Sevgili Dostum!
Uzun bir aradan sonra memleketim deyim dünyaya gözümü açtığım yer anamın kucağı, toprağım...
Çoğu insan gibi benim için de çok kıymetli...
Bir yerlere ait olduğunu bilmek hissetmek ne güzel ne kadar kıymetli...
Aidiyet, mensubiyet duygusu öğrenmiş olduğum yaşam felsefesine göre vazgeçilmez bir unsurdur...
İbn-i Haldun "Coğrafya kaderdir" der.
Elbette bir nevi kaderdir doğduğun yeri, mensubu olduğun aileni, ırkını değiştiremezsin köklerinden vazgeçemezsin vazgeçtiğin anda aidiyetini yitirmiş olursun...
Memleketim diyebilmek çok sıcak bir histir.
Birçoğumuz doğduğumuz yerden madden ve manen doyduğumuz yerlere göç ederiz. Yıllar geçse de bir uğrak yeri, anamızın kucağı gibi olan memleketimize dönmek kısa bir süreliğine de olsa ziyaret etmek fevkalade bir coşkudur...
Beğenerek dinlediğim şarkının sözlerini mırıldanarak koşturarak büyüdüğüm mahallenin sokaklarında dolaşıp dururken eski yüzlere rastlamamak ne kadar acı verici...
"Bir özlem yangınıdır yaşamak/Şarkılı bir masaldır yaşamak"
Özlem yangını ile doğduğum şehri dolaşırken şarkılı bir masal gibi hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçti...
Ne zaman büyüdüm ben!
Ne zaman anamın kucağını terk ettim!
Şimdi başkalarının olmuş doğduğum evin önünde durdum...
Bahçesinde ne güzel anılar biriktirmiştim...
İyi okumayı ben bu bahçede bana kucak olan kiraz ağacının dallarında öğrendim. Okumaya kayısı ağaçlarının altında âşık oldum.
Doğru ya ilk aşkım bir roman kahramanıydı...
İlk günlüğümü herkesten kaçtığım kocaman İğde ağacının gövdesinde yazar orada gizlerdim. Orası benim dünyadan uzak sığınağımdı...
Şimdi hayran hayran baktığım gençliğim de çıkmak için acele ettiğim kapının artık benim olmadığını bilmek ne denli elem verici...
Dünyayı değiştirmek için koşarak çıktığım bu kapıya dünyayı değil, sadece kendisini çok yormuş, çok yorulmuş, kırılmış dökülmüş, olarak dönmek...
Ama artık bu kapı benim değil, bizim değil, anneciğimin kucağı değil, babamın disiplinli erlerini yetiştirdiği yer değil...
Bir zamanlar ne çok kızgındım onlara... meğer haklılarmış ne de geç anladım...
Galiba her çocuğun kaderi bu...
Bir masal gibi hayat serüvenini tamamlamak zorunda...
Nasihat fayda etmiyor o can yakıcı tecrübeyi yaşamak zorunda...
Kanadı olan bir kanatlıyı kim durdurabilir ki?
Uçmak için doğmuşsa, gitmek için var olmuşsa hangi kapı, hangi ana kucağı onu durdurabilir?..
Özgürlük sandığımız metropollerde tutsaklığı öğrendik. Beton tarhlarda sadece bedenimiz değil, düşüncelerimiz çürüdü...
Yalnızlaştık, bireyselleştik, bencilleştik kendi kendine yetme hülyasına dalmışken, aslında binlerce insanın emeği ile 24 saatimizi doldurduğumuzun farkında bile değildik...
Farkına varanlar şimdi kırsala dönüş modasında...
Beğenmediğimiz bedenler, beğendiğimiz ruhlar. Beğendiğimiz ruhu bir bedene sarmak kolay olabilirdi aslında ama aramak insanoğlunun tabiatında var işte...
Tüm arayışlardan sonra yorgun ayaklarım beni doğduğum eve getiriyorsa hala aidiyetimi çok önemsediğim, özlediğim anlamına geliyor...
Bu mahalle, bu ev, bu kapı hala anamın kucağı gibi kokuyor...
Ama bana, ailemize ait değil artık...
Babamın mezarı Artık bize ait olmayan güzel evimizin yan tarafında devasa mezarlıkta 1.90 boyunda uzanmış boylu boyuna yatıyor... ömrü boyunca çok sevdiği ağaçların altında yatıyor...
Hayatın lezzeti onu ve etrafındaki tüm uyuyanları seyredince kaçıyor...
Öyle demişti: Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)
"Hayatın lezzetini kaçıran ölümü çokça hatırlayın"...
Canımı sıkan geçmiş ile gelecek arasında beni sıkıştıran bu zaman diliminden hızlıca kaçıyorum...
Karşıda gençliğimde her akşam gün batımını seyrettiğim tepeye bakıyorum... Evet, saate baktım yıllar sonra yine sevdiğim şeyi yapmanın tüm heyecanıyla hipnoz olmuş gibi tepeye bakıyorum...
Adını arkadaşlar ile "Memiş Tepesi" koymuştuk... Çünkü tepemiz Memiş dayının bahçesinin yanındaydı...
Arkadaşlarım ile az yemiş araklamadık hani:) Memiş dayının bahçesinden...
Tepemizde meyveleri hınzırca yerdik...
Aslında hepimizin bahçesinde aynı meyveler vardı fakat biz muzipliği Memiş dayıyı kızdırıp eğleniyorduk işte...
Her gün batımında bir ayçiçeği biraz bisküvi ile buraya kâh yalnız, kâh arkadaşlarımla kaçar gelirdim...
Bir sığınaktı burası bizler için...
Hayal kurardık benim hayallerim ise hep gizliydi paylaşmak istemezdim kimse ile Çünkü benim en büyük servetim hayallerimdi...
Şimdi ağrıyan bacaklarım ile tepeye yavaş yavaş tırmanırken artık yaşlandığımın farkına varıyorum...
Tepeden kuşbakışı babamın mezarını, anamın kucağı olan güzel evimizi, mahallemizi seyrediyorum...
Mahalle sakinlerimiz değişmiş bize tuhaf tuhaf bakıyorlar...
Ben ise aldırmıyorum nasıl olsa tanımıyorlar beni şarkıma devam ediyorum...
"Şarkılı bir masaldır yaşamak/ Acısı tatlısı çok olsa da / Yine de güzeldir yaşamak...
Vesselâm
Necla Arpa Gülaçar
18 Temmuz 2021