Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz


Sait ALİOĞLU


Ammara’dan Ömerli’ye İbrahim’den(a) Marx’a…

“sen bir filozof değil, bir hareketin başısın. Marx’ın 150 yıl önce yaz(a)madığı bir eseri bugün için yazacak olsan bir anlam ifade etmezdi. Zira Marx 19. Yüzyılın insanı, sen ise 21. Yüzyılın insanısın. Sen, eğer yazacaksan bugüne dair yazmalısın, ama filozof olmadığın için, böyle bir role heveslenme; teori ile pratik farklı şeyler"


Hafızam beni yanıltmıyorsa, doksanlı yılların ortalarında, Özgür Gündem gazetesinde Ali Yüce mahlasıyla; Öcalan’ın doğduğu köy olan Ammara (günümüzde Ömerli diye geçiyor) kelimesi üzerinden; o kelimenin güya, iyelik eki olan “a”(*) harfi üzerinden, köyün adının Kürtçede “mar” yani yılan anlamına geldiğini; yılan figürü üzerinden de Öcalan’ın kutsallaştırıldığı söz konusu edilmişti.

Öcalan’ın, Ali Yüce ismiyle adı geçen gazetede yazı yazdığı dost, düşman tarafından biliniyordu. Ki zaten bu konu yazarının üslubundan belli idi. 

Tabii ki, o bundan büyük bir haz almış, koltuğu şişmiş ve kendinin, bir nevi ilah gibi algılanmasını sağlamış oldu!

Ortada bir patolojik hal vardı ve bir de, narsistlik de ona eşlik etmişti!

Bu patolojik durum tarih boyunca doğudan, batıya devam edip duruyordu.

Rivayet edilir ki, daha Hz. Nuh’un döneminde, onun(a), ondan önce vefat eden çocukları adına, onların çocuklarının “atalarının hatırasını yaşatma adına” putlar dikildiği söz konusu idi.

Burada, henüz put (pardon büst!) dikme olayı yoktu, ama kişinin kendini “bağlılarının hemen her şeysi” ilan etmesi de bir nevi putlaşma/putlaştırılma idi.

Yani, iltifat marifete tabi idi eskilerin deyişiyle…

Onun, kendi köyünün aslı Arapça olan ismini oksimoronluk bir şekilde “ya tutarsa” misali Kürtçede yılan anlamına gelen “mar” kelimesinin başına “a” iyelik ekini getirmesi sonucu, kendinde bir kutsallık bulmuş olmalı ki, bunu da müstear bir isimle yazı yazdığı Özgür Gündem gazetesinde yayınlanan makalesine konu edinmişti.

Bu yakıştırmayı kim yuttu dersek, kitle, daha doğrusu grup psikolojisi içersinde –hadi bir kısmı inanmayacak olsa da- inanan birçok insan söz konusu idi; aynen herhangi bir dine –hatta İslam’a dahi- inanan “müminlerin” kendi sevdiği zatların anlamsız hallerine bakarak…

Onun, “yılana ait, yani yılanla birlikte anılmayı arzulayan bir ruh hali olarak, kendini bir mekândan hareketle yılan vasıtasıyla kutsallaştırma hadisesi öyle tutmuş olmalı ki, onu köyü bir ara –belli ki- seküler bir ziyaret yeri olarak uğrak ve sunak merkezi olmuştu.

O, aynı zamanda Urfalıların önemli bir bölümünün dilinden düşmeyen “Hz. İbrahim Urfalıdır ve Nemrud’a karşı mücadele edip putları kırmıştır” yollu ifadeleri dahi kendine mehaz teşkil ettirmiş ve kendini İbrahim’in(a) vermiş olduğu mücadeleye ortak kılma yoluyla özdeşlik oluşturarak kendi düşüncelerine ve mücadelesine meşruiyet kazandırmaya çalışmıştır.

Zaten, İbrahim ismi Kürtçe idi! Hani, İbrahim(a) babası Azer’in, Nemrud adına yapmış olduğu büyük putu elindeki baltayla kırıp yorulduktan sonra, sırtını bir kayaya dayamıştı.

İşte sırtını dayadığı kayadan dolayı, “bu işi kim yapmış olabilir?” denildiğinde, zaten eskiden beri kendisinden şüphelenilen İbrahim’den dolayı, suçluyu göstermek için, ona doğru bakılarak “berhim”(*) yani “sırtını kayaya yaslayan” kişi kabilinden olsa gerek bir peygamberin adı da hemencecik İbrahim oluvermişti.

Bu tür isimlendirmenin birçok Türkçe versiyonu var. Örnek mi istersiniz; Niyagara; ne yaygara, Amazon; amma uzun vs.

Başlıkla vurguladığımız üzere Ammara’dan İbrahim’e, o da zevatın Urfalı olmasının vermiş olduğu kolaylıkla yılanla anılıp kulsallaşmak, kutsallaştırılmak ve İbrahim ile de özdeş kılınma yoluyla kendi seküler mücadelesine dini argümanlar katarak Müslüman Kürt halkı karşısında sol açığa düşmemek ve onunla da Kürt ulusalcılığı üzerinden yeni bir toplum yaratmak (tövbe haşa!)

Onun, “yaratmak istediği” topluma vermiş olduğu isim ise pek turfanda bir şeydi; ekolojik toplum vs…

Çok iddialı, ama bir o kadar da sükseli bir isim; ekolojik toplum!

Çok ağır mı ağır, adeta “etrafını cami, ağyarını mani” kabilinden olduğu söylenecek olsa da, bugüne dek hiç kimsenin aklına gelmemiş bir olgu, nasılda onun aklına gelmişti! Hayret! Hayret ki, ne hayret!

Bu ekstrem durum, onun filozofluğuna mı bağlanmalıydı, yoksa siyasi zekâsına mı, tam bir karar vermek bizce mümkün değildi!

Bir zamanlar, onun “ekolojik toplum” kabilinden sadır olan düşüncelerinin bir hayli alıcısı vardı. Ama şimdilerde pek itibar görmediği söylenebilir. Zira artık, o kallavi kitaplar yazmıyor ve bundan dolayı da, onun düşünceleri muhatabında artık bir karşılık bulmuyor!

Bir de “onu İmralı’da unuttular! Sadece devletli zevatın “vakit tamamdır!” kabilinden Kürt sorununun çözümüne yönelik ifadelerinin tesiriyle onu unutan birileri, o da eğer izin çıkarsa İmralı yoluna düşecek ve o da bu şekilde hatırlanmış olacak, ki, eğer olacak ise!

O, köyünün Kürtçe (ya da aslı itibarıyla Arapça) ismi olan Ammara’dan hareketle, kendini yılanla özdeş kılma suretiyle kutsallaştırma ve daha sonra ise, yine Urfalı(Halfeti) olması dolayısıyla, zulme karşı tarihi bir şahsiyet olan Hz. İbrahim’in(a) Nemrud’a karşı vermiş olduğu hak ve özgürlük mücadelesi üzerinden kendine bir pay çıkarma sevdasına düşmüştü.

Onun bu davranışı, İbrahim’in(a) mirasını turizme yönelik olarak kullanan hemşerilerinden daha anlaşılır ve takdire şayan bir şeydi. Hatta resmi zevatın “İbrahim Buluşmaları” adı altında müzik festivalleri düzenleme düşünce ve pratiğinden daha evla idi.

Yani, “yiğidi öldür, ama hakkını etme!”

Bunlara yönelik düşünceleri artık pek gündemde değil.

O, şimdi ise, “ekolojik toplum” türü eserler ortaya koymak yerine, Marx’ın 150 yıl önce yazmak istediği, ama yazamadığı eseri yazmayı murat etmişti.

O, yukarıda da belirttiğimiz üzere, kendini bir kutsallık halesi içerisinde yılanla bir tutmuş, akabinde İbrahim’in(a) mücadelesinden ilham alarak *esinlenerek diyelim-  onu kendi ulusalcı mücadelesine malzeme olarak kullanmaya çalışmıştı.

Bunların, devri geçmiş olmalı ki, o şimdi Marx’a yardım(!) kabilinden, onun yazamadığı eserin yazım işini üzerine almak istemişti.

Bu fikrini, önce kendisini ziyaret eden bir yakınına (yeğeni Ömer Öcalan) açmıştı. O da, bunu kamuoyuna açıklama gereği duymuştu.

Medyada, onun bu fikrine karşı “ironik-eleştirel” bir dile önce sosyolog yazar kimliğiyle Mücahit Bilici, daha sonra ise hukukçu yazar kimliğiyle de Vahap Coşkun, konu ile ilgili birer yazı kaleme almışlardı.

Onların kısaca vurgulamak istediği şey şu idi; “sen bir filozof değil, bir hareketin başısın. Marx’ın 150 yıl önce yaz(a)madığı bir eseri bugün için yazacak olsan bir anlam ifade etmezdi. Zira Marx 19. Yüzyılın insanı, sen ise 21. Yüzyılın insanısın. Sen, eğer yazacaksan bugüne dair yazmalısın, ama filozof olmadığın için, böyle bir role heveslenme; teori ile pratik farklı şeyler. Siyaset, haliyle yapısı gereği yazılacağı söylenen o eserden farklılıklar içerecek olacağından dolayı, sen bu işe heves etme; eğer bir şeyler yapmak istiyorsan, kendi kitlene siyaset üzerinde bir faydada bulun.”

Haksızda sayılmazlardı yani, ama “önderlik” bu teklife ne derdi; bu da başka bir şey…

_______________

*)A harfi, Kürtçede hangi kelimenin başına gelirse, o kelimenin neyi ifade ettiğini bildirir. Ör. “A-mara; mar’a ait” yani “yılana ait, yılanla birlikte”” anlamını kazanır.

**)Ber, Kürtçede “yanında”, him ise “kaya, ya da temel” demek olup berhim; “sırtını kayaya yaslayan kişi” kabilinden İbrahim’e(a) isim olmuş oluyor!

Ayrıca, kayanın sağlamlığı söz konusu üzerinden, Kürtçede, bedenen gayet sağlam olan kişiye mecazen “himo”  denilmektedir. (Bu da size bilaücret (ücretsiz) bir dil hizmeti olsun!)

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

YAZARLAR