Hayat, hep düşünülen şekilde devam etmeyebilir. Dünyanın yapısı gibi, hayatın da inişleri, çıkışları, düzlükleri ve kıvrımları vardır. Bazen hayır dağının ardından şer, şer dağının ardından hayır gelebilir. Kul elinden geleni yapar, neticeyi sadece Allah bilir. (2/Bakara, 216). İnsana düşen görev, oluşan durumları doğru yönetmek, rüzgârın önünde savrulmak yerine, hayat amacının yönünü belirleyen yelkenlerini doğru ayarlamaktır.
Zamanın akış hızı, insanların hayattan beklentileri ve değerlendirmelerinin çeşitliliği ile şekillenmeye devam etmektedir. Zamanın gereklerini yerine getirmeyenler, yenilikleri ve mevcut gerçekleri görmezden gelip yapmaları gerekenleri erteleyenler, geride kalmaya mahkûmdurlar. Kişi, mahkûmu olduğu yanlışların zincirlerini kırmak için savrulduğu düşüncelerin farkına varmalıdır. İnsanın en büyük esareti, kendini yeterli görmesi ile başlar. Kişi kendini yeterli gördükçe azar ve azgınlaşır (96/Alak, 6-7). Kendini yeterli görenin ilk terk edeceği şey, 'anlama ve anlamlandırma çabasından' vazgeçmesidir. "Artık bizden geçti, bizim kurumdan, bizim aileden, bizim milletten bir şey olmaz, ne yaparsan yap böyle gelmiş böyle gider, emek vermeye gerek yok." gibi bir sürü mazeret üretmek, apaçık hakikat yolunun üzerine yığılmış engellerdir. Şikâyet etmeyi önceleyen, gereğini yapmaktan uzaklaşır. Öyle ki gereğini yapmak isteyenleri dahi şikâyetin konusu yapar.
Rahman, insana ‘çalıştığının karşılığını’ (39/ Necm, 39) vaat etmiştir. Hem dünyada hem de ahirette ele geçecek olan, gayretin neticesidir. Çalışmanın muhakkak olumlu veya olumsuz bir karşılığı vardır. Batıl dahi olsa, Allah hiçbir iradeyi, emeği yok saymaz, karşılığını muhakkak verir. Yaptığının karşılığının olacağını bilen insanlar, tasavvurlarını belli ilkeler üzerine inşa ederler. Müminlerin gaye edindiği değerlerin tamamı kıymetlidir. Bunun içindir ki söyledikleri sözler, amaca hizmet eder.
Hakikate tabi müminler, hayatın akışına yön vermek için vicdanlara, akıllara dönük esen rüzgârları doğru anlayıp doğru istikamette kullanmalıdır. İnsanın yaratıldığı günden itibaren başlayan kemale yürüyüş yolculuğu, umutsuzluğun ve tembelliğin karanlığında kaybolmamalıdır. Vahiy, muhatabını hep çalışmaya, devamlılığa davet eder. Bunun için yol haritasını hakikat üzerinden çizer. Çizdiği yolun niteliğini de 'sarp yokuş' olarak tanıtırken, yolun yolcusuna da iki ilkeyi emreder: "Sabır ve merhamet" (90/ Beled, 11,17).
Müslümanlar, merhamet ekseninde gayrimüslimlerden daha çok çalışmak, üretmek ve düşünmek zorundadır. Zalimlerin oyunlarına geldiklerini söyleyip şikâyet eden olmak yerine, niçin oyuna geldiklerinin sebebini bulup gereğini yapmalıdırlar. Oyun kurucu olmak büyük bir emeğin sonucudur. Kurulan oyundan memnun olmayan, oyunu kuracak donanımla gereken iradeyi göstermelidir. Tarih, birçok zulme şikâyet ederek veya sessiz kalarak uyuşmuş vicdanlara tanıklık ettiği gibi, zulme başkaldırıp adaletin rüzgârıyla tarihe yön verenlere de tanıklık etmiştir.
Rüzgârın nereden estiği, kime ve nelere yön verdiği önemlidir. Bulutları taşıyan rüzgârlar gibi, fikirleri taşıyan çalışmalar hep olmuştur. Allah, vahiy rüzgârlarıyla insanları hidayete yönlendirmeyi murat etmiştir. Rahman, vahyin rüzgârına göre kalp ve akıl yelkenlerini ayarlayanlara cennetin sahiline kadar yön vermiştir. Vahyin rüzgârında yol alan yelkenlere kasteden şer rüzgârlarını da bilmek gerekir. Hayatın bilgi ve uygulama alanında her Müslüman üzerine düşeni yapmakla sorumludur. Amirinden memuruna, çobanından bakanına, tarımdan sanayiye, tüm ülke ve ümmetin paydaşları, görevlerini en iyi şekilde yerine getirmek zorundadır. Bunu imanının gereği olduğunu bilmelidir. Bunun da en önemli ilkesi liyakattir. Bir toplum işi bilenlerin yerine çeşitli bahaneleri öne sürerek yetersizleri iş başına getirirse, kaybetmeye ve kurulan oyunlarda figüranlık yapmaya mahkûm olur. Esen rüzgârların önünde çer çöp olmaktan kurtulamaz.
Bilinen rüzgâr üzerinden düşünelim: Esen rüzgârı görüp şikâyet eden, "Rüzgâr çıkmış, ne yapabilirim?" diyen ya da "Madem rüzgâr var, rüzgâr türbini kurayım." diyen akılların kazanımları farklıdır. Ömer (ra)'a nispet edilen: "Bugün Allah için ne yaptın?" ifadesini okuyup, "Ben ne yapacağım?" derdine düşmeyenlerin şikâyetten öte söyleyecekleri yoktur. Çağımızda gelişmişliğin getirdiği dünyalık kazanımların ne yazık ki manevi değerleri yıprattığını görmekteyiz. Zamanın gençleri veya zamanın farklı sebeplerini mazeret kılmanın kârı yoktur. Zamanın sahibine sığınarak, vahyin gemisinde, akıl yelkenlerini doğru tarafa açmak gerekir.
Kendi iç dünyamızdan başlayarak dış dünyaya doğru hakikatin esen rüzgârında yol almak, başkalarının şer rüzgârlarına set olmak gerekir. Bütün nebiler ve resuller, insanlığı helake sürükleyen şer ittifaklarının rüzgârlarına karşı mücadele etmişlerdir. Mücadelesi hakikat üzere olanların estirdiği rüzgârlar, toprağı dirilten yağmurlar gibi çoraklaşmış insanlık vicdanlarını diriltecektir. Direnen Gazzeliler gibi dünyanın her bir köşesine damla olup düşeceklerdir. Vahyin yolunda, resulün izinde yürümek büyük nasiptir. Düşünmeli, akıl ve kalp yelkenlerimizi dolduran rüzgârlar nereden esmektedir?