleri yönetenlerin, kendi çıkarları doğrultusunda geliştirdikleri politikalar, halkları birbirine düşman olarak göstermektedir. İngiltere Başbakanı Rishi Sunak Türkiye için oluşturulan yardım merkezinde yardımların ambalajlamasına yardım etti. Bu sembolik jestin çok anlamlı oluğunu düşünüyorum. Bu deprem dış güçler edebiyatını çürüttü. “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur” hamaseti çöktü.
Kutuplaştıran, iç ve dış düşman üreten, ‘beka’cı algı siyaseti, halkların özverisi, dayanışması karşısında yenildi. Tüm etnik, dinsel ve mezhepsel aidiyetler ortadan kayboldu. Yardım edenler ve yardım alanlar aidiyet duygusuyla hareket etmediler. Kimsenin kimliği sorgulanmadı.
Depremin vurduğu iller, aynı zamanda en çok mülteci barındıran iller arasında yer alıyor. Depremde hayatını kaybeden mülteci sayısı 6500 olarak kayıtlara geçti. Nüfuslarına oranla çok yüksek bir sayı. Irkçı-şoven mihraklar depremin, büyük yıkımın yol açtığı öfkeyi, göçmenlerin üstüne yıkmaya çalıştılar. Özellikle Suriyeli ve Afgan mülteciler yağmacı olarak lanse edildiler. Şiddete varan saldırılara maruz kaldılar. Esasen bir savunma ideolojisi olan milliyetçiliğin gıdası, nefret ve ötekileştirmedir. Pompalanan milliyetçilik ve ırkçılık hem depremzedelerin hem de arama ve kurtarma için gelen ekiplerin can güvenliğini tehdit ettiği için bazı yabancı arama ve kurtarma ekipleri ülkelerine erken döndüler.
İktidar ilk iki gün deprem karşısında çaresiz kaldı. “Kararlar hızlı alınacak” denilen rejimde, seferberlik kararının alınması dahi günleri buldu. Yetkililer talimat bekleyerek müdahale edemediler. Her açıklama yapan “Sayın Cumhurbaşkanı’nın talimatıyla” diye başlıyor. Her şeyin “talimatla” yapılması, afet yönetiminde zafiyete dönüştü. Yetkililer inisiyatif kullanamadılar. Askerler ve madenciler geç gönderildi. 24 saat sonra gelen askeri yardımların canlı kurtarılabilecek birçok insanın yaşamını yitirmesine neden olduğu düşünülüyor. Hayati öneme sahip ilk 48 saatte arama kurtarma ekipleri yetersizdi. Depremden 227 saat sonra bile canlı çıkarılıyorsa ilk 48 saatte kaç kişinin canlı çıkarılabileceğini varın siz düşünün.
Mimarlar Odasının itirazlarına rağmen Amik ovasına yapılan Hatay havaalanı çöktü. Çokça övülen otoyollar kullanılmaz hale geldi. Ulaşım sekteye uğradı. Dünyanın en büyük yardım kuruluşlarından biri olan Kızılay adeta sahada yoktu. İktidarın öne çıkarmak istediği AFAD gerekli organizasyonu sağlayamadı. Büyük felakete tamamıyla hazırlıksız, plansız, koordinasyonsuz yakalandı.
Hatay Havaalanını onarmaya çalışan Ankara Büyükşehir Belediyesine, İskenderun limanındaki yangına müdahale eden İstanbul Büyükşehir Belediyesine, yaraları sarmak üzere sahaya çıkan sivil toplum kuruluşlarına “Devletin yapamayacağını bir belediye mi yapacak? Siz kimsiniz” diye seslenilmesi çaresizliğin, acziyetin ve kibrin ifadesidir.” Her yere ulaştık, devletimiz gereğini yapıyor” açıklamalarının, güçlü iktidar propagandalarının halkta hiçbir karşılığı yok. Kabaran öfke bunu gösteriyor. Kaldı ki, bu kadar büyük bir afeti güçlü devlet, güçlü bürokrasi nutuklarıyla yönetmek de mümkün değil. Aklın, bilimin, liyakatin yerini partizanlığın, sadakatin aldığı, yağmacı bir sistemin başka türlü bir netice üretmesi beklenemezdi.
Tanzanya’ya büyükelçi olarak atanan eski AFAD Başkanı apar topar geri çağrıldı, Hatay’da koordinasyonu sağlasın diye.
AFAD Afetlerle Müdahale Genel Müdürünün özgeçmişi çokça sorgulandı. İlahiyat Fakültesi mezunu, Tasavvuf alanında yüksek lisans yapmış, Diyanet İşleri Başkanlığına müşavir olarak, oradan da AFAD Başkan Yardımcılığına atanmış. Sonradan da Afetlere Müdahale Genel Müdürü olmuş. Liyakatsiz ve partizan bir atama şeklinde eleştiriliyor. İlahiyat eğitimi ile deprem arasında bir bağlantı kurulamıyor.
Başlangıçta AFAD dışında kimsenin yardım ve kurtarma hizmeti vermesine tahammül edemediler. İktidar kendi flaması dışında yapılan insani yardımlardan rahatsız gibi. Kendi dışında kimsenin rol almasını istemediler.
İHH, AHBAP, AKUT, Belediyeler ve gönüllü kuruluşlar çok daha hızlı davranıp yardım çalışmalarına başladılar. Bunlar arasında siyasi partiler, vakıf ve derneklerle tarikat ve cemaatler yer almaktadır. Menzil tarikatının 1100 devre mülkünü depremzedelere ivedilikle açması, günlük 30 bin yemek dağıtması takdire şayandır.
Daha önce imar barışıyla övünen iktidar bugün ise TOKİ binalarının yıkılmadığından dem vuruyor. 2018’deki imar barışı ile ilgili olarak; “144 bin 556 Maraşlı vatandaşımızın, Malatya’da 88 bin 577 vatandaşımızın, 205 bin Hataylı vatandaşımızın sorununu çözdük” denilmişti. O binaların yasalara, kurallar uygun olmadığını bile bile seçim için bunu yaptık anlamına gelir ki bugün bunun yanlışlığı ortaya çıktı.
Çöken binaların bir kısmında farklı saiklerle kolonların kesildiği bilgisi medyada paylaşıldı. Bu da açgözlülüğün, sorumsuzluğun halk versiyonudur.
Depremi siyasi olarak kullanmak ahlaki değil. İktidarın devleti kalkan olarak kullanarak muhaliflere saldırması, tehdit dili kullanması etik değil.
Dünyayı iyilik kurtaracak. Bir insanı sevmekle başlayıp tüm insanları ve tüm canlıları sevmeyi becermeliyiz.
Derler ki, vicdan insanın içindeki tanrıdır. Ülkelerin otoriter liderlere değil; vicdanlı, merhametli, dürüst ve en önemlisi ölümü değil yaşamayı kutsayan liderlere ihtiyacı var. Zira aslolan, ölüm değil hayattır, insanların dirilişine vesile olmaktır.
Kaynak: farklı Bakış