İnsanın varlığı ile beraber zamanla şekillenen ortak bir düzen arayışı yasaları meydana getirmiştir. İlk zamanlarda yazılı bir şekilde olmayan kurallar bütünü artan nüfus ve kent hayatının varlığı ile beraber yazılı bir belge haline getirilerek sınırları belli bir bölgede yaşayanlar için bağlayıcılık taşımıştır. Ortak düzen arayışının bir sonucu olarak meydana getirilen yasalar temelde devlet dediğimiz kolektif gücün sınırlarını belirlemeye ve bu sınırların meşruluk kazandırdığı bir takım güç unsurlarının bireyden devlete devrini esas almaktadır. Güvenlik,ekonomi ve adalet özelinde şekillenen yasalar ortak bir düzenin sağlanması için araç olarak kullanılmıştır.Toplumların müreffeh bir seviyeye ulaşması toplumların elindeki yasaların zamanla çağın şartlarına bağlı olarak güncellenmesi ile mümkün olmaktadır. Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana yasalar bir araç olmaktan uzak bir şekilde kullanılmıştır. Bu yüzdendir ki zengin bir coğrafyanın kader ortağı olan her türlü inancın, dilin, tenin ve birçok farklı insan grubunun yaşadığı eşsiz Anadolu topraklarında bir türlü sulh sağlanamamıştır. Gücü elinde tutan her siyasi aktör yasaları balyoz gibi öteki olarak gördüğü insan veya insan gruplarında kullanmıştır.
Yasaların şekillenmesi süreçlerinde ülkede olağanüstü durumlara peyda edilerek kimi zaman askeri darbeler ile yasalar yeniden revize edilirken kimi zamanda siyaset arenasında eli güçlü kimseler tarafından rant ve ideolojik çıkarlar gözetilerek şekillendirilmiştir. Tüm bu süreçlerde yaşanan krizler ve toplumsal travmalar Türkiye’de insanların hafızalarından hiçbir zaman çıkmamıştır. Ne zamanki sivil bir yasa çalışması yapılmaya çalışıldı derin güçler tarafından ülkede var olan barış ve hoşgörü ortamı yok edilmiştir.
Toplumun farklı renklerini bir araya getirilerek yapılması gereken anayasa çalışmaları hiçbir zaman gerçekleşememiştir. Bunun sebepleri arasında son yüzyılda birçok defa hile ve desiselerine şahit olduğumuz vesayet odaklarının varlığını örnek gösterebiliriz. Ordu’nun postalı, Yargı organların tokmağı ve Din kisvesine bürünen kişilerin cübbeleri ne yazık ki ülkemizde son yüzyılda anayasa özelinde yapılan çalışmaların önünde ciddi bir engel teşkil etmiştir. Aslında bu engellerin dışında en büyük problem milletçe uzlaşı kültürümüzün gelişmediği gerçeği de ortada durmaktadır. Her farklı görüşe sahip siyasi ve ideolojik tabanının varlığı ortak bir anayasanın oluşmasına engel teşkil etmektedir. Çünkü herkesin kendi içinde şekillendirdiği amentüsü bulunmaktadır. Peki, dünyanın farklı bölgelerinde yasalar nasıl oluşturuluyor. Uzakdoğu ülkesi olan Japonya’da anayasa çalışmaları üç beş bilim adamı eli ile yapılmaktadır. Üzerinde güneş batmayan birleşik krallıkta ise halen mevcut bir anayasa bulunmamaktadır. Ülke teamüller ve kraliçenin sembolik varlığı ile devlet düzeni sağlamaktadır. Dünya da söz sahibi olabilmek kendi sınırları içerisinde adil bir düzen tesisi ile mümkün kılınmaktadır. Japonya’da çağın gereklerine göre kolayca revize edilebilen yasalar, İngiltere’de kamu vicdanın adil bir şekilde topluma yansıması ile mümkün kılınmaktadır.
Türkiye’de ise toplumsal sorunların temel kaynağı olarak anayasanın sivil olamaması gerekçe gösterilmektedir. Lakin toplumda var olan kötülüklerin kaynağı anayasanın getirdiği hükümler değildir. Anayasadan uzak bir şekilde oluşturulan temel yasalardır. Cinayet işleyen caninin, başkasının malını gasp eden hırsızın ya da insanların hayalleri ile oynayan dolandırıcıların gerekli cezaları almadan deli danalar gibi dolaştığı bir ülkede anayasa çalışması yapılması reel ile hayal arasında kurmaca bir arayıştır. 2010 yılında yapılan anayasa değişikliğinde ciddi propagandalar yapan bir devlet yetkilisine bir sempozyum da şu soruyu yöneltmiştim; “2010 yılında ciddi bir anayasa çalışması yürüterek referamdumdan istediğiniz yasaların halkın desteğini alarak yasalaştırdınız. Bu yasalar sayesinde kurulan özel mahkemeler eliyle bazı askeri yetkililer kurmaca davalar ile içeri atıldı. Daha sonra bu kişilerin yerine Fetöcü askerler yerleştirilerek 15 Temmuzda milletin üzerine bombalar atılmıştı. Şimdi şehit düşen ve gazi olan bunca insanın vebali kimin boynuna? Diye bir soru yöneltmiştim. Kendisi de bana (gülümseyerek)Ewet ama… “
Sonuç olarak Türkiye’de anayasa çalışması yapmak farklı değişkenlerin ve ideolojik örüntülerin bir şekilde devre dışı bırakılması ile sağlanabilir. Hukukun üstünlerin elinde bir kılıç olarak kullanıldığı, yasaların halkın büyük bir kesiminin ihtiyaçlarına melhem olamadığı bir yasa çalışması beyhude bir çabadır. Toplumlar ilerledikçe farklı alternatifler üretebilme yetisini de arttırabilmektedir. Bizim ülkemiz için ne yazık ki bu pek de mümkün görünmemektedir. Yapılacak en iyi sürecin geriye dönülerek tarihteki uygulamaların örnek alınması ile sağlanacağı kanısındayım. Öyle ki ülkemizde artış gösteren birçok suçun bu şekilde ortadan kalkacağına inanmaktayım. Bu tarihsel tecrübe Hamurabi Kanunları’dır. Bir kaç tanesini sizin takdirinize bırakıyorum;
-Bir hırsız duvar delerek bir eve girmişse, o deliğin önünde ölümle cezalandırılır ve gömülür.
-Bir evde yangın çıkar ve oraya yangını söndürmeye gelen bir kimse evin sahibinin malında göz gezdirip evin sahibinin malını alırsa, kendisi de aynı ateşe atılır.
-Bir adam başka bir kişinin özgürlüğünü kısıtlayacak hareket ederse aynı ceza ona verilir.
-Bir kişi hırsızlık yapsa eli kesilir , tecavüz etse ölüm cezası ya da erkeklikten men edilir.
-Bir kişi kendisiyle aynı sınıftaki bir kişinin dişine zarar verirse onun da dişi çekilir
-Bir kişi kendinden daha alt sınıftaki bir kişinin dişine zarar verirse 166 gr. gümüş öder.
-Bir adamın gözünü çıkaranın gözü çıkarılır.
-Birisini suçlayan ispata mecburdur.İspat edemezse ölüm cezasına çarptırılır.
-Bir tapınakta veya hükümdar hazinesinde hırsızlık yapan ölümle cezalandırılır.