Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Asıllı Mes’elesinin Aslı!

Bizi bu konuyu düşünmeye, uçak kazasında vefat eden İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisî’nin yerine başkan seçilen Mesud Pezeşkiyan’ın, kavmi kimliği hakkında Türk medyasında vurgulanan “Türk asıllı” ifadesi sevk etmişti.


Türk asıllı – Kürt asıllı ifadeleri ne anlam ifade eder?

Konu bağlamında esas amacımız, kimin Türk, Kürt vb. olduğu, olmadığı, kimin hangi mezhebe dâhil olup olmadığı çok rahatlıkla bilinmelidir.

Yegane amacımız, ilmî ve sosyolojik açıdan, varlığı söz konusu olan ve belli bir alanda/ alanlarda yaşadığı bilinen bir topluluktan olup ta başka bir diyarda yaşayan birisine millet bazında “şu asıllı, bu asıllı” nitelemelerinin doğru olmadığı konusuna temas etmekten ibaret.

Biz, bu “asıllı” konusuna Kürt sorunu bağlamında, kendilerini Türklük üzerinden merkezde görenlerin kahir ekseriyetinin Kürtler söz konusu olduğunda, adı geçen birisini tanımlarken “Kürt asıllı” nitelemelerinin ve buna benzer nitelemelerin bir yanlışa binaen oluştuğunu söyleyebiliriz.

Bu “asıllı” ibaresinin, sadece Kürtler için kullanıldığından dolayı değil, bir başka memlekette yaşayan ve kendisi belirgin bir millete, halka dayanan bir Türk, Arap, ya da başka bir millete mensup olduğu halde –başka bir toplum içerisinde yaşadığından olsa gerek “şu asıllı, bu asıllı” nitelemeleri içinde geçerli olduğunu belirtmek için kullandığımızı, kullanmamız gerektiğinin altını çizmeliyiz.

Bir de, “birlikte yaşadığımız”, ama “millet olarak” gayr-i Müslim bir topluma mensup olup hasbelkader Müslüman olan birisini tanımlarken, örneğin, “Ermeni, Gürcü vb.” değil de, onun, sosyolojik anlamda mensup olduğu kavim olgusu es geçilerek salt “Müslüman oldu” türü ifadeleri de salt gerçekliği içerdiği halde, işin hakikati ise bambaşkadır.

Kaldı ki, Türkler, Farslar vb. Müslüman olduklarında, onların Müslüman oluşlarında az çok emeği geçen Arapların vb. onlara “Müslüman oldular”dan ziyade, onları. yeni inançlarını da kabul ederek Türk, ya da Arap vb. olarak tanıdıkları ve onlara o şekilde yaklaştıkları söz konusu…

Bizi bu konuyu düşünmeye, uçak kazasında vefat eden İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisî’nin yerine başkan seçilen Mesud Pezeşkiyan’ın, kavmi kimliği hakkında Türk medyasında vurgulanan “Türk asıllı” ifadesi sevk etmişti.

Pezeşkiyan, İran Azerisi bir insan olup, Azeriler, ya da genel anlamda Türkler, İran’da yaşadıkları halde, onlardan “Türk asıllı” olarak bahsetmek, olsa, olsa Türklüğün merkezinin Türkiye olduğunu ve zihin yapısı olarak da, bu toprakların Türk’ünün makul ve makbul olduğunu göstermesi açısından, bu asıllı” ifadesi öne çıkmaktadır.

Halbuki Büyük Selçuklu döneminde “tüm boyutlarıyla” Türklük bu diyardan önce İran’da kendini ortaya koymuş ve orada geliştirmişti.
Ama sağ olası(!) cenderesi içerisinde yaşadığımız ulusalcılık, İran Türk’ünü asıldan saymıyor, bunun yerine kavmi açıdan Türk olmadığı halde, bir başka halka mensup insanı “vatandaş” kavramı içerisinde “Türk” hem de onun “aslı olarak” tanımlıyor.

O, zaman bu mantığa göre Kıbrıs Türk’ü vb. Pezeşkiyan misali “Türk asıllı” olarak mı tanımlanmalı, yoksa bizzat Türk olarak mı tanımlanmalıdır?

Kısacası; Türkler yaşıyor, Araplar yaşıyor, keza Kürtlerde yaşıyor ve hem de asıllarını, hangi ülkede olursa olsun koruyarak!
Asıllı” ifadesi kimlerden ziyade, “o ifade ne ve neler için kullanılır?

Hasbelkader nesli tükenip varlığı sona eren bir hayvan ile yine aynı sebeplerle varlığı sona erdiği düşünülen bir bitkiden arta kalanlar için, onların ifna (fena olması, yok olması) olmasının ardından “asıllı” ifadesi kullanılabilir.

Yani, canlı olarak “tek başına” kalan herhangi bir bitkinin, ya da hayvanın, o da, cinsinden dolayı, “o, şu asıllı, bu asıllı, bu cinsten idi” denildiğinde bir hakikate ve ona uygun bir anlama sahip olurdu.

Buradan hareket ettiğimizde, insanların menşei için kavim benzeri olgusal ifadeler kullanılabileceği üzere, hayvan ve bitki için de ırk, cins ve tür ifadesi kullanılabilir.

Bundan dolayıdır ki, örnek olarak “merinos ırkı, buğday cinsi” ifadeleri ile insan için “asıllı yerine “filan millete mensup” deyip onu o şekilde formüle etmek daha anlaşılır ve daha mantıklı olur.

“İnsan türü dışında kalan canlı varlıkları insandan maddi ve anlam açısından farklı olarak- bir tasnife tabi tuttuğumuzda, ırk kelimesini, salt kelimeden yola çıkarak sadece, yukarıda da belirtmeye çalıştığımız üzere canlı varlıklara hasredebilirdik. Örnek vermek gerekirse; “Merinos ırkı, kedigiller; iğne yapraklılar, otsu bitkiler” vs…

Irk kelimesi, sadece hayvan ve bitkilerin var olan, ya da “bir sebepten dolayı” yok olmuş bulunan asılları, varlık temelleri açısından değerlendirileceği dikkate alındığında; bize öyle geliyor ki, bu “asıllı” ifadesi, bizim gibi ümmetten ulusa evrilen bir ülkede revaçta…

Buna rağmen, Osmanlı’nın, bazı sebeplerden dolayı “ikinci sınıf saydığı” iddia edilen “Türk unsuru/Türk ahali” olgusu üzerinden, o kavme mensup olmadıkları halde, başka halklara, kavimlere mensup insanların “ulusalcılık politikaları” icabı Türkleştirilmeleri üzerine tedavüle girmiş bir ifade gibi durmaktadır.

İşin hakikatine rağmen, kendini salt ulusalcı, milliyetçi, muhafazakâr, dindar ya da başka sıfatlarla anıyor olursa olsunlar, epey insan ve çevre tarafından hakikat içerdiği sanılan sosyolojik bir vakıa kabilinden toplumsal zeminde kabul görmüş bulunmaktadır.

Doğrusunun ise bu olmadığı, hayvanlar ve bitkiler bağlamında o yok sayılan biyolojik durum(hakikat) olduğu kabul edilmelidir.

Resullah’ın(s) veda haccında buyurduğu veçhile “Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. “ hakikatini kabul etmek gerekir.

O kabul sayesine üstünlüğün takvada, yani insanın hem “kendi” ve hem de bir arada yaşadığı hem cinsleri için hayırlı/iyi işler yapması, icra etmesi mümkün olsun.

 

Kaynak: Farklı Bakış

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR