Şehit Ali Şeriati 24 Kasım 1933’te Horasan’da Şebziver kentine bağlı Kahak köyünde doğdu. İlk öğrenimini Mezinan’da yaptıktan sonra, Meşhed’deki Firdevsi Lisesi’nde ve Öğretmen Okulu’nda okudu. Meşhed Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden 1958 yılında mezun oldu.
Üniversitede öğrenci iken sınıf arkadaşı Puran Razavi ile evlendi. Yüksek lisans eğitimi için Fransa’ya gitti.. Sosyoloji dalında yüksek lisans eğitimi aldı ve doktorasını yaptı.
Babası Muhammed Taki Ehlibeyte olan sevgisinden dolayı çocuğuna Ali adını verdi. Bir İslam alimi olan babasından İslami ilimler okudu.
Muhammed Taki medrese eğitimi almış toplumda sevilen bir İslam âlimi idi. Muhammed Taki aynı zamanda İran şahının modernleşme politikaları karşısında toplumu uyarmayı bir görev olarak gören idealist alimlerdendi. Kuran’dan ve Şii tarihinden seçtiği metaforları kullanarak yozlaştığını düşündüğü gençliğe İslami kimlik kazandırmaya çalışıyordu. Ali Şeriati de gençliğinde babasının bu çalışmalarına katılmıştı. Şeriati babasını ilk öğretmeni olarak görüyordu.
Fransa’da eğitim için gitmesi Ali Şeriati için iyi bir fırsat oldu. İran ve İslami kültürünü iyi bilen Şeriati, bir düşünür olarak, batı kültürünü tanıma fırsatı buldu. O, Fransa’da bulunduğu süre içerisinde, sahip olduğu sosyoloji, tarih ilminin kazanımları ile İslami kültür ve tarihi ile ilgili temel bilgilerini zenginleştirdi.
Paris’te bulunduğu süre içerisinde Frantz Fanon, Jean Paul Sartre, Louis Massignon, Jacques Berque gibi ünlü düşünürlerle dostluk kurdu.
Ateist olduğu bilinen Jean Paul Sartre’nin “Şayet bir tanrıya inansaydım o Şeriati’nin tanrısı olurdu” “Ne zaman Ali ile konuşsam onun Rabbine mağlup oluyorum.” dediği söylenir.
Yine Paris’te bulunduğu süre içerisinde başta Cezayir olmak üzere bağımsızlık mücadeleleriyle ilgilenip onlara destek verdi.
İran’a dönünce değişik kurumlardaki memuriyetleri ve kısa süreli öğretmenliğinin ardından 1966 yılında Meşhed Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı.
Üniversitedeki dersleri geniş çevrelerde ilgi uyandırdı. Konuşmalarında yeni bir dil, sunum ve içerik bulan gençler, Şeriati’ye büyük ilgi gösteriyorlardı. Bu konuşmalarında şahlık rejimine karşı sert eleştirilerde bulundu. Bu eleştirileri sonucunda tutuklandı ve bir buçuk ay hapiste kaldı.
Tahran’da bulunan, İslami eğitimin verildiği, özellikle Ehl-i beyt sevgisinin yoğun olarak işlenen Hüseyniye-i İrşad’da konferans ve ders vermeye başladı.
İran’daki muhalif İslamcıların merkezi olan Hüseyniye-i İrşad, Ayetullah Mutahhari’nin öncülüğünde açılmıştı. Hüseyniye-i İrşad’ın kuruluşuna öncülük eden Mutahhari, topluma hurafelerden arındırılmış bir İslam’ı anlatmak ve şah rejimine karşı mücadele bilinci kazandırmak amacıyla hareket ediyordu. Ali Şeriati’yi Hüseyniye-i İrşad’da konferanslar vermeye davet edende Mutahhari idi. Ancak daha sonra bazı konularda Şehit Ali Şeriati ile anlaşamayacaklardı. 1969’dan Hüseynie-i İrşad’ın kapatılacağı Eylül 1973’e kadar Ali Şeriati kurumun en önemli konuşmacısı oldu.
Bir İslami kültür merkezi olarak Hüseyniye-i İrşad gençlere ve tüm halka açık bir eğitim kurumu idi.
Ali Şeriati bütün gücüyle burada her gün saatlerce bilimsel ve fikri konuları enine boyuna gençlerle tartışıyordu.
Dinler tarihi anlatıyor, Mazlum halkların müstekbirlerle mücadelesini anlatıyor. Aşurayı Kerbela’yı yeniden yorumluyordu.
İslam’ın Hz. Ali, İmam Hüseyin başta olmak üzere, Mevlana, Efgani, İkbal gibi ünlü şahsiyetlerini halka tanıtıyordu. Bu önderler üzerinden Emperyalizme tağuti rejimlere, zulme ve zalimlere karşı, mücadele bilinci oluşturmaya çalışıyordu.
Ali Şetriati’nin Heseyniye İrşad’taki konuşmalarının çoğu daha sonra kitap haline gelecekti.
Hüseyniye-i İrşad’da yaptığı konuşmalarda şah rejimine sert eleştiriler yönelten Şeriati, 28 Eylül 1973’te tutuklandı, Hüseynie-i İrşad’da kapatıldı. Daha sonra çeşitli baskılar karşısında hiçbir eğitim programına katılmama, yazı ve konferanslarına son verme şartlı ile 20 Mart 1975’te serbest bırakıldı.
Kendisi, ailesi ve yakın çevresi Şah dönemi İran gizli servisi SAVAK tarafından sürekli göz hapsinde tutuluyordu.
Şeriati sınırlı düzeyde de olsa görüşlerini dile getirmeyi hiçbir zaman bırakmadı. Fakat hayatı, kendisi ve ailesi için, çekilmez bir hal alınca 16 Mayıs 1977’de yurt dışına çıkmak zorunda kaldı.
19 Haziran 1977 yılında Londra’daki evinde SAVAK tarafından zehirlenerek şehit edildi.
Bugün İran’da “şehid doktor” diye anılan Ali Şeriati, İmam Musa Sadr’ın kıldırdığı cenaze namazından sonra Şam’da Hz. Peygamber’in torunu Hz. Zeyneb’in türbesinin bulunduğu mekana defnedildi.
Şehit Ali Şeriati, 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi'nden hemen önce verdiği dersler ve yazdığı eserler sebebiyle devrimin önde gelen düşünürleri arasında kabul edilir.
İran'da ve tüm İslam dünyasında eserleri hala büyük ilgi gören Şeriati, okunmaya insanların düşüncelerine katkı sunmaya devam ediyor.
Ali Şeriati bazı kişiler tarafından Marksist düşünceden yaptığı alıntılar sosyal adalet gelir eşitliği, zengin- fakir ilişkisi yorumlarından dolayı İslam sosyalizmi inşa etmekle suçlandı, suçlanıyor.
Ali Şeriati öğrencilik yıllarında Mısırlı yazar Abdülhamîd Cûde es-Sehhâr’ın Ebu Zer Gıfari kitabını tercüme etmiş ve kendi yorumları ile kitabı genişleşmişti. Bu kitabı “Ebû Ẕerr-i Ġıfârî: Hüdaperest-i Sosyalist” diye yayınlamıştı.
Şeriati’ye göre Ebuzer Şam ve Medine’de mazlumları çevresine toplayıp onları faizcilere, paraperestlere, altın biriktiren seçkinlere karşı mücadeleye çağırmıştı.
Hz. Ebuzer “Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda harcamayanları çok etkin bir azapla müjdele” (tövbe- 34) ayetini okuyarak şöyle diyordu:
“Evinde ekmeği olmadığı halde eline kılıcını alıp bütün halka savaş açmayana şaşarım”
“Ey Muaviye eğer bu yeşil sarayı kendi paranla yapıyorsan israftır. Yok eğer halkın parası ile yapıyorsan ihanettir.”
“Ey Osman yoksulları sen daha yoksullaştırdın, zenginleri sen daha da zenginleştirdin”
Ebu Zer, Şeriati’nin hayatının her döneminde canlı bir karakter olarak yer alan bir yol göstericiydi artık. Konuşmalarında Ebuzer’den sıkça bahsedecek onu Müslüman gençliğe rol model olarak sunacaktı.
Ali Şeriati anti emperyalist duruşu ile sömürüye karşı çıkarken zenginliğin bütün bir topluma yayılması gerektiğini savunuyordu. Peygamberimizi anlatırken onun sıradan bir insan gibi yaşamasına vurgu yapıyor yönetici olarak herkes gibi cami yapımında çalışmasını çok önemsiyordu. Ve “Muhammed bizden biridir” diyordu.
Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’le ilgili övücü sözlerinden dolayı Şeriati bazı fanatik Şii kesimler tarafından da Sünniliğe yakın olmakla eleştirilirken, Hz. Osman ve Abdurrrahman b. Avf yönelik eleştirilerinden dolayı bazı fanatik Sünniler tarafından da aşırı Şii olarak görülecekti.
Ali Şeriati, Emevi, Abbasi, Safevi, Osmanlı bütün saltanat rejimlerini eleştirmekle birlikte, Haçlı istilası ve Batı sömürgeciliğine karşı Osmanlı İmparatorluğunun İslam dünyasına kalkan olduğunu söylemekten de çekinmeyecekti.
Sünni dünyanın tarihteki en büyük devletlerinden biri olan Osmanlı’yı, övücü şeyler söylemesi kimi fanatik Şiilerin tepkisini çekecekti.
Ali Şeriati “Anne Baba Biz Suçluyuz” derken ve “Ali Şiası Safevi Şiası” derken geleneksel Şiiliğe ciddi eleştiriler getirecek, İmam Hüseyin’i anma programlarında ki törensel gözyaşlarının hiçbir kıymetinin olmadığı söyleyecekti. Ehli beyti sev kurtul anlayışının yanlışlığını vurgulayacak, Ehl-i beyti sevmek onların yolunu izlemek, onlar gibi zalimlere karşı dik durmak ve onların ahlakı ile ahlaklanmakla olur diyecekti.
Ancak Şeraiti Şia’nın temel inançlarını hiçbir zaman sorgulamayacak daha çok Hz. Ali’nin imam Hüseyin’in Hz. Fatıma’nın Ebuzer’in örnek kişilikleri üzerinde dururken, Kerbela ve Aşura gününden hangi dersleri çıkarmamız gerektiğini gösterecekti. Örneğin Şeriati Şia’nın temel inançlarından ‘mehdiliği’ hiçbir zaman eleştirmeyecekti…
Ali Şeriati, gençlik yıllarından itibaren okumaya başladığı Mevlana’dan ve Muhammed İkbal’den çok etkilenmişti.
İkbal’i Müslümanlar için bir işaret olarak gören Şeriati, İkbal için “Biz ve İkbal” kitabında şöyle der:
“Muhammed İkbal, İmam Gazzalî veya Muhyiddin Arabi ve hatta Mevlana gibi yalnız ve yalnız irfan alemine dalarak, madde ötesini düşünen ve nefis terbiyesiyle kendisini ve kendisi gibi birkaç kişiyi yetiştiren, dış alemden ve Moğollar'ın ümmet üzerindeki baskı ve zulmünden habersiz bir arif değildir.
Eba Müslim ve Selahaddini Eyyubi gibi İslam tarihinin yalnız savaş, mücadele ve kılıç adamlarından da değildir.
Yalnızca düzeltme ve değiştirme ile uğraşan, düşüncede devrim yapan ve sosyal ilişkilerde insani terbiyeyi düşmana güç ve zor kullanarak kazandırmayı yeterli bulanlar gibi de değildir.”
Şeriati’ye göre İkbal; Hz. İsa gibi bir kalbi, Sokrates gibi düşünsel melekeleri ve Kayser gibi yönetim becerilerini bir araya getirmiş bir ‘işaret’tir.(1)
Ali Şeriati, Kuran’da zikredilen Habil-Kabil kıssasından hareketle hak ile batıl arasındaki mücadelenin tarihsel köklerine inmişti. Tevhid mücadelesinin hak batıl mücadelesinin Adem’in çocukları Habil-Kabil ile başladığı ve kıyamete kadar devam edeceğini ifade ediyordu.
Ali Şeriati ‘Hacc’ kitabı ile Müslümanlara yeni bir ufuk kazandırmıştı.
Hac’daki ibadetlerin anlamlarına yeri yorumlar getirmiş Kurban kesen Müslümanlara “Senin İsmail’in kimdir” sorusunu sormuştu.
Şeytan taşlamada üç şaytana Firavun- Karun- Belam izahı getirmiş Müslümanlara şeytanı taşlarken Mina’daki sembollerden hangi şeytanlara ulaşması gerektiğini göstermişti.
Bel‘am b. Bâûrâ adlı Yahudi bilgininin kimliğinden hareketle de pragmatik ulema iktidar destekçisi ulama tipolojisini anlamaya ve anlatmaya çalışmıştı.
“Karun” tiplemesi ile küresel ve yerel kapitalistlere karşı verilmesi gereken mücadeleye vurgu yapmıştı.
Firavun ile tüm zamanların Tağutların anlaşılması gerektiğini söylemişti.
Hz. Ali Muaviye mücadelesi üzerinden “Din’e karşı Din” söylemini geliştirmiş, Hz. Ali’nin hayatında gerçek tevhid ile tevhid görünümlü şirk düşüncesine karşı mücadeleye dikkat çekmişti.
Hz. Ali Muaviye savaşını iki tarafta cennetlik anlayışı ile okuyan Sünni dünya bu gerçeği algılamada doğrusu ciddi bir sarsıntı yaşadı.
Şeraiti, “Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın.” (Fatır-5) ayetine vurgu yaparak Hz. Muhammed’in şirk le savaştığını ve galip geldiğini, ancak İmam Ali’nin tevhid elbisesine bürünmüş şirk ile savaştığını ve yenildiğini söyleyerek Din ile dinin, İslam ile İslam’ın savaşına dikkat çekmişti.
Şeriati ‘Ali’ kitabında Hz. Ali’nin ümmet için örnekliği üzerinde durur.
Şeriati Ali’yi anlatırken tarihsel Şiilerin ve tarihsel Sünnilerin istediği Ali’yi anlatmaz. İnsani erdemliliği, ahlakı, iyiliği, kendi şahsında somut nesnel yaşanan bir gerçekliğe dönüştüren, adaleti hiçbir maslahata kurban etmeyen, her türlü haksızlığa karşı durmayı temel ilke edinen, ancak Müslümanların vahdetini her maslahatın üzerinde gören bir insan olan Ali’yi anlatır. Ve Ali’nin sadece Şiiler ve Sünniler için değil tüm insanlık için umut olduğunu, tüm insanlık için örnek olduğunu vurgular…
Şeraiti, Ali kitabında Hz. Ali’nin hayatını üç döneme ayırır:
23 yılık tevhid için mücadele…
25 yıllık vahdet için sabır…
5 yıllık adalet için hilafet…
Şeriati “İnsanın Dört Zindanı” kitabında hakikat arayışındaki insanın dört zindanını aşması gerektiğini vurgular.
Şeriati, insan için temel sorunun insanın kendisi olduğunu söyler:
“Öncelikle insanın doğru bir tanımının yapılması gerekir. Çağdaş insan için temel sorun insanın kendisidir der ve sorar: Nedir insan.”
Şeriati’ye göre: “İnsan dört zorlayıcının/cebrin etkisindedir; bu dört zorlayıcı gücün etkisinden özünü kurtarınca özde insan olabilir ve gerçek anlamı ile insan olmak bu dört zindandan kurtularak özgürlüğün elde edilmesine bağlıdır.”
Şeriati, Kitapta insanın dört zindanını
1) Tabiat
2) Tarih
3) Toplum
4) İnsanın kendi zindanı,
Olarak ifade eder.
Ali Şeriati bu dört zindanın insanı kendini tanımaktan seçme yeteneğinden alıkoymakta olduğunu söyler.
İran’da yaşamayı ve toplumumuzun dinini biz seçmedik diyen Ali Şeriati, kendimizi İranlı ve Müslüman olarak bulduk der ve tarih ve toplum zindanlarının insanlarının dinlerinde, mezheplerinde belirleyici olduğunu vurgular.
Şeriati, kitapta “İnsan ilk üç zindanlarından bir şekilde(bilim, teknoloji vb) kurtula bilirken, dördüncü zindan olan bizzat kendi içinde olan (mal- para, cinsellik, makam, ego- ben) zindanından, kurtulması kolay olmamaktadır. İnsan bilim ile doğa zindanından, tarih zindanından, toplumsal kurallara egemen düzenin zindanından kurtula bilir. Fakat yazık ki kendi zindanından bilim ile kurtulamaz. Çünkü bilimin kendisi de tutsaktır” der. Kendi zindanından kurtulmanın yolunun aşk olduğunu söyler. ‘Aşk’ıda şöyle tarif eder: Aşk her şeyi bir amaç uğruna vermek ve karşılığında hiçbir şey istememektir.”
44 yıllık ömründe çok sayıda talebe yetiştiren Şeriati, 50'ye yakın kitap yazmıştır. Bu kitapların hemen hemen tamamı Türkçe'ye de tercüme edilmiştir.
Şehit Şeriati bir duasında Allah’tan şöyle bir yaşam dilemişti:
Allahım! Bana yenilgide çabalama, umutsuzlukta sabretme, yoldaşsız yürüme, silahsız savaşma, ödülsüz çalışma, sessizlikte fedakarlık, dünyasız din, avamsız mezhep, isimsiz yücelik, pişkinliğe vurulmayan pervasızlık, gurursuz çetinlik, hevessiz aşk, halkın kalabalığı arasında yalnızlık ve sevilenin sevildiğini bilmediği bir sevme başarısı nasip et.
Allah’ın Şeriati’nin duasını kabul edip ona istediği bu hayatı lütfettiğini söylemek mümkün.
Şehit Ali Şeriati’ye selam olsun rahmet olsun…
Kaynak: Her Taraf