İnsan hakları açısından son zamanların en popüler konusu, aşı ve PCR testi sebebiyle daha da tartışılır hale gelen Covid-19 pandemi kısıtlamaları ve yaptırımlarıdır. Pandemiyi küresel bir oyun olarak gören ve aşı vasıtasıyla kitlelerin çeşitli zararlara uğratılacağını düşünen geniş bir kesim, aşı taraftarı politikalar izlendikçe ve yaptırımlar yaygınlaştıkça haklarının ihlal edildiğini düşünmektedir. Dünyada Covid 19 pandemisini görmezden gelen aşı karşıtı yönetimler de mevcuttur; oralarda ise tam tersi bir durum yaşanmakta, tedavi imkânlarına ulaşamayan geniş kitleler mağdur olduklarını ifade etmektedirler.
Bu yazımızda insan hakları perspektifinden kimin haklı olduğunu ve ne yapılması gerektiğini ele alacağız.
İnsan Hakları Teorisinde Pandeminin Yeri
İnsan hakları müktesebatı her şeyden bağımsız varlığı olan evrensel değerlerden değil, uzlaşım yoluyla oluşmuş kabullerden meydana gelir. Etki ve yaptırım gücü kendinden menkul olmayıp, geniş bir uzlaşımı temsil etmesi sayesinde elde edilmiştir. Sonradan uluslararası sözleşmelerle teminat altına alınmışsa da, büyünün bozulması için uzlaşımın sona ermesi yeter. Nitekim son dönemlerde Avrupa’da yaşanan güvenlik öncelikli gelişmeler, insan haklarının nasıl bir anda rafa kalktığının türlü örneklerini gözler önüne sermektedir.
Birinci kuşak haklar (can, mal, fikir emniyeti) temsil ettiği uzlaşımın genişliği nispetinde yaygın kabul görmüş ve ortak bir referans halini almayı başarmıştır. Artık o referanstan hareketle olgular değerlendirilebilmekte, bir ihlal olup olmadığına karar verilebilmektedir. Ama sonradan oluşan ikinci, üçüncü ve dördüncü kuşak haklar, birinci kuşak haklar kadar net bir referans haline gelmiş değildir. Farklı felsefe, din ve ideolojilerin o konularda farklı yaklaşımları olabilmekte, birinin hak gördüğünü diğeri haksızlık sayabilmektedir. Diğer taraftan insan hakları tamamlanmış bir çatı değil yeni durumlarla karşılaşıldıkça yeni tartışmaların eklendiği ve uzlaşıma döndükçe alanı genişleyen bir süreçtir.
Küresel çapta etkili olan bir hastalıkla mücadele ederken hem mücadeleyi akamete uğratmayıp hem de insan haklarının nasıl korunacağı meselesi de artık yeni tartışma alanlarından birini oluşturmaktadır. Konu herkes için yeni olduğundan, üzerine konuşulabilecek uzlaşılmış referanslar yoktur. Şartlar dayattıkça yavaş yavaş tartışılmakta ve olgunlaştırılmaktadır.
* * *
Yaşanılanın küresel oyun mu, yoksa gerçek bir durum mu olduğu tartışmasına girmeden değerlendirirsek, bir pandemi hakkında söylenmesi gereken ilk söz, onun bir olağanüstü durum olduğudur. Olağanüstü ifadesi, toplumsal işleyişin rutini içerisine sığmamasından gelir. Bu yüzden olağanüstü olaylar olağanı aşan (olağandışı) mücadele yöntemlerine ihtiyaç duyarlar.
Olağandışı yöntem kullanımı, siyaset felsefesinde ve sosyolojide tartışması tamamlanmış bir konu değilse de, uluslararası sözleşmeler devletlere OHAL yetkisi tanımaktadır. Bu yetki sayesinde devletler olağanüstü olayları yönetmek üzere olağandışı yöntemlere başvurmayı anayasal bir hak haline getirebilmektedirler. Bu yetki temel hak ve özgürlüklerin, durumun gerektirdiği ölçüde kısmen veya tamamen kısıtlanabilmesine veya bunlara aykırı önlemler alınabilmesine imkân vermektedir. Dolayısıyla herhangi bir konuda OHAL ilan etmiş bir devlet, OHAL’e konu alanın dışına çıkmadığı müddetçe yasal bir serbestliğe kavuşmaktadır. OHAL sınırsız bir yetki olmasa da, verilen kadarı bile devletin elini çok fazla rahatlatmak için yeterlidir.
Pandemiyle mücadelede devlet(ler) yasal olmayan uygulamalarda bulunmakla eleştirilmektedirler.
Devlet(ler), anayasal bir hak olarak OHAL ilan etme yolunu seçebilir, her türlü eleştiriden kurtulabilir, aleyhte gösteri ve faaliyetleri kolayca susturabilir ve pandemi tedbirlerini zorla uygulatabilirlerdi. Ancak kusur gibi görünen şey aslında insan hakları açısından vatandaşın lehinedir. Herkesin aynı düşünmediği bir konuda vatandaşa hareket, sorgulama ve itiraz hakkı sağlamakta, insan haklarının tamamen rafa kaldırılmasının önüne geçmektedir. Önceden öngörülmemiş, bu yüzden yasal çerçevesi tastamam oluşmamış bir konuda devlete “yasal zemin” zorlamasında bulunmak, olası keyfiliği önlemek için gerekli görülebilir ama yasaya dönüşen konuda özgürlüğün sona erdiğini de unutmamak gerekir. Mesela Avrupa ülkeleri aşıyı yasa yoluyla zorunlu hale getirmiş ama bu durum aşı karşıtlarına fayda sağlayacağına özgürlüklerini tamamen kısıtlamıştır. (Devletler dâhil) Herkes için yeni olan bir konuda kesin hüküm ve net yasalar yerine özgür tartışmalarla süreç yürütmek herkesin lehinedir.
Kim kimin hakkını ihlal ediyor?
Bir savaş, bir afet veya öldürücülüğü yüksek bir küresel salgın olsaydı ve devlet vatandaşının can-mal emniyetini sağlayacak etkin tedbirler almasaydı, görevini yerine getirmemiş ve bütün vatandaşların haklarını ihlal etmiş duruma düşerdi. İnsanların neredeyse yarısının şu an var olan pandemiyi şüpheyle karşılaması bu yargıyı değiştirmez; gerekli mücadeleyi vermediği takdirde devlet, şüphe duymayan diğer yarının haklarını ihlal etmiş duruma düşecektir.
Şüphe duyanlar mı haklıdır, duymayanlar mı sorusunun bir cevabı yoktur. Her iki kesim de iddiaları için sağlam bilimsel makaleler, uzman görüşleri ve istatistikler bulabilmektedir. Üzerinden uzun bir zaman geçip bütün sonuçlar görülmeden de herhangi bir iddianın kesinliğini kanıtlamanın imkanı yoktur. Bu tarz tartışmaların içinden çıkılamaz, sağlıklı sonuçlara ulaştırılamaz. Fakat mademki hem şüphe duyanlar hem kabul edenler vardır; bu durumda uygulamalar sadece bir kesime değil, her iki kesime de alan açacak ve haklarını koruyacak şekilde olmalıdır. Aksi halde pandemiden şüphe duyanlar tedbirleri hak ihlali olarak nitelerken, şüphe duymayanlar ise tedbirleri zaafa uğratan tutum ve davranışları hak ihlali sayacaklardır.
Nitekim bugün dünya üzerinde hem pandemiden şüphe duyan ve aşı karşıtı tutum sergileyen devletler, hem de şüphe duymayan ve en etkin mücadelenin aşı olduğunu düşünen devletler vardır. Pandemiden şüphe duyan ülkelerde şüphe duymayan kesim sağlık hizmetlerine erişim haklarının ellerinden alındığını düşünürken, pandemiyle mücadele eden ülkelerde ise şüphe duyan kesim tedbirler yoluyla özgürlüklerinin ihlal edildiğini düşünmektedir.
Devlet de sonuçta insanlardan oluştuğu için ortaya çıkardığı akla göre aşı taraftarı ya da karşıtı bir tutuma sahip olabilir. Önemli olan taraftar olduğunda karşıtlarına, karşıt olduğunda taraftarlarına alan bırakmasıdır. Avrupa’daki uygulamalarda devlet, aşı taraftarı bir tutum takınmış ve aşıyı yasal zorunluluk haline getirerek karşıt olanlara alan bırakmamıştır. Orta Asya Devletleri ve bazı Afrika Devletleri gibi yarı otoriter toplumlarda ise devlet, aşı karşıtı tutum takınmış ve aşıya ulaşmak isteyenlere alan bırakmamıştır.
Ancak Dünya üzerinde olumlu örnekler de mevcuttur. Mesela Türkiye örneğinde devlet aşı taraftarı olduğu halde aşı olmak istemeyenlere alan bırakmış, zorunluluk talep etmemiş; aşı taraftarı olanların haklarını da PCR testi yoluyla koruma altına almıştır. Brezilya örneğinde ise aşı karşıtı bir devlet vardır ama aşı olmak isteyenlere erişim imkanlarını sunmuştur. Bu örneklere bakıp, “bizim devletimiz niye aşırı taraftarı” diyenler mutlaka olacaktır. Ama Brezilya örneğinde de “bizim devletimiz niye aşı karşıtı” diye soranların olduğuna şüphe yoktur. Maalesef bu soruların herkesi ikna edecek cevapları bulunmuyor. Yukarıdaki cümleyi tekrar edersek; önemli olan devletin hangi politikayı tercih ettiği değil, o politikayı takip ederken ötekine alan açıp açmadığı, ötekinin hakkını koruyup korumadığıdır.
Herkes meseleye sadece kendi durduğu yerden değil, ötekinin haklarını da koruyacak şekilde bakarsa, insan hakları tartışmalarından daha iyi neticeler alınabilir.
Kaynak:Farklı Bakış