Hayatta her şey zıddı ile kaimdir ve zıddı ile anlam kazanır. Doğru ile yanlış, gece ile gündüz, siyah ile beyaz, dost ile düşman, iyi ile kötü ve hak ile batıl gibi. Reddedilecek şeyin olmasıdır, kabul etmeyi ve edilmeyi anlamlı kılan. Varoluşta bunu gerektirir. Önce’ ’La’’ sonra ‘’İlla’’ denilmeli. ‘’La ilahe’’ (hiçbir ilah yoktur.) denilmeden ‘’İllallah’’(Ancak Allah vardır.) demek, bütün ilahları reddetmeden Allah’ın ilahlığını kabul etmek, iman etmiş olmak için yeterli değildir. Bu Amentüsü olmayan toplumların inancıdır.
‘’Şayet o inkârcılara, “Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı yasalarına boyun eğdiren kimdir?” diye soracak olsan, hiç tereddütsüz “Allah’tır” derler. O halde haktan nasıl yüz çevirirler?’’(Ankebut; 61.Ayet)
Ayetin mealinde de görüldüğü gibi İnkarcılar ve münafıklarda Allah’ın yaratıcı olduğuna inanıyorlardı. Ama onlar kanun koyucu olarak Allah’ı kabul etmiyorlardı. Allah göklere hükmeder, yağmur yağdırır ama yeryüzünün yönetimine, ataların dinine, devlet işlerine, hukuka, anayasaya karışamaz diyorlardı. Din ayrı, devlet ayrı diyorlardı. Devletin dini olmaz diyorlardı. Bizim kutsallarımıza dokunma ey Muhammed diyorlardı… Bu bir şirk dinidir. Ne kadar da günümüz anlayışına benziyor değil mi?
‘’Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur.’’(Nisa suresi; 48. Ayet)
Eğer Allah isteseydi her şeyi zıddıyla devam ettirmez, batıla yaşama hakkı tanımazdı. O, insanlar yaşasınlar ve hakka tabi olsunlar diye dini göndermiştir.
’’O, Allah'a ortak koşanlar hoşlanmasalar bile dinini, bütün dinlere üstün kılmak için, elçisini hidayetle ve hak dinle gönderendir.’’(Tevbe suresi 33.Ayet)
O istediği ve takdir ettiği şeye ol der, oda oluverir.
‘’O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece "ol" der, o da hemen oluverir.’’(Bakara suresi; 117. Ayet)
Meleklerin günahtan beri olmaları ve sürekli Allah’a secde halinde yaratılmalarında olduğu gibi.
Madde ile mana, maddi olanla manevi olan ve ruh ile beden arasındaki ilişki, birinin varlığının, ötekinin varlığına bağlı olmasıdır. Manası anlaşılmamış veya yanlış mana verilmiş madde, yüksek gaye için yaratılan insanı basitleştirir. İnsanı, bu dünyaya gelme amacını idrak etmeden uzaklaştırır. Maneviyat ihmal edilerek yapılan her iş, insanı anlam arayışından uzaklaştırır. Nasıl ki ruh bedeni terk ettiğinde bedenin hiçbir fonksiyonu kalmaz, o artık bir ceset olursa, işte ruhu terkedilen, manası anlaşılmayan veya yanlış mana yüklenen ibadetler de amaca hizmet etmez, hikmeti kavranmaz, fonksiyonu icra edemez, bireysel ve toplumsal fayda sağlamaz bir hal alır.
Hikmeti kavranmamış, manası anlaşılmamış madde, bir anlam ifade etmediği gibi manevi boyutu ihmal edilmiş, maddiyat da insanı köleleştirir ve insanın anlam arayışını kaybetmesine sebep olur. Maddi gelişmişlik, maneviyat göz ardı edilerek yapılmamalıdır. Maneviyat ihmal edilerek maddi gelişmişlik ön plana çıkarılmamalıdır. Bu insana ve insanlığa ölüm getirir, yıkım getirir ve felaket getirir. Batı medeniyeti bunun tarihsel örneğidir. Batı medeniyeti anlam arayışı ve varoluş gerçekleştiremediği için maddi gelişmişliği ile insanları sömürmüş, mankurtlaştırmış ve emperyal emellerini gerçekleştirmiştir. İnsanlığa, ölüm, kan, göz yaşı, elem ve acıdan başka bir şey vermemiştir. Çeşitli plan ve projelerle insanı dijital köleler haline getirmek için yeni bir dönem başlatmıştır.
Maalesef geldiğimiz noktada maneviyat, ihmal edilmiş, ibadetler ruhundan arındırılmış, Kuran yaşanılan bir kitap olmaktan çıkarılmış, sadece okunan, hükümleri hayata tatbik edilmeyen, bir kitap haline getirilmiştir. Allah’ın kitabına karşı gösterilen bu menfi durum, bütün ibadetlerde yaşanılır hale gelmiştir. Madde ön plana çıkartılıp, seküler düşünce ve kapitalist hayat toplumsal düşüncenin ana unsuru olmuştur.
Müslüman aklı bu sinsi planın farkına varmalı, bir kuşatılmışlık hali olan maddeden, sayılar, rakamlar ve nicel örüntülerden kurtulmalıdır. Vahyin rehberliğinde rasyonel, niteliksel, kapsamlı çalışmalar yapılmalıdır. Mevcut olan durumda bunu sağlamak zor olmakla birlikte imkansızda değildir. Yüzyıllık bir hafıza kaybından ve geçmişle bağı koparılmış bir medeniyetten bahsediyorum.
Köklerinden koparılmış bir medeniyetin, İstikbali göklerde araması, anlamsız ve sloganik bir söylemdir. İstikbal köklerde neşet ederek göklere rücu eder. Köklere bağlı kalmadan, İstikbali göklerde arayamayız. Bunu ancak niteliksel akla sahip, varoluş gerçekleştirmiş, hayatın anlam arayışını kavramış, adayış risalesi okumuş, hayata hikmet nazarıyla bakan ve hepsinden önemlisi amentüsü olan insanların oluşturduğutoplumlar anlar.
Amentü bilincine vakıf olmayan insanların, vakıfların, derneklerin, stk’ların ve devlet aklının yaptıkları çalışmalar, ütopik, konjonktürel, hamasi, pratiği olmayan, folklorik, kültürel, İslam medeniyetinden ve onun köklerinden beslenmeyen kurallar, yönetimler ve anlayışlardır.
Zihinsel olarak kuşatılmış, dijital köleleştirilmiş, mankurtlaştırılmış, maddenin, metanın, emir kulu olmuş kitlelerle, gidişat hiçte hayra alamet değil.Müslümanlar, gelinen noktada ne bir örneklik teşkil etmekte nede bir varoluş gerçekleştirmektedirler. Varoluş gerçekleştirmeyen toplumlar yok olmaya mahkûmdur.
Yukarda bahsettim. İşimiz zor ama imkânsız değil…
O zaman ne yapmalıyız, bu zehrin panzehri nedir? Tezimiz ne? Karşımıza tez ile çıkanlara karşı antitezimiz var mı?
İşe amentü ile başlamalıyız.‘’Ben inandım Allahü teala'nın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine iman ettim. Öldükten sonra dirilmek haktır, gerçektir. Ben şahadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur.’’
‘’Ey iman edenler iman edin’’ uyarısını dikkate alarak yeniden iman etmeli.’’Ey iman edenler! Allah’a, elçilerine, elçilerine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır.’’ (Nisa süresi; 136.ayet)
İbadetler ruhları ile birleşmeli, maneviyat ihmal edilmeden maddi gelişmişlik sağlanmalı, yeniden bir tasavvur, algı, varoluş, anlam arayışı, diriliş ve uyanış gerçekleştirilmelidir. Öze dönüş manifestosuyla bizi vahye bağlayan bağla yeniden hayat bulmalıyız. Kırcal damarlarımıza kadar Tevhidi şuuru işlemeliyiz. Hayatımızı vahyin gölgesinde, resulün rehberliğinde şekillendirmeliyiz. Hafızamızı ve medeniyet kodlarımızher türlü saldırılara karşı korunmalıyız. Yok olan değerler yeniden hayat bulmalı, yenilik adına alınan, kabullenilen, algılanan, içselleştirilen her şey vahiy süzgecinden tekrardan geçirilmelidir. Gelenek ile modernizm arasında vasat olma erdem ve olgunluğunu mutlaka yakalamak durumundayız
Körü körüne sorgulanmayan geleneklere bağlanmamalı, modern hayatın müreffeh yaşama adına bize sunduğu, albenisi yüksek, zehirli bal hükmündeki hayat meyvelerine dalarak manevi hayatımızı zehirlememeliyiz.
Yeni, yeni olduğu için alınmamalı, güzel olduğu için alınmalı. Eski, eski olduğu için değil, kötü olduğu için terkedilmeli, atılmalıdır.
Medeniyet tasavvurumuzdaki eskimeyen yeniler ile hayatımızı şekillendirmeliyiz. Muhtaç olduğumuz kudret, iman ettiğimiz Amentü’demevcuttur.
İnancımıza sirayet etmiş Yahudi mantığını, içselleştirmemizi istedikleri kapitalist hayatın kölesi olmayı, her türlü dijital köleliği, seküler dili, içeriği boşaltırmış veya yanlış anlam yüklenmiş kavramları, dinin kapsama alanını daraltılarak yaşanılan dindarlığı, terk ederek, hayatı gerçek din anlayışı ile yaşama yoluna girmeliyiz.Yoksa bugün yaşanılan İslam anlayışıyla, hayat tasavvuruyla gidiş, savrulmaların, bozulmaların, dağılma, hatta yok olmanın eşine doğru yol almaktadır.
Önemine binaen sonuç olarak belirtmeliyim ki Müslümanlar, eğitimden, ekonomiye, siyasetten yönetime her alandaİslami hayattan uzaklaşmış durumdadırlar. Müslümanların İslam’la ilgi ve alakaları sadece isimden ibaret kalmaktadır. Özünden uzaklaşılmış, ruhundan arındırılmış namaz, oruç ve hac gibi bazıibadetleri istisna tutarsak Müslümanlarınİslam ile hiçbir ilgi ve alakaları kalmamıştır. (İslam’ı bir bütün olarak incelediğimizde bu durumu maalesef net olarak görmekteyiz.)
Bundan sonra yapılacak en önemli iş, Müslümanlar olarak yenildiğimizi, kaybettiğimizi ve Allaha karşı işlemiş olduğumuz hata ve kusurlarımızı kabul ederek işe başlamalıyız. Bunu kabul ettikten, günahımızı itiraf ettikten sonra Nasuh bir tövbeileyeniden; önce bireysel planda,sonrada toplumsal sorumluk planında hareket etmeli ve hayatımıza İslam’ı hâkim kılmalıyız.
‘’Zünnun (Balık Sahibi; Yunus) hakkında söylediğimizi de an. O, öfkelenerek giderken, kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı; fakat sonunda karanlıklar içinde: "Senden başka tanrı yoktur, Sen münezzehsin, doğrusu ben haksızlık edenlerdenim" diye seslenmişti.’’(Enbiya süresi;87.ayet)
‘’Rabbim dedi, ben kendime zulmettim‘’( Kasas süresi;16.ayet)
“Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A'raf 23)
Varoluş bilinci toplumsalsorumluluk ile başlar.
‘’Ey örtüsüne bürünen!
Kalk ve uyar!
Sadece rabbinin büyüklüğünü dile getir.
Elbiseni tertemiz tut.
Her türlü pislikten uzak dur.’’(Müddessir süresi;1-5.Ayet)
Topluma İslam’ın rengini vermek, özgür bireyler yetiştirmek, hayatı sadece işten aştan ve eşten ibaret görmeyen, doğru hayat tasavvuru ve sahih İslam anlayışına ihtiyacımız var. İslam'ı bugünkü mevcut anlayışlardan, şahıs eksenli anlayışlardan uzak, İsrailiyat’tan, nefsi algı ve anlayışlardan bağımsız anlamak durumundayız. Allah’ın kutlu elçisi aracılığıyla gönderdiği, bir harfi bile değişmemiş şekliyle elimizde olan kitabını, evrensel, dünyanın yaşayan ve yaşanılan bir dini olarak bilen, bilmek yetmez; inanan, inandığı değerleri Hz. Muhammed’in örnek şahsiyetinde içselleştiren, fikri hür, vicdanı hür, düşüncesi tevhidi, özgür, özgüvenli, kula kulluktan kurtulmuş, sadece göklerin ve yerin Rabbi olan Allah'a kul olmuş insanlar ve bu insanların oluşturduğu toplum yapısı için çalışmak temel gayemiz olmalıdır.
‘’De ki: “Benim namazım, (her türlü) ibadetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin rabbi olan Allah içindir.’’ (En’am süresi; 162.Ayet)
Selam ve dua ile…