Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Aşiret Olgusuna Farklı Bir Bakış…

Aşiret topluluklarının, kırsalda (köy) ve konar-göçer olarak “dışarıda; badiye’de/çöl’de” yer alıp yaşıyor olmakla birlikte, belli kurallara sahip topluluklar olarak temayüz etikleri kabul görür, çok kişi öyle düşünmese de...


Klasik dönemlerde, doğu-İslam toplumlarında, toplum hayatının devamının tesisi açısından, ekonominin büyük oranda tarıma ve dolayısıyla hayvancılığa dayandı gerçeği üzerinden düşünüldüğünde, toplumsal biçimin; şehirli, köylü ve göçebe karakter üzerinden tanımı mümkün olur.

Eski dönemlere ait arkeolojik kazılar dikkate alındığında, insanların büyük bölümünün şehirlerde yaşadığı göze çarpar. Bundan dolayıdır ki, şehir hayatı, doğal olarak kendine özgü bir yapıya, teşkilatlanma biçimine, diline ve mantığına sahip olmuştur.

Bunun yanında, kırsalda yaşayıp ekonomik uğraşısı tarım ve hayvancılığa dayanan köylü ve göçebe toplumların, büyük oranda aşiret örgüsü ve skalası içerisinde bir yapılanmaya dayandığı söz konusudur.

Şehirde var olan toplumsal yapılama; kabile, sülale ve aile olarak belirdiği halde, göçebelerde, birbiriyle kan bağı bulunan(aynı atanın çocukları) belli sayıda üyesi bulunan alabildiğine homojen bir yapı olarak; kırsalda (köyde, kasabada) bu saydığımız topluluk biçimlerini de içermekle birlikte, farklı etnik yapılara mensup olup belli kurallar çerçevesinde bir araya gelmiş ailelerin oluşturduğu yapılar ise genelde “aşiret” olarak tanımlanır.

Bu toplulukların, kırsalda (köy) ve konar-göçer olarak “dışarıda; badiye’de/çöl’de” yer alıp yaşıyor olsalar da, belli kurallara sahip topluluklar olarak temayüz etikleri kabul görür.

Tamam, yaşanılan mekân ve elde bulunan, bulundurulan “maddi” imkânlara bakıldığında, şehirde yaşayan topluluklara nazaran bazı imkânlardan yoksun iseler de, onların belli bir yaşam tarzına, uzmanlık gerektiren hemen her konuda bilgi ve beceriye sahip oldukları bilinmektedir.

Ondan dolayıdır ki, aynen Mekke dönemi Kureyş kabilesinde görüldüğü üzere, iş bölümlerinin aileler arasında paylaştırıldığı görülür.

Bu durum, sosyolojik bir olgu olarak, klasik dönemlerde tüm aşiretsel yapılarda var olduğu gibi, Osmanlı döneminde bir nevi federasyon çatısı altında toplanmış bulunan Kürt, Türkmen ve Arap aşiretlerinde de görülmektedir.

O ortamda bir ailenin, İslam’a uygunluğu dikkate alınan hukuk çerçevesinde, kendi içerisinden çıkmış bulunan ilim sahibi bir din âliminin çabaları üzerinden aşiretin adalet işleriyle ilgilenildiği, bir başka ailenin diğer bir işle, bir başka ailenin ise başka bir işle iştigal edip o toplumun gündelik hayatlarını kolaylaştırıcı kararlar aldığı; toplumsal hayatın da bu minval üzere sürdüğü görülmektedir.

Bu iş bölümünü, bir nevi herhangi bir devletin, toplum adına üstlenmiş olduğu “yasama, yürütme ve yargı” makamının işleyiş durumuna benzetebiliriz.

Zaten, ondan dolayı, belli kurallar ile maddi imkâna ve yetkiye sahip herhangi bir topluluğun yaptığı iş ile aşiret bağlamında da ortaya konan çabaların “maksat açısından” aynı olduğu gibi, aşiretinde üstlenmiş olduğu görevin aynısı olduğu söylenebilir.

Modern dönemlerin “aşiret”i…

Günümüzde, hakkında yapılan olumsuz yorumlara ve oluşan algılara, bir de, tam tersinden o olgunun, tüm zamanların tek ve biricik yaşam biçimine uygun görülmesini destekleyen popülist söylemleri bir tarafa koyduğumuzda; aşiretin, içerisinde barındırdığı kurallar ile –yanlışlarını da dikkate alarak- var olan doğruları bazında olumlu bir yönü olduğu görülür.

Orada var olan kuralların büyük oranda, birlikte yaşama düşüncesine bağlı aşiret kültürü ile hüküm sahibi olan devletin -her iki tarafında menfaatine yönelik- dikte ettiği kurallara, kaidelere bağlılığı göz önünde bulundurulduğunda, motor gücün, İslam ve onun biçimlendirdiği toplumun ve devletin iradesi olduğu kendiliğinden anlaşılmış olacaktır.

Ki, sonuçta, birçok devletin bidayetinde görüldüğü üzere Osmanlı Kayı boyuna, İran’daki Kaçar hanedanlığın da Avşar boyuna belirli kurallar çerçevesinde bağlı bulunan birer aşiretten ibaret oldukları bilinmektedir.

Bunları daha da çoğaltabiliriz.

Bu gerçeğe ve yanlış ile doğrunun –mahiyeti itibarıyla- birbirinden farklı olmasına rağmen, birilerinin “aşiretin var olan toplumsal ve siyasi etkisini kullanma suretiyle oluşumuna sirayet eden algı/lar üzerinden doğal bir topluluk olan aşirete dair yanlış temelli bilgiler ve oluşan imajlara bakıldığında, aşiretin dünyada yatacağı bir yer kalmış olur.

Bu yanlışlara göz attığımızda; aşirete sahip bir kavmin(Türk, Kürt, Arap vb.) İslam ve onu doğrulayan toprak sistemi dışında toprağa sahipliği resmeden “toprak ağalığı” gibi hakkaniyete aykırı birçok uygulamanın, onun adeta âlamet-i farikası olarak lanse edilen yanlışlar üzerinden, aşiret olgusunun canına okunduğu görülecektir.

Halbuki, toprak ağalığı sisteminin, İslam’ın öngördüğü toprak sisteminin, bir Batıllaşma projesi olan Tanzimat’ın, birçok alanda yanlış uygulanmasına benzer oranda, toprak sisteminde de devrin birçok yetkilisinin acziyeti ve o acziyet üzerine çöreklenen, adeta “gözünü bir avuç toprağın dahi doyuramadığı” kirli zihne sahip mütegalibenin çabaları sonucu o kasvetli dönemin bir eseri olarak toprak ağalığı durumu başlamış olup koca bir topraksız köylü kitlesi oluşmuş oldu!

İşte buna benzer yanlış uygulamalara bakarak aşiret olgusu çoğu kez seküler temelli “resmi söylem” ve kendini o söylem üzerinden oluşturan ideolojik kesimlerin söylemlerinde bu olgu tu kaka edilmektedir.

Aynı zamanda, yapısı gereği klasik doneleri içeren aşiret yapıları üzerinden yeni(modern) bir durum olan siyaset olgusu üzerinden bölgesel ve ulusal bazda toplumsal dizayn, derin güçler adına “düşmana karşı” silah kullanma, oldukça hırslı bir aşiret üyesi üzerinden gerçekleştirilen uyuşturucu ticareti o durumlara bağlı kara para olayı gibi “olumsuz ve kirli işler” aşiret ile özdeş kılınmaktadır.

Bunlar sonuçta yeni, yani, modern döneme ait işlerdi; aşiret ise tamamen –bazı yanlışlarla birlikte- toplum kurucu bir öge saikiyle klasik dönemlere özgü idi. Olması gereken ise, işin tabiatına aykırı seküler söylemin yerine, var olan realite üzerinden hakikati öne çıkarmak olmalı…

Sonuçta, aşiret genel geçer bir biçimde olumlu anlamda” ele alınacak olsa da, onun yerini doldurup doldurmadığı tartışılır olan ulus/millet kavramının toplumsal planda hayat bulması sonucunda, insanlar, modern hayatında etkisiyle önce aile, sonra ise birey bazında yeni sosyal durumların oluşumuna kaynaklık teşkil etti.

Elbette bu durumun olumlu ve olumsuz birçok yönü bulunmaktadır. Bu olan, biteni dengelemek ise, modern hayatın içerinde var olan iyi ve gerekli tarafları, geçmiş dönemin toplumsal yapılarında var olan iyi ve gerekli donelerle birleştirip tahkim etmek söz konusu olabilir.

Ama bunun yanında, o da birçok saik üzerinden “birilerinin” yürütülmek istenen çıkarları açısından aşiret olgusuna “tekrardan” hayatiyet kazandırmak ya da ona karşı ipe sapa gelmez söylemler eşliğinde, hatta ondan arız olan yanlışların müsebbibi İslam’mış gibi, dinden intikam almaya yönelik modern hırçınlıklarda işi zora sokmaktadır.

Bu sakil durumu aşmak için, olumlu taraflar istisna kılınmak şartıyla aşiret ve ulus formunu behemahal aşmak ve toplumsal zemini sağlamlaştırmak gerekir.

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR