Tevrat ve Kuran metinsel olarak birbirine çok benzeşir.
Özellikle kıssa anlatımları...
Ancak tarafsız bir okuyucu için Tevrat’ın muharrefliği çok belirgindir.
Ve aslında Tevrat çok detaylı ve bol içerikli bir metin.
Bu, onun sahih/ ilahi olan kısımlarını ayırt edebilmeyi zorlaştırıyor.
Buna rağmen yine de Kuran’ın anlaşılmasında eski kutsal kitapların rolünün tamamen reddedilmemesi gerektiği kanaatindeyiz.
İslam zaten aynı kaynaktan geldiğini kabul ediyor ve çoğu yerde onların muharref kısımlarını tashih ediyor.
Bu noktada bir Müslüman için galiba yapılacak tek şey bu metinlerin değişmeden orijinal kalmış tek kaynak olan Kurana arzı olsa gerek…
***
Eski Ahit, içerisinde yer alan olayları, detaylı bir şekilde bir tarih kitabı imişçesine anlatır.
Öyle ki çoğu yerde tarihler, coğrafi bilgiler ve hatta olaylarda yer alan kişilerin soy kütüklerini dahi aktarır.
Anlatılar detaylara boğulur.
Oysa Kuran bunun tam tersini yapar.
Kuran, kıssaları tarih gözetmeksizin surelerin içerisine serpiştirerek kısa kesitler halinde anlatır.
Özet bir aktarımı tercih ederek ders mahiyetinde ibretamiz bir dil kullanır.
Amacı tarihsel bir olayı anlatmanın ötesinde, yaşananlardan nesillerin ders alması, kendine çeki düzen vermesidir.
Örneğin Altın Buzağı kıssası…
Tevrat ve Kuran’da İsrail oğullarının bir buzağı heykeline tapmaya başlaması ortak tema...
Kur’an, buzağı heykelinin “Samiri” tarafından yapıldığını açık bir şekilde belirtirken, ilginçtir; Tevrat, Harun’u suçlar.
Harun’u altın bir buzağı heykeli yapmakla itham eder.
Bir nebi peygambere put yapmayı isnat etmek, putçu olarak sunmak nasıl bir ilahiyattır anlamak zor.
Kavminin tapınması için ziynet eşyalarını eriterek puttan bir heykel yapıp ona tapınmaya çağıran bir peygamber tasviri, Tevrat’ın muharrefliğinin boyutunu anlamak için yeter de artar bile...
***
Monoteist dinler öncesi çok tanrılı politeist dinlerde boğa, öküz ya da inek gibi hayvan figürleri tapınma anlamında tercih edilen güçlü figürlerdir.
Boğa ve öküz, güç sembolü iken inek ise verimlilik sembolüdür.
Örneğin Mısırlılar ve sonrasında İbraniler de dahil olmak üzere Antik Yakın Doğu ve Ege'deki çoğu şehir devletlerinde sıkça boğa, yaban öküzü ve inek gibi hayvanlara tazim hürmet ve ibadet eğilimi görülür.
Mesela Yunan mitolojisinde “Girit Boğası” vardır ve ona ibadet edilir.
Hindistan'da Nandi (kutsal bir boğa adı), Tanrı Şiva'nın aracıdır ve bu nedenle Hindular tarafından kutsal sayılır.
Yine Mısırlılar arasında da kutsal öküz olarak Hathor vardır.
Böylesi bir ortamda Mısır'dan çıkan İbranilerin sürgün günlerinde asimile olmaları sonucu Mısır mitolojisinden çokça etkilendikleri tarihçilerin ortak kanaati...
Yahudiliğin içerisine bu tarihten itibaren putperest inançların girdiği ve şirk dinlerinden etkilendikleri düşünülür.
Tarihi kaynaklar MÖ 922'de I. Yarovam’ın İkinci İsrail Krallığını kurduğu ve iki tane altın buzağı yaptırıp onları “Betel ve Dan” şehirlerine yerleştirdiğini anlatır.
Yahudi dindarların ibadet için Kudüs'e giderek Yehuda kralı Rehavam'a bağlanacaklarından korkan Yarovam’ın bu iki altın buzağıyı yaptırıp halkı Kudüs’ten uzaklaştırmayı amaçladığı anlatılır. (1)
Hülasa tüm bunlara binaen bir nebiden tapınmak için bir put yapmasını istemek, Yahudilerin geçmiş tarihlerinde çok ta yadsınacak bir şey olmasa gerek…
***
Eski Ahit’in Çıkış bölümünde söz konusu kıssa şöyle yer alır:
“ Musa, Sina Dağı'na On Emir'i almaya gittiğinde (2), İsrailoğullarını kırk gün kırk gece yalnız başlarına bıraktı (3). Ve dağdan inmek için Musa’nın geciktiğini kavmi görünce, Harun’un yanına toplandı. Ona: “Kalk bizim için ilah yap, önümüzden gitsinler, çünkü Musa’ya, bizi Mısır’dan çıkaran bu adama ne oldu bilmiyoruz” dediler. Harun onlara dedi:
“Karılarınızın, oğullarınızın ve kızlarınızın kulaklarındaki altın küpeleri kırıp çıkarın ve
onları bana getirin. Ve bütün kavim kendi kulaklarındaki altın küpeleri kırıp çıkardılar, onları Harun’a getirdiler. Onu ellerinden aldı ve oymacı aletiyle biçim verdi ve onu dökme bir buzağı yaptı. Ve dediler: Ey İsrail, seni Mısır diyarından çıkarıp kurtaran ilahların bunlardır…
Ertesi gün erken kalktılar ve yakılan takdimeleri arz ettiler, yemek ve içmek için oturdular ve oynamak için kalktılar.
Ve Rab Musa’ya dedi: “Git, aşağı in; çünkü Mısır diyarından çıkardığın kavmin bozuldu; onlara emrettiğim yoldan çabuk saptılar; kendileri için dökme bir buzağı yaptılar ve ona secde kıldılar ve ona kurban kestiler ve dediler: Ey İsrail seni Mısır diyarından çıkaran ilahların bunlardır…
Ve Rab Musa’ya dedi: Bu kavmi gördüm, işte sert enseli bir kavimdir. Şimdi bırak, onlara karşı öfkem alevlensin ve onları telef edeyim ve seni büyük millet edeceğim…
Musa döndü ve iki levha elinde olarak dağdan indi; levhaların iki tarafı yazılı idi. Ve levhalar Allah’ın işi idiler ve levhalar üzerine oyulmuş yazı, Allah’ın yazısı idi…
Ve vaki oldu ki, ordugâha yaklaşınca buzağıyı ve halayları gördü. Musa’nın öfkesi alevlendi ve elinden levhaları attı, dağın eteğinde onları kırdı. Yaptıkları buzağıyı aldı, ateşte yaktı, toz oluncaya kadar ezdi ve suyun yüzüne saçıp İsrailoğulları’na içirdi.
Ve Musa Harun’a dedi: “Bu kavim sana ne yaptı ki, onun üzerine büyük suç getirdin?”
Harun dedi: “Efendimin öfkesi alevlenmesin; kavmimizi sen bilirsin, onlar kötülüğe meyyaldir. Bana, “Bizim için önümüzden gidecek ilah yap; çünkü Musa’ya, Mısır diyarından bizi çıkaran bu adama ne oldu bilmiyoruz. Ve onlara dedim: Kimlerde altın varsa kırıp çıkarsınlar ve bana verdiler ve onu ateşe attım ve şu buzağı çıktı. Musa halkın başıboş hale geldiğini gördü. Çünkü Harun onları dizginlememiş, düşmanlarına alay konusu olmalarına neden olmuştu…” (Çıkış, 32: 1-25)
***
Kuran’da ise “Taha” süresinde yer alan aynı kıssada Tur dağında geçen diyalog şöyle yer alıyor:
“(Allah buyurdu ki:) “Seni halkından aceleyle ayrılmaya sevk eden neydi ey Musa!” Şöyle cevap verdi: “Onlar da benim izimdeler; benden hoşnut olasın diye sana gelmekte acele ettim ey rabbim.” Allah, “Fakat” dedi, “Biz senden sonra kavmini sınadık ve Samirî onları yoldan çıkardı.” Bunun üzerine Musa öfkeli halde ve hayıflanarak kavmine döndü. Şöyle dedi: “Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı? Peki, size bu süre çok mu uzun geldi, yoksa rabbinizin gazabına uğramak istediniz de onun için mi bana verdiğiniz sözden döndünüz!” Şöyle cevap verdiler: “Sana verdiğimiz söze bilerek ve isteyerek aykırı davranmış değiliz; fakat şu kavmin (Mısır halkının) ziynet eşyalarından bir kısmını yüklenmiştik, onları (haram diye ateşe) attık; çünkü Sâmirî de aynı şekilde atmıştı.” Derken onlara böğürebilen bir buzağı heykeli yaptı. (Ona uyanlar) “İşte bu sizin de tanrınız, Mûsâ’nın da tanrısıdır, fakat o bunu unuttu” dediler. Peki, görmüyorlar mıydı ki o (heykel) kendilerine bir sözle karşılık veremiyordu, onlara zarar veremediği gibi fayda da sağlayamıyordu! Gerçek şu ki daha önce Harun onlara, “Ey kavmim! Siz bununla sınanmaktasınız; kuşkusuz sizin rabbiniz rahmandır. O halde bana uyun ve emrime itaat edin” demişti. Şöyle cevap verdiler: “Musa yanımıza dönünceye kadar ona tapmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.” (Musa dönünce) dedi ki: “Ey Harun! Onların saptıklarını gördüğünde beni izlemekten seni alıkoyan neydi? Yoksa emrime isyan mı ettin?” O şöyle cevap verdi: “Ey anamın oğlu! Sakalımı saçımı çekme. Emin ol ki ben senin, ‘Sözüme riayet etmedin de İsrâiloğullarının arasına ayrılık soktun!’ diyeceğinden endişelenmiştim.” Musa sordu: “Peki senin zorun neydi ey Samiri?” “Ben onların görmediklerini gördüm, bu yüzden elçinin izinden bir avuç avuçladım ve onu attım. Nefsim beni böyle yapmaya itti” diye cevap verdi. (Musa) şöyle dedi: “Haydi git! Artık hayatın boyunca sana düşen ‘Bana dokunmak yok!’ demekten ibarettir. Ve bil ki asla kaçıp kurtulamayacağın bir hesap günü de seni beklemektedir. Şimdi şu tapıp durmakta olduğun tanrına bir bak; biz onu iyice yakacağız, sonra da küllerini denize savuracağız!” (Taha, 83-97)
***
Kur’an’a göre Musa Tur’a Allah ile konuşmaya gittiğinde Samiri, İsrâiloğulları’nın Mısırlılardan almış oldukları ziynet eşyalarından buzağı şeklinde bir put yapmış ve onları buna tapınmaya ikna etmişken (4) Harun buzağı heykelinin yapımında rol almadığı gibi bunun bir imtihan olduğunu belirterek İsrâiloğulları’nın ona tapmasına engel olmaya çalışmaktadır. (5)
Oysa Tevrat, Buzağıyı yapan kişi olarak Harun’u iki yerde zikretmekle bu konuda şüpheye mahal bırakmıyor.
Kuran kesin bir dille Harun’un suçsuz olduğunda ısrarcıdır.
Onun kavminin buzağıya tapınmasına karşı çıktığını vurgular: “And olsun ki, önceden Harun onlara: ‘Ey kavmim, siz bununla yalnızca bir fitneye tutuldunuz ve doğrusu sizin Rabbiniz esirgemesi çok Allah’tır; gelin bana uyun ve emrime itaat edin!’ demişti”. (Taha, 90)
Kuran Harun’u Altın Buzağıyı yapmak ve ona tapmak eylemine fiilen katılmış olarak suçlamaz; onun tek suçu iyi niyetli olup, aralarında ayrılık doğmasından korkarak halkın putperest eylemi karşısında pasif ve sessiz kalmasıdır.
Yine Kuran’da Yüce Allah’ın, kavminden acele ile ayrılmasından dolayı Hz. Musa’nın kınadığını görüyoruz. Şüphesiz Musa, Mısır’dan yeni çıkmış kavmin içerisinde, onların imanlarının pekişmesi ve istikrar bulmaları için daha uzun bir süre kalmalıydı.
Kur’an bu olayın Yahudiler için bir imtihan olduğunu söylemektedir. Allah onları bir imtihana tabi tutmuş ve onlar da bunda başarısızlığa uğramışlardır.
Tevrat metninde ise bu yaşanan olayın bir imtihan olduğuna dair en küçük bir ipucu bile yoktur.
Yine Kur’an, heykelinin yapımında kullanılan altınların Mısır’dan getirildiği zikrederken; Tevrat bunların, Yahudi kavminin küpeleri ve altınları olduğunu söylemekte.
Diğer bir husus ta, Tevrat’ta Samiri adına hiç rastlanmaması...
Tevrat metinlerde Harun’un Samiri ile aynı kişi olması kuvvetle muhtemel iken, Kur’an bunu böyle olmadığı nettir.
O halde Allah tarafından davetle görevlendirilmiş bir elçinin kavmini şirke bulaştırması, Allah’ın yerine başkasına kulluğa teşvik etmesi akla ve vicdana uygun düşer mi?
İmanı zayıf bir kişiyi peygamber olarak seçmesi, yüce Allah’ın şanına yakışır mı?
Hülasa Kur’an, kıssaları ibret alınması gereken olaylar olarak görür ve ayrıntıya boğmadan bir mesaj vermekle yetinir.
Sadece hidayet unsuru ve ibret vesikası olacak kadarını nakleder.
Zira Kur’an Tevrat gibi bir tarih kitabı niteliğinde değildir. İçeriğindeki ayetlerle yer yer Yahudilerin kutsal kitaplarını tahrif ettiklerini, kelimelerin yerini değiştirdiklerini anlatarak onları kınar.
Yine her iki kutsal kitabın kıssaları anlatmaktaki amacı, anlatış üslubu, vardığı sonuç, peygamberlere bakış açısı birbirinden çok farklıdır.
Kuran genelinde tevhit merkezli bir anlatım vardır.
Tevrat ise tanrının seçkin kavmi İsrail oğullarının şımarıklıklarını anlatır.
Öyle ya da böyle, şüphesiz tüm kıssalar bize toplumların tarihi süreç içerisinde geçirdikleri değişiklikler beraberinde, ilahiyatlarını ne derece tahrif ettikleri hakkında da ipuçları verir…
Selam ve dua ile…
Notlar:
(1) (Krallar, 12: 26-30)
(2) (Çıkış, 19:3)
(3) (Çıkış 24:18)
(4) (Taha, 87-88)
(5) (Taha, 90-94)