Okullaşma Nedir?
Bu durum iki madde ile özetlenebilir: Okullaşma durumu ve okul çağındaki çocuklara okuma olanağının sağlanmış olması.
Okullaşma için okula giden öğrenci oranını ve okul sayısını artırmak gerekir.
Konu okullaşma olunca devreye doğal olarak eğitim ve öğretim girer. Eğitim, çeşitli alanlarda bilgi ve beceri sahibi olması istenen ve isteyen kişilere yönelik eylemler silsilesidir.
Öğretim ise karşı tarafa salt bilginin aktarıldığı, ortada öğreten ile öğrenenin olduğu, zihinsel ve el becerisi gerektiren bilginin söz konusu olmadığı “bilgi aktarma” şeklidir.
Kendi içerisinde özgül bir ağırlığa sahip olan bu iki yöntemin artı ve eksileri vardır.
Yeri gelmişken belirtelim Türkiye’de yapılan genel itibarıyla eğitim değil öğretimdir. “Eğitim ve öğretim dönemi” denen bu sürecin isminde eğitim öğretimden önce geliyor olsa da, sıralama tam tersi olmalıydı. Çünkü öğrenilmeyen, öğretilmeyen bir şeyin eğitimi mümkün değildir.
Tarih boyunca “din temelli” okullaşma durumuna bir vurgu
Bir Süryani ilim adamı, okullaşma konusunda aşağıda göstermeye çalıştığımız minvalde bir sıralama yapmış. Bize de ilginç geldi. Bakalım.
1- İlk okulu Allah açtı. (Doğru. Nitekim “Allah kalemle yazı yazmayı öğretti.”) (Alak, 96/1-5)
2- İkinci okulu Hz. Âdem açtı. (Bu da doğru. Zira mahiyetinin ne olduğunu tam olarak bil(e)mesek de kalemle yazı öğretilmiş ve öğrenilmişse o zaman bu işi ilk defa Hz. Âdem’in yaptığı düşünülebilir.)
3- Üçüncü okulu Hz. Nuh açtı. (Bu da mümkün!)
4- Dördüncü okulu “ulu’l-azm” peygamberlerden olan ve bir “millet”i bulunan Hz. İbrahim açtı. (Buna da evet!)
5- Daha sonra bu peygamberlerin okul açma işlerinin Antik Yunan’da vücut bulduğunu görüyoruz. Ama burada açılan okulun mahiyeti, hayatın bir bütün olduğunu işaret eden tevhid değil de, onun zıddı istikametinde yürüyen şirki içerdiği söyleniyor (ki, bu da doğru!)
6- Altıncı okulun süregelen İslam-tevhid mesajının üzerinin örtülmesi, var olan hakikatin gizlenmesi üzerine Hz. İsa tarafından açıldığı belirtilmektedir.
Bu bilgiler dikkat edilirse, tevhidi gerçekliğe dayalı okul açma durumunun Hz. İsa ile sona erdiği kabul edilmelidir.
Bize göre bunlar doğru olmakla birlikte modern dönemde seküler okullaşma eğilimini sarf-ı nazar ettiğimizde “bize kadar izi kalan” son tevhid okulunun da bir daha kapanmamak üzere Hz. Muhammed(s) tarafından açıldığını söylememiz gerekiyor.
Hz. Peygamber döneminde Medine’de hizmet veren Ashab-ı Suffa buna en güzel örnektir.
Bu örneklik, daha sonraki asırlarda; “birbirine benzeme suretiyle” devlet haline gelen Müslüman toplumların, o da zamanın icarı içre olsa gerek, hemen her alanda olduğu gibi okul/okullaşma/eğitim ve öğretim alanlarında devletleşme temayülü ile kesintiye uğramış olsa da, günümüzde –mahiyeti ayrı bir konu- cemaatler, tarikatlar, dernekler, vakıflar, mahalle bazında oluşturulan okuma grupları üzerinden alternatif eğitim olgusu üzerinden kendini halen göstermektedir.
Bu alternatif eğitim modelinin, hemen herkes tarafından, belli bir kıstas, kural ve silsile takip etmeksizin, onu önemseyen insanlar tarafından; önceleri modernizmin toplum üzerinde var olan yıkıcı yönlerini izale etme amacıyla deruhte edilirken, günümüzde, modernizme kıyasla belli, belirgin bir yönü, özelliği bulunmayan; aslında temele inildiğinde rasyonaliteye(doğrusallık) karşı irrasyonaliteyi baz alan ve bu şekilde de hakikatsizliğe(post-truth) yol açan trende karşılık içerdiği söylenebilir.
Medrese…
Sözlükte “okumak, anlamak, bir metni öğrenmek ve ezberlemek için tekrarlamak” anlamına gelen ders (dirâse) kökünden bir mekân ismidir. Ders Sâmî dillerde ortak kullanılan bir kelime olup yahudiler daha çok Tevrat’ın okutulup öğretildiği binalara Beytülmidrâs diyorlardı (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 113). Bazı kayıtlardan Hz. Peygamber döneminde Medine’de bu tür bir mekânın bulunduğu anlaşılmaktadır (Müsned, II, 451; Buhârî, “Cizye”, 6; “İʿtiṣâm”, 18). Hadislerde ders ve tedârüs kelimeleri geçtiği halde (Müsned, VI, 11; Müslim, “Ẕikr ve’d-duʿâʾ”, 38) ders yapılan mekânlara ilk devirlerde medrese denilmemiştir. Resûl-i Ekrem döneminde Medine’de Kur’an öğretiminin yapıldığı bir eve dârülkurrâ adı veriliyordu. Bu evin medreselerin doğuşunda bir başlangıç olduğu ileri sürülmüştür (Ali b. Muhammed el-Huzâî, s. 80; Abdülhay el-Kettânî, I, 138). Ancak ilk bina edildiği günden itibaren bir eğitim ve öğretim kurumu olarak da görev yapan Mescid-i Nebevî’yi ve orada bulunan Suffe’yi medresenin ilk modeli kabul etmek daha doğrudur. Mescidler (camiler) müstakil medrese binalarının inşasından sonra da dershane işlevini sürdürmüştür (bk. CAMİ). Batı dünyasına ilim ve kültür açısından yeni ufuklar açan Endülüs’te dersler çoğunlukla camilerde yapıldığından burada müstakil medrese binalarından pek söz edilmemektedir.(1)
İlk prototipinden buyana medrese müessesesi…
İslam dünyasında bir eğitim kurumu olan medresenin prototipi hükmünde bulunan Ashab-ı Suffa ile başlayan medresenin İlk örneklerinin ne zaman inşa edildiği hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Ki Corcî Zeydân, bazı Batılı araştırmacıların medreselerin kuruluşunu Abbâsî Halifesi Me´mûn´un Horasan valiliği dönemine kadar götürdüklerini, ancak kendisinin bu bilgiyi İslâm tarihi kaynaklarından teyit edemediğini söylemektedir.(2)
Abbasiler döneminde Beytülhikme´yi bir ilimler akademisi hüviyetine kavuşturan Halife Me´mûn´un daha önce Horasan valiliği sırasında benzer bir teşebbüste bulunmuş olması mümkün olduğu belirtilmektedir.
İslâm´ı kabul edip Müslüman olmalarıyla birlikte Medrese ve zâviyelerin Türkistan ve Horasan´da İslâmiyet´in Türkler arasında yayılmasında önemli hizmetleri olmuştur. Bir görüşe göre ilk medreseler Belh ve Buhara´da Budist viharaları(3) taklit edilerek yapılmıştır. Buhara adı da buradan gelmektedir. (4)
Osmanlı ve medrese…
Şu bir gerçekti ki günümüz dünyasında olduğu üzere, geçmiş dönemlerde de, insanların, yaşadıkları yerlerden, bir başka yere göç edip yerleştiklerinde, yerleştikleri bölgenin, kendi iç şartları ile birlikte, oraya ve orada yaşayan insanlara sirayet edecek ve onları önemli oranda etkileyecek bazda, ekonomik ilişkilerden, birçok alana ve özellikle de eğitim konusunda, mutlaka, ama mutlaka bir şeyler yapmış oldukları düşünülür.
Zira göç etmek başlı başına temel bir olgu ve o olguyu harekete geçirecek olan tali, yani ikincil, ama sonuçta hemen her şeyi belirleyip etkileyecek olan şeylerin toplamına bakıldığında, kopup gelinen yerdeki duruma nazaran, eğitimin önemli bir olgu olduğu ortaya çıkacaktır.
Bunun, olumsuz anlamda istisnası da vardır mutlaka, ama böyle bir tercih, beraberinde, her açıdan göçün mantığına terslik içereceğinden olsa gerek, atalet devam edecek demekti.
Konumuza uygun düşeceğinden dolayı bağlantılarsak eğer, geçmişte ve günümüzde eğitimi, birbiriyle bağlantılı birçok konuda olduğu üzere, insana yaşadığı sürece istikamet vermek için var olan din üzerinden, külli bir eğitimin gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkmış olacaktı…
Bir dinî kimlik sahibi olunduktan sonra, eğitimle ilgilenme oranımız ne kadarsa, hayatı ´insanca yaşama´ seviyesi de o oranda seyredecekti. Hali hazırda, maddi gücün zirvede olduğu, ama din anlayışının ya tamamen az, ya da hiç olmadığı seküler zeminlerde, görünen manzara aldatıcı olacağından gerçeği de pek yansıtmayacaktı.
Modern dönemin bu aldatıcı durumu ile kıyaslandığında, dini, sadece ahirette bir kurtuluş aracı olarak gören ve onunla devletin alabildiğine tahkim edilip otoriterleşmesinde, şu ve bu oranda bir katkısı bulunan klasik toplumlarda, eğitimin, hayatı kuşatıcı olmadığı, şekilsel olduğu ve bununla birlikte, şekilselliğin ve monotonluğun öne çıktığı görülecekti.
Buna, başlarda ´anın fıkhını´ işleyen ve gayet dinamik bir İslâm toplumunun oluşumunu baz alan, ama daha sonra saltanatçılık uğruna ortaya konan uygulamalarla köhneleşip kendi dinamiğini kaybeden gelenekçi bir din anlayış ve uygulamalarını miras olarak diğer Sünni(Arap vb.) topluluklardan tevarüs etmiş bulunan Osmanlının, bir eğitim kurumu olan ´medrese´ olgusu üzerinden işaret edebilirdik.
Dipnotlar:
1TDV İslam Ansiklopedisi, Medrese Mad. Nebi Bozkurt)
2- Corci Zeydan, İslâm Medeniyeti Tarihi, III. c. s. 408).
3-Vihara; Bilginin toplandığı yer, Bkz. Corci Zeydan, a.g.m.
4- Osman Turan, Selçuklular Tarihi, s. 331332).
Kaynak: Farklı Bakış