Peygamberimizin hakkında rabbimiz şöyle buyurur.
“Andolsun ki Allah'ın Resulünde, sizin için uyulacak en güzel bir örnek var, o, size en güzel bir numune ve Allah'tan mükafat umana ve ahiret gününde mükafat umana ve Allah'ı çok çok anana da en güzel bir örnektir o.” (Ahzab-21)
O yaşayan bir Kuran olarak bize Kuran’ı nasıl anlamamız gerektiğini ve nasıl hayata dönüştürmemiz gerektiğini göstermiştir.
O daha Müslüman olmadan önce toplumunun güvenini kazanmış ahlakı ile Muhammed Emin ünvanını almıştır.
Çünkü o sözünde duran, emanete hıyanet etmeyen, yalan söylemeyen, özü sözü bir olan bir şahsiyettir.
O hiçbir zaman zalimden yana olmamış, hep mazlumdan yana olmuş, hayatı boyunca adaletten taviz vermemiştir.
Onun en belirgin özellikleri emin, güvenilir olması. Adaleti, merhameti, vefası, fedakarlığı, zalimin karşısında mazlumun yanında olmasıdır.
Allah Rasulü bütün hayatı boyunca, yaşadığı yerlerde, topluluklarda adaleti uygulamak ve hakim kılmak için mücadele etmiştir. Peygamberimiz Mekke’de daha peygamber olmadan müşriklerin kurduğu “hılfu’l-fudul” yani “adaleti isteyenler” cemiyetine destek vermiş, Peygamberlikten sonrada “hılfu’l- fudul” içerisinde bulunmaktan mutluluğunu dile getirmiştir.
Allah Resulü Adaleti, temel hakların ve özgürlüklerin korunması, toplumsal huzurun ve barışın sağlanmasının teminatı olarak görmüş, ümmetine de her fırsatta adil olmalarını, adaletten yana olmalarını, zulmün ve zalimin karşısında olmalarını söylemiştir. Zira zulmün olduğu yerde adalet olmaz.
İşte Allah Resulünün hayatından adalete ilgili önemli bir örnek:
Bir gün Mahzunoğulları kabilesinden Fatıma adında asil bir kadın hırsızlık yapmıştı. O kadının cezalandırmaması için ashabdan Hz. Üsame b. Zeyd'i Peygamberimize gönderdiler. Bu duruma çok kızan ve üzülen Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Nasıl oluyor da bazı kimseler, Allah'ın kanunu karşısında aracı olmaya kalkışıyor. Sizden öncekilerin mahvolmasının sebebi şudur: İçlerinden asil, ileri gelen birisi hırsızlık yapınca, onu serbest bırakıyor, zayıf ve fakir bir kimse hırsızlık yapınca, onu cezalandırıyorlardı. Allah'a yemin ederim ki Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı, onun da cezasını verirdim.”[1]
Allah Resulü, hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyametin yakıcı sıcağında, arşın ferahlatıcı gölgesinden istifade edecek yedi sınıf insandan bahsederken en başta adaletli davranan idarecileri saymış,[2] adil devlet başkanlarından ve yöneticilerinden övgüyle bahsetmiş,[3] ailesine ve emri altındakilere adaletle muamele edenlere Allah tarafından kıyamet gününde büyük mükâfatlar verileceğini bildirmiştir. [4]
Kur’an Peygamberimizi ümmi peygamber olarak nitelendirir. Onun ümmi olması okuma yazma bilmemesi anlamına gelip gelmediği tartışmalıdır; ama Allah resulünün insanlardan bir öğretmeni olmadığı bir beşerden ilmi bir eğitim almadığı kesindir. O bir bilgi ortamında değil, cahili bir toplumda yetişti.
Peygamberimizin yetiştiği doğup büyüdüğü toplum, cahiliyyenin en karanlık döneminde olan, ilimden ve eğitimden en uzak bir topluluktu.
Allah Resulü o topluluğu cahili toplum olarak nitelendirmişti.
İşte bu ümmi peygamber, Allah’tan aldığı ilahi eğitim ve vahiyle içinde yaşadığı topluma kitabı ve hikmeti öğretmeye koyuldu.
Yüce Allah onun hakkında şöyle buyuruyor:
Ey insanlar, Allah’a ve ümmî peygamberi olan Resulüne iman edin ve ona uyun ki, doğru yolu bulasınız.(A’raf-158)
Başka bir ayette ona şöyle buyuruyor:
Allah sana kitabı (vahyi) ve hikmeti indirdi, sana bilemeyeceğin şeyleri öğretti. Allah’ın lütfu sana gerçekten büyüktür. (Nisa- 113)
Rabbimiz, Resulünü Mekke toplumunun bu en güvenilir en temiz insanını, göğsünü açarak, onu her türlü kir ve pisliklerden arındırarak, vahyi algılamaya ve anlamaya hazırladı. Cahilliğe özgü dar görüşlülüğün ve bencilliğin egemen olduğu bir toplumda şirke, cahiliyete, zulme karşı tevhidin ve adaletin mücadelesini vermeye hazırladı.
Allah Resulü vahyin rehberliğinde, tebliğ, eğitim ve öğretim alanında insanlığın tanıdığı en üstün önder oldu. Mekke gibi cahili anlayışın tavan yaptığı bir toplumunu birkaç yıl gibi kısa bir zamanda, tevhidin ve adaletin en güvenilir bir koruyucusu toplum haline getirdi.
Allah Resulü, Mekke’nin o cahili toplumundan bir Asr-ı Saadet toplumu yetiştirdi ki; bu insanlık tarihinde olan en büyük devrimdir. Bu devrim ilahi kitabımız Kuran ile bu ümmi peygamberin mucizesidir.
Allah resulü, Peygamber olmadan önce de Rabbini tanıdı. Bir olan Allah´a inandı ve Rabbine ibadet etti. Allah´a gönülden kulluk yaptı. Hiçbir bilgi sahibi olmadan, Rabbine ibadet etmek için inzivaya çekilmek onun peygamber olmadan önce yaptığı şeylerdi. Onun bu ibadetleri onun peygamber olmadan Rabbini tanıdığının en büyük göstergesidir.
Peygamber olduktan sonra da Rabbine ibadetin hep en fazlasını yaptı: Benim göz aydınlığım namazdadır.[5] dedi. Çünkü o sürekli namaz vaktini bekler, Allah’ın huzurunda durmak için şiddetli bir özlem besler ve müezzini Bilal’a: Bizi rahatlat, ey Bilal[6] derdi.
Allah resulü namaz kılarken, namaz sırasında Allah korkusu ile o kadar çok ağlardı ki, gözyaşları secde ettiği, namaz kıldığı yeri ıslatırdı.[7] Ayakları şişinceye kadar namazda kıyamda durduğu olurdu. Bunu görenler kendisine: Allah geçmiş ve gelecek bütün günahlarını affetmişken neden bu kadar ibadet için zahmete katlanıyorsun derlerdi. Buna rağmen o: Ben şükreden bir kul olmayayım mı? diye karşılık verirdi.[8]
Allah Resulü Şaban ayının tüm günleri ile her ayın üç gününde oruç tutardı. Ramazan ayı girince yüzünün rengi değişirdi. Ramazan ayında daha çok namaz kılar ve dualarında tazarru ile Allah´a yalvarıp yakarırdı.[9] Ramazanın son on gününde itikâfa girer dünya kelamı konuşmaz bütün gün ve gecesini ibadetle geçirirdi.
Allah resulü dua hakkında: Dua, ibadetin iliğidir ve Dua müminin silâhı, dinin direği, göklerin ve yeryüzünün nurudur derdi.[10] O her daim Allah ile bağlantılı olurdu, küçük büyük her işte, her davranışta yakarma ve dua ile hep Allah'a sığınırdı. Sürekli olarak Rabbinden mağfiret diler, günah işlemesi söz konusu olmadığı halde Rabbine tövbe ederdi.
Böylelikle ümmetine Allah´a karşı sorumluluğunu kulluğu ve tövbeyi öğretirdi. O her uykudan uyanışında mutlaka secdeye kapanırdı. Rabbine Hamd ederdi. Kur’an okumaya çok istekli ve çok düşkündü.
O kadar çok ibadet ediyordu ki Allah, resulüne kendini ibadetle çok yorduğu ve yıprattığı için ibadet temposunu hafifletsin diye şu mesajı iletmişti: Tâ Ha. Biz bu Kur’an´ı sana sıkıntı çekesin diye indirmedik. (Taha/ 1-2)
Peygamberimiz Allah’a güven duyma, Allah'tan başkasından korkmama ve tehlikeler karşısında gösterdiği cesareti ile de ümmetine örnek oldu:
Sen O mutlak galip ve engin merhamet sahibine güvenip dayan. O ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni görüyor. Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor). (Şuarâ, 217-219)
Rabbimiz bu ayette resulüne ve tabi ki bize sadece kendisine güvenip dayanmamızı emrediyordu. Allah Resulü Kur’an’ın tamamını hayatında yaşayıp örnekliğini bize gösterdiği gibi bu ayeti de hayatında yaşayarak pratiğini ümmetine göstermişti.
Rabbimiz Ahzab 39. Ayetle bu duruma şahadet ediyor: O peygamberler Allah’ın buyruklarını duyururlar ve Allah’tan korkarlar; O’ndan başka hiç kimseden korkmazlar. Evet, Allah Resulü hayatı boyunca Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmadı. Cesareti ile de ümmetine önderlik ve rehberlik yaptı.
Cesaretin ve yiğitliğin sembol ismi İmam Ali peygamberimizin cesaretine şöyle şahadet eder: Savaşın kızıştığı ve tarafların karşı karşıya geldikleri sıralarda, Allah'ın Resulüne sığınırdık ve o içimizde düşmana en yakın kişi olurdu.
Allah resulü dünya nimetlerine hayatının hiçbir döneminde değer vermedi. Dünyevileşmeye karşı ümmetini hep uyardı. O hiç dünyaya meyletmemişti. Rabbimiz esasen onun şahsında bizleri dünyevileşmeye karşı uyarıyordu:
Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine göz dikme! Rabbinin nimeti hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir. (Taha 131)
Hz. Peygamber bir defasında hasır üzerinde uyumuştu. Kalktığında vücudunda sırtında hasırın izi çıkmıştı. Peygamberimize: Sana bir döşek hazırlayalı mı dediklerinde şu karşılığı verdi: “Benim dünya ile ne işim var, bilmiyor musunuz? Ben dünyada bir ağacın altında gölgelenmiş ve sonra kalkıp o gölgeyi terk etmiş, hayvan sırtında bir yolcu gibiyim [11]
İbn-i Abbas diyor ki: Resulullah (s.a.) Arka arkaya gecelerce aç karnına yatağa girerdi. Ev halkı da akşamları yiyecek bir şey bulamazdı. Çoğu kere ekmekleri arpa ekmeği olurdu.[12]
Hz Aişe diyor ki: Al-i Muhammed’iin bir günde yedikleri iki öğün yemeğin biri mutlaka hurma olurdu.
Enes b. Malik’in verdiği bilgiye göre Hz. Peygamber’in kızı Hz. Fatıma bir defasında elinde bir parça ekmekle Allah resulüne geldi. Hz. Peygamber: Ey Fatıma, bu neyin parçasıdır diye sordu. Fatıma: Bir ekmek parçasıdır. Bu ekmek parçasını sana getirmeden içim rahat etmedi dedi. Peygamber de:Bu ekmek parçası üç günden beri babanın ağzına giren ilk yiyecektir dedi. Başka bir rivayette bu olayın Hendek savaşı sırasında gerçekleştiği belirtilir.
Bütün bu rivayetler Allah resulünün dünyaya ve dünya malına meyletmediğini, zühte ve takvaya verdiği önemi göstermektedir. O hep söylediklerini en üst seviyede yaşadı. Bize fedakârlığın, ibadetin, dünyaya meyletmemenin en üst seviyesini gösterdi. Bizler ona ne kadar yaklaşabilirsek kemal noktasına o kadar yaklaşmış oluruz.
Dünyevileşmenin alabildiğine arttığı günümüzde Allah resulünün dünyaya değer vermeyen bu davranışları, örnekliğinin önemini daha da artırmış bulunuyor.
Allah Resulü cömertlikte de herkesten ilerde idi.
İbn-i Abbas diyor ki: Resulullah (s.a.v) hayırda insanların en cömerdi idi. En cömert olduğu dönem ramazan ayı idi. Cebrail her yıl ramazan ayında ona gelirdi. Cebrail ona geldiğinde yağmur getiren rüzgârdan daha cömert olurdu.
Rivayete göre Hz. Peygamber bir gün bir elbise tüccarına gidip dört dirhem karşılığında bir gömlek satın aldı. Tüccarın yanından gömleği giyerek çıktı. O sırada ensardan biri ile karşılaştı. Adam: Ey Allah’ın Resulü, bana bir gömlek giydir, Allah sana bir cennet elbisesi giydirsin dedi. Hz. Peygamber az önce giydiği gömleği üzerinden çıkararak adama giydirdi. Arkasından yine dükkan sahibinin yanına döndü ve ondan dört dirhem karşılığında bir gömlek satın aldı. Yanında iki dirhem parası kalmıştı. Yolda bir cariye (kadın köle) ile karşılaştı. Kadın ağlıyordu. Peygamber: Niye ağlıyorsun diye sordu. Kadın: Ey Allah’ın Resulü, dedi, efendimin ailesi, karşılığında un satın alayım diye bana iki dirhem verdi, verdikleri iki dirhem kayboldu. Hz. Peygamber elinde kalan iki dirhemi kadına verdi. Kadın: Efendimin ailesi beni döver diye korkuyorum dedi. Bunun üzerine Resulullah kadın köle ile birlikte yürüyüp efendisinin oturduğu evin kapısına geldi. Selam verdi. İçeridekiler sesini tanıdılar. Tekrar selam verdi. Arkasından üçüncü kez selam vermesi üzerine ancak selamını aldılar. Hz. Peygamber: İlk selamı duymadınız mı diye sordu. Evdekiler: Evet, duyduk. Fakat bize birkaç kez daha selam vermeni istedik. Anamız, babamız sana feda kurban olsun, sen mutluluk verici bir ziyaretçisin dediler. Hz. Peygamber: Bu cariye kendisini döveceğinizden korktu dedi. Cariyenin efendisi: Sen onunla beraber geldiğin için o Allah rızası için artık özgürdür dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.) onları hayırla ve cennet ile müjdeledikten sonra şöyle dedi: Yüce Allah o on dirhemi bereketli kıldı. Peygamberine ve ensardan bir adama birer gömlek giydirdi ve geriye kalan para ile bir köle azat etti. Hamdolsun Allaha. O ki, bunları bize kudreti ile nasip etti.[13]
Hz. Peygamber ramazan ayı girdiğinde bütün esirleri serbest bırakır ve her dilenciye sadaka verirdi.[14]
İnfak ve namaz Kur’an’ın en sık vurguladığı, iki ilahi emir. Peygamberimizin de en hassas olduğu iki ibadet. O ayakları şişene kadar namaz kılar, bütün mal varlığını Allah için harcayacak şekilde cömertçe infak ederdi. Namaz insanı ahlaken, ruhen olgunlaştırırken infak insanı dünyevileşmekten, bencillikten alıkoyar ve insanlara karşı da sevgimizi arttırır.
Peygamberimizi örnek aldığını söyleyen her Müslüman’ın namaz ve infak noktasında ihmalkâr davranması mümkün değildir. İnfak ederken cömert, namazlarımızda da çok dikkatli olmamız gerekir
Hz Aişe diyor ki: Allah Resulü (s.a.v) kendisine yapılan hiçbir kötü hareketin intikamını almadı. Yalnız Allah’ın hükümlerinin çiğnenmesine sebep olan hareketler, haram kıldığı hareketler müstesna. Hiçbir şeyi asla eli ile dövmedi. Yalnız Allah yolundaki dövmeler hariç. Kendinden istenilen bir şeyi asla reddetmedi. Yalnız istenen şeyin günah olması durumu müstesna. O, günah olan istekleri karşılamaktan en uzak olan kişi idi. [15]
Enes diyor ki: Peygamber’e (sav) on yıl hizmet ettim. Bana hiç öf bile demedi. Yaptığım hiçbir işe: Bunu niçin yaptın demedi. Yapmadığım hiçbir iş için de: Bunu niçin yapmadın demedi.
Hz. Peygamber (sav) hayatı boyunca affediciliği ve hoşgörülülüğüyle ile tanındı. Amcasını öldüren Vahşi´yi bile affetti. Kendisine zehirli koyun getiren Yahudi kadını affetti. Ebu Süfyan´ı affederek evine girilmesini öldürülmemesi için yeterli gerekçe saydı. Rablerinin emrine karşı gelip ellerindeki bütün imkânlarla ona karşı savaşan Kureyşlileri güven ve iktidarın zirvesindeyken şöyle diyerek affetti: Allah’ım, kavmimi doğru yola ilet. Çünkü onlar bilmiyorlar gidin, serbestsiniz.
Hz. Peygamber’in (as.) üstün yumuşak huyluluğu Kuran’ı Kerim’in şu ayetinde gayet veciz bir dille şöyle ifade ediliyor: Allah´tan gelen merhamet sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sert, katı kalpli biri olsaydın şüphesiz çevrenden uzaklaşırlardı. Onları bağışla, kendileri için Allah´tan af dile. (Al-i İmran 159) Onun ne kadar müşfik ve merhametli olduğu ise şöyle anlatılıyor:
Size kendi içinizden öyle bir peygamber geldi ki sıkıntıya düşmeniz ağrına gider, size son derece düşkün, müminlere karşı şefkatli ve merhametlidir. (Tevbe 128)
Affedici olmak Rabbimizin Rahman isminin insan üzerindeki tecellisidir. Naklettiğimiz rivayetler Allah resulünün ne kadar merhametli ve affedici olduğunu insanlara karşı nezaket sahibi olduğunun açık birer ifadesidir. Allah resulünün affedici ahlakı örnek alındığı zaman toplumda sevgi ve kardeşlik artacak Müslümanların vahdeti gerçekleşecektir.
Ebu Said-i Hudrî diyor ki: Resulullah (s.a.v), evden dışarı çıkmamış utangaç bir kızdan daha utangaçtı. Bir şeyden hoşlanmadığı zaman bu durum yüz ifadesinden anlaşılırdı.
İmam Ali diyor ki: Peygamber´den yapmak istediği bir şey istenince evet derdi. Fakat kendisinden yapmak istemediği istendiğinde ise susardı. Hiçbir şeye hayır demezdi. [16]
Yahya b. Ebu Kesir’in bildirdiğine göre Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: Ben her kulun yemek yediği gibi yemek yer, her kulun oturduğu gibi otururum. Ben sadece bir kulum.[17]
Hakkında bize gelen çok yaygın rivayetlere göre o, küçük çocuklara selâm verirdi. Hz. Peygamber bir defasında biri ile konuşurken adam titremeye başladı. Bunun üzerine Allah Resulü şöyle dedi: Sakin ol. Ben bir padişah değilim. Ben kıyılıp kurutulmuş et parçaları yiyen bir kadının oğluyum.[18]
Allah resulü kendisinin de bir kul olduğunu sürekli vurgulayarak, ümmetinden kendini hiç ayırmamış, insanlara karşı hep sevgi ile yaklaşarak, insanlara hep değer vermişti. Bu tavrı ile ümmetinin Hıristiyanların Hz. İsa´yı ilahlaştırdıkları gibi, kendisini ilahlaştırmalarına engel olmak istemişti. Diğer yandan idarecilere idare ettikleri halka tepeden bakmamalarını, yöneten ile yönetilen arasında bir fark olmadığı göstermeye çalışmıştı. Öyle ki kendisi çocuklara bile değer vererek insana nasıl değer verilmesi gerektiğini bizlere öğretmişti.
*Bu yazı yazarın İman ve Namaz kitabından alıntılanmıştır.
[1] Buharî, Enbiyâ, 54; Meâzî, 53; Hudûd, 11-12; Müslim, Hudûd, 8-9; Ebû Dâvûd, Hudûd, 4; Tirmizî, Hudûd, 6; Nesâî, Sârik, 6; İbni Mâce, Hudûd, 6. / https://www.sonpeygamber.info/hz-peygamber-in-hayatindan-adalet-ornekleri
[2] Buharî, Ezân, 36; Zekât, 16; Rikak, 24; Hudûd, 19; Müslim, Zekât, 91; Tirmizî, Zühd 53; Nesâî, Kudât, 2.
[3] Buharî, Edep, 36; Müslim, İmâre, 5, 18; Cennet, 63.
[4] Müslim, İmâre, 5, 18; Nesâî, Kudât, 1.
[5] El-Emali, Şeyh Tûsî, c.2, s.141
[6] Biharu´l-Envar, c.83, s.16
[7] Sünenü´n-Nebiyy, s.32
[8] Sahih-i Buharî, c.1, s.381, hadis 1078.
[9] Sünenü´n-Nebiyy, s.300
[10] El-Mehaccetu´l-Beyda, c.2, s.282-284
[11] Sünen-i Tirmizî, c.4, s.518
[12] Sünen-i Tirmizî, c.4, s.501
[13] Taberanî, c.12, s.337
[14] Hayatu´n-Nebiyy ve Siretuhu, c.3, s.311
[15] Hayatu´n-Nebiyy ve Siretuhu, c.3, s.30
[16] Mecmau´z-Zevaid, c.9, s.13
[17] Tabakatu´l-Kübra, İbn-i Sa´d, c.1, s.37
[18] Sünen-i İbn-i Mace, c.2, s.1101
Kaynak: ekrangazetesi.com