Barışın inşası meşakkatli bir iş. Sabır, çaba ve fedakârlık gerektiriyor. Temelinin sağlam atılması şart. Temelsiz barışma yöntemleriyle kalıcı bir barış inşa etmek mümkün değil.
Barış sanıldığı gibi salt silahların bırakılması değildir.
Kardeşlik gibi muğlak bir kavramla da barış sağlanamaz.
Barış inşasının güvenlik, siyasi, ekonomik, sosyal ve yasal yönleri bulunuyor.
Çatışma çözümlerinde taraflar öncelikle nefret söylemini bırakıp barış dilini inşa etmeliler. Süreç devam ederken “ya silahları gömecekler ya da silahlarıyla gömülecekler” veya “bebek katili, terörist başı, bölücü caniler” tarzı miadı dolmuş söylemler barışa hizmet eden bir söylem tarzı değil. Aynı şekilde “barış sağlanmazsa ülke Gazze’ye dönüşür” söylemi de savaş çığırtkanlığıdır.
Barışın dili sivildir. Militarist dil savaşanlara aittir. Siyasiler generaller gibi davranmamalı.
Öfke dili toplumda gerilimin tavan yapmasına neden olur, toplumu kutuplaştırır. Kibirli, öfkeli sözcüklere gem vurup, erdemi ve adaleti hakem kılarak toplumsal uzlaşıya ve barışa katkı sunacak sözcükler seçmeliyiz.
Çatışmalı toplumlarda verilen nefret mesajları barış yolunu tıkadığı gibi, toplumların birlikte yaşamalarını da zorlaştırıyor. Ayrışmayı derinleştirici kavramları kullanmaktan kaçınılmalı.
Unutulmamalıdır ki, barış masası düşman görülenle kuruluyor. Barış sonuçta bir süreçtir. Zamanla güven duygusunun inşa edilmesi gerekir. Sevmediğiniz şerbetleri içmeniz gerekebilir. Ayrıca “teröristlerle görüşmek”, “onların tutsağı olmak” anlamına da gelmiyor.
Sorunun çözümü için önce güven verici bir dile ihtiyaç var, sonra da her konu ayrı ayrı ele alınıp çözülebilir. Bu da zaman ve sabır gerektirir.
Dar siyasi hesapların ötesinde, kalıcı barış odaklı uzun vadeli bir perspektife ihtiyaç var.
Kalıcı barışın sağlanabilmesi için gerekli olan motivasyon siyasi iradenin sahiplenmesidir ki, burada Bahçeli’nin siyasi bir saik gütmeden sahiplendiğini görüyoruz. Bahçeli’nin süreci başlatmış olması da ayrı bir öneme sahip.
Bahçeli’nin DEM heyetini karşılarken ve uğurlarken gösterdiği ihtiram umut verici ve takdire şayandır. Ahmet Türk de Bahçeli’nin samimiyetini medyayla paylaştı.
DEM heyetinin trafiğine bakılırsa Öcalan’nın bir yol haritası çizdiğini anlayabiliriz. SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi ile Ahmet eş Şara arasında Şam yakınlarında gerçekleşen görüşme de bu kapsamda değerlendirilebilir.
Kürt sorunu, salt “terör sorunu”na indirgenmeyecek kapsamlı bir sorun.
Barış ortamı ölümün değil, yaşamın kutsandığı bir ortamdır.
Barışa giden yol ateşkesten geçer. Öncelikle taraflar arasında bir ateşkesin sağlandığı ilan edilmelidir.
Barış ancak müzakereyle sağlanabilir. Bahçeli’nin başlattığı süreçte iktidar cephesi müzakereyi reddettiği gibi süreci de kabullenmiyor.
Bilinen tek şey Öcalan üzerinden yürüyen tek aktörlü bir süreç. Dünyadaki çatışma çözümlerinde şahit olmadığımız belirsizliklerle dolu bir tabloyla karşı karşıyayız.
Devletin acelesi var, çünkü Orta Doğu her daim yeni gelişmelere gebe.
Şubat ayında Öcalan’ın PKK’ya silah bırakması için çağrı yapacağı söyleniyor. Bu çağrı ne karşılığı yapılacak ve neyi kapsayacak?
Çağrının muhatapları olumlu cevap verecek mi? Bütün bunlar müphem. Çünkü şeffaf yürüyen bir süreç yok ve görünürde bir müzakere yapılmıyor. Ve daha önemlisi, ortada görünen bir masa yok. Kervan yolda dizilir hesabı mı yapılıyor? Bilemiyoruz. Ancak şu belli ki, bazı konularda mutabık kalınmasaydı DEM heyetinin İmralı ziyaretine izin verilmezdi.
Müzakere masası kurulmadan kalıcı barışın tesisi adeta imkânsız gibi. Kulislere yansıyan bilgilere göre, Öcalan kendisi için “umut hakkı”nın müzakere konusu yapılmaması gereğine vurgu yapmış. Bu duruş daha önemli konuların müzakere edilmesine öncelik verdiğinin göstergesidir.
Müzakere masasında taraflar -ki bunlar doğrudan etkili taraflardır- sorunları görüşür. Her müzakere sürecinin asli unsurlarından biri çatışmaya konu olan sorunlardır. Taraflardan biri sorunu kimlik ve anayasal haklar olarak görürken, öteki taraf güvenliği ön plana çıkarabilir. Nitekim öyle oluyor.
Öcalan’ın serbest bırakılıp silahlara veda edilmesi, sürecin ilk aşaması olarak düşünülüyorsa bunu olumlu bir gelişme olarak görüp diğer aşamaları beklemek gerekecek. Kürt sorunu yoktur dolayısıyla bir süreç de yoktur söylemi bu ihtimali zayıflatsa da fiili olarak yürüyen bir süreç var.
Kaldı ki, silahların gömülmesi, silahların terk edilmesinden ibaret değil, örgütün lağvedilmesini de içeriyor ki, PKK gibi en uzun yaşayan silahlı bir örgüt sadece liderinin serbest bırakılması karşılığında bunu yapar mı?
Erdoğan’ın DEM İmralı heyetiyle görüşmemesi ve sürece temkinli yaklaşımı sürecin zorluğu ve sonuç almama ihtimali ile ilgili olabilir mi?
Günümüzde Orta Doğu’da Kürt sorunu, önemli bölgesel sorunlardan biri olarak duruyor. Türkiye’deki yansıması Rojava sorunu şeklinde iç sorunun en önemli bölümünü oluşturuyor.
Kullanılan tehdit ve nefret dili bu sorunun çözümsüzlüğünde önemli rol oynuyor.
Türkiye SMO üzerinden bu sorunu çözümsüzlüğe mahkûm ederken, ABD ve İsrail bunu kendi çıkarı doğrultusunda kullanabilir. Bunu önlemenin yegâne yolu, sorunun Türkiye’nin terör kaygısını gidermekten ve Kürt halkının talepleri doğrultusunda çözümüne yardımcı olmaktan geçiyor.
Sürekli askeri operasyon tehdidi altındaki toplumlar doğal olarak koruyucu partner arayışına girerler.
Suriye’de savaşan tüm unsurlarda ziyadesiyle yabancı savaşçı yer almaktadır. YPG’nin bünyesinde Kobani’nin IŞİD işgaline karşı Türkiye’den gidip savaşçı olarak kalanlar var. HTŞ’nin içinde de epey yabancı var. Bunlardan Osmaniye doğumlu Ömer Çiftçi Tuğgeneral yapıldı. Türkiye’de aranan teröristler listesinde iken bir gecede çıkartıldı. En çok da SMO içinde yabancı savaşçı bulunuyor.
Sadece YPG içindeki savaşçıların Suriye’yi terk etmelerini istemek barışa hizmet etmez. Tüm yabancı savaşçıların ülkeyi terk etmesini istemek daha gerçekçi ve adil.
Suriye Kürtlerinin ulusal varlıklarına ve kaderlerini belirleme hakkına saygı göstermek ve yeni Suriye’de eşit haklar temelindeki bir çözüme katkı sunmak gerekiyor.
Yayılmacı dış politika arzusu sorunun çözümüne katkı sunmaz; bilakis farklı aktörlerin denklemin içine dahil olmasına davetiye çıkarır.
Savaşmak, bomba ve kurşun yağdırmak, bir erdem değil.
Çocukların barış ortamında büyüdüğü toplumlar daha sağlıklı ve erdemli toplumlardır.
DEM heyeti Demirtaş’la görüştükten sonra İmralı’ya gidip Öcalan’la yeniden görüşecek. Muhtemelen başta Demirtaş olmak üzere parti liderlerinin konuyla ilgili düşüncelerini aktaracaklar. Öcalan, konunun önemine binaen Kandil, SDG ve PKK’nın Avrupa kanadının görüşlerine de başvurabilir.
Henüz başındayız ama belki bu kez barış kapımızı çalar ve bizi ziyadesiyle mutlu eder. Ve öteki olarak görülen halklarla özgürlüğe yelken açıp birlikte yaşama arzusunu ülkede hâkim kılıp güzel hikayeler yazabiliriz.
Ülkeyi uçuruma sürükleyip kendilerine rant kapılarını aralayan militarist savaş baronlarının ideolojik manipülasyonla gençleri birbirlerini kırdırmalarına müsaade etmemenin yolu barış sürecine sahip çıkmakla olur.
Unutmamalıyız ki, uzun yolculuklar bir adımla başlar.
Kaynak: farklibakiis.net