Hasan POSTACI

Tarih: 18.03.2025 16:40

1925 Kürt Hareketi – 100. Yılında Şeyh Said-4

Facebook Twitter Linked-in

İNKÂR VE ASİMİLASYON POLTİKALARI İLE KÜRDİSTANIN SİNDİRİLMESİ

Bölgede yapılan misilleme çok acımasızdı. İstiklal Mahkemesi bir kentten ötekine taşındıkça çok sayıda idam gerçekleştirildi.4 Eylül’de Şeyh Sait ve diğer 48 kişi Diyarbakır’da asıldı. İstiklal Mahkemeleri yürürlükten kaldırılmadan önce 7.500 sanığı yakalayıp, bunlardan 660’ını idam etmişti. Bu resmi kayıtlardaki sayıdır. Bu sayının çok üzerinde infazlar gerçekleştirildi.

Haziran’da Diyarbakır’da yapılan toplantıda ‘feodalizmin artıklarının’ kökünün kazınmasına karar verildi. Bunun sonucunda isyanla doğrudan ilişkili olmayan diğer şeyhler, ağalar ve aileleri Batı Anadolu’ya sürüleceklerdi. Ordu kırsal kesimde acımasızca ilerledi. Bütün köyler yıkıldı ya da yerle bir edildi, erkekler, kadınlar ve çocuklar öldürüldü. Örneğin, Diyarbakır civarında Zazalar bir araya toplanıp, katledildiler. Aşiret halkı yiyecek kaynağından yoksun bırakarak binlerce, örneğin Lice ve Diyarbakır’da en az 30.000 koyuna el koyuldu ve açık arttırmayla satıldı. Konuyla ilgili Altan Tan kitabında;

“Şeyh Said ayaklanması bastırıldıktan sonra bölgede tam bir ‘can pazarı ’ kuruldu. Ayaklanmaya katılan katılmayan herkese karşı; yaş kuru demeden topluca bir sindirme ve ‘temizlik’ harekâtına girişildi. ‘Takrir-i Sükûn’ ve ‘Mecburi İskân’ yasaları herkesin korkulu rüyası oldu…”

Fethi Okyar’ın yerine getirilen ne yazık ki Kürt asıllı İsmet İnönü, çok geniş, sert ve acımasız tedbirlerin uygulanmasına başladı.  Meclisteki Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve birçok kişi bu sert uygulamalara karşı çıktı. Mustafa Akyol’un aktarmasıyla dönemin meşhur Gazetecisi Ahmet Emin Yalman bile, Takrir-i Sükûn Kanunu’nu ‘Şiddet kanunu’ olarak niteler. Ali Fuat Cebesoy mecliste yaptığı bir konuşmada uygulamalarda milletin doğal haklarını ve özgürlüğünü kısıtlayacak baskı yöntemlerine karşı çıkar.     

Sistem hızını alamıyordu. 1925 Harekâtı yapmayı düşündüklerini hayata geçirmek için tam bir bahane oluşturmuştu. Kalan dini kurumların kapatılarak, laikleştirme faaliyetini yaygınlaştırmanın da bahanesi oldu. Tüm tekkeler yasaklandı. Hükümet yanlısı Alevilerin dini kurumları bile baskı altına alındı. Mustafa Kemal meşhur nutkunda şunları söylüyordu:

”..Medeni bir ülke şeyhlerin, dedelerin, seyitlerin, çelebilerin, babaların ve emirlerin güttüğü sürülere dönüşen insan kitlelerine tahammül edebilir mi?..”

Devlet 1925 Kürt Harekâtını, düşmanlarının çoğundan kurtulmak için bahane olarak kullandı. Zaten hapiste olan Yusuf Ziya Bey ile Cibranlı Halit Bey  14 Nisan1925 tarihinde kuruşuna dizilerek idam edildiler. Diyarbakır ve diğer Kürt kentlerdeki tanınmış milliyetçiler tutuklandı ve bunların bazıları daha sonra idam edildi. İstanbul’da Şeyh Abdülkadir sorgulandı ve İngilizler ile işbirliği yapmakla suçlandı. Erzurum eski milletvekili olan ve 1922’deki Meclis’te Kürtlerin sözcülüğünü yapan Hoca Salih Efendi gibi diğer birçokları da tutuklandı.

Bu ağ giderek daha da genişletilecekti. 1925 Nisan başında ikisi de Mustafa Kemal’in otokratik yönetim tarzını açıkça eleştiren Kazım Karabekir ve bir meslektaşı iki hoca tarafından, halifeliği yeniden tesis etmek isteyen isyancıları desteklemekte suçlandılar. Bu suçlama saçma olmasına rağmen, hükümetin onu ve arkadaşlarını ezme niyetine hizmet etti. Karabekir iki yıl önce Cibranlı Halit Bey’e yazdığı mektupta “..Kemalistler bizzat Muhammed dünyasının varlık sürdürmesini sağlayan ilkelere saldırıyor..” diye şikâyette bulunmakla suçlanırken, kurduğu Terakkiperver Cumhuriyetçi Parti de Doğu vilayetlerinde dini duyguları harekete geçirmek için bu bölgelere temsilciler göndermekle itham edildi. Terakkiperverler kendilerini korumak için isyanı kesin bir dille kınadılar. Ama bu fayda vermedi ve Nisanın ikinci haftasında bir gece parti genel merkezi polis tarafından basıldı ve tüm belgelerine el kondu. Partinin faaliyetleri durduruldu. Hükümet siyasi olaylar konusunda olumsuz yorumlar yazan gazetecileri de benzer bir biçimde rahatsız etmeye başladı. Yani diktatörlüğü aratmayacak uygulamaları beraberinde getirdi. M. V. BRUINESSEN hareketin sonuçlarıyla ilgili şu çarpıcı tespitleri yapar:

“..Kürt ayaklanması, Cumhuriyet Türkiye’sinin tarihinde önemli bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Bu ayaklanma M. Kemal ve İsmet Paşa’ya neredeyse diktatörlüğe yakın bir yetki edinme fırsatı vermiştir. O andan itibaren Kemalist reform programı daha büyük bir hızla ve muhalefeti dikkate almaksızın hayata geçirildi… Laiklik politikası ile o zamana kadar Kürtleri, Türkleri ve diğer küçük İslami etnik grupları bir arada tutan en önemli semboller ortadan kaldırıldı. Devleti taşıyıcı bir ideoloji olarak İslam’ın yerine, Türk ulusçuluğunu yerleştirme yönündeki belirgin çabalar, Türk olmayan Müslümanların yönetime olan soğukluklarını sadece daha da arttırmaya yaramıştır..”

24 Eylül 1925’te döneme damgasını vuracak meşhur ‘Şark Islahat Planı’ açıklandı. Bu planın tek başına ayrıca detaylı incelenmesi gerekir. Bu plan bölgeye dönük acımasız bir ‘Toplum mühendisliğinin’ her alanda yaşama geçirilmesini hedeflemiştir. Öyle ki Fırat’ın doğusu ‘Yasak Bölge’ ilan edilmiş ve bölgeye vatandaş olmayanların seyahatleri 1964 yılına kadar izine tabi tutulmuştur. Özellikle isyan bölgesi olarak görülen Diyarbakır, Bingöl, Elazığ çevresinde yüzlerce insan hapislere atılırken, çok sayıda kişi idama mahkûm edildi. Sürgün edilenlerin dışında o bölgede bulunan yüzlerce köyün devlet tarafından yakılması ile ilgili olaylarda binlerce insan hayatını kaybetti.

31 Mayıs 1926’da ‘İskân Kanunu’ çıkarılır. Bölgede yaşayan binlerce aile Türkiye’nin farklı yerlerine sürgün edilir. Sürgün edilenlerin çoğu 1925 harekâtına katılmamış ve hatta birçoğu Mustafa Kemal’e bağlılık telgrafı çekmiş kişilerden oluşuyordu. Daha sonra 21 Haziran 1934 çıkarılan ‘Mecburi İskân Kanunu’ açıkça Kürtlerin asimilasyonunu amaçlamaktadır. Yasanın 13/3’cü maddesi aynen şöyledir:

“Madde 13/3: Türk ırkından olmayanların serpiştirme suretiyle köylere ve ayrı mahalle veya küme teşkil edemeyecek şekilde kasaba ve şehirlere iskânları mecburidir.”

Özellikle Kemalist reformlar İslami değerleri hedef alırken ucube bir laiklik anlayışını her alanda yerleşmesi için de köklü değişimlere gidiliyordu. 25 Kasım 1925 şapka kanunu, 26 Aralık 1925 Takvim ve saat sisteminin değişimi, 17 Şubat 1926 İsviçre Medeni kanununun kabulü, 1 Mart 1926 İtalyan ceza kanununun kabulü, 30 Kasım 1926 tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması, 1926 yılında din derslerinin okutulmasına son verilmesi, 28 Mayıs 1927 binalar üzerindeki tarihi kitabelerin kazınması kanunu ve nihayetinde 10 Nisan 1928’de laikliğin kabul edilmesi ve Anayasadan ‘Devletin dini İslam’dır’ ifadesinin çıkarılması, 24 Mayıs 1928 rakam ve ardından 27 Kasım 1928 harf devrimi ve Latin alfabesinin kabulü, bu sürecin önemli adımlarını oluşturur.  

Bölgedeki inkâr, asimilasyon ve sindirme politikaları 1950’lere kadar devam etti. Bu sürecin en can yakıcı sonucu yüzyıllardır Türkler ve Kürtlerin bir arada yaşamasının ‘kardeşlik harcı’ olan İslami değerlerin ve bununla şekillenen yaşam tarzının ortadan kaldırılmaya çalışılmasıdır. Bu bir yandan yeni seküler bir ‘Kürt milliyetçiliğini’ beslerken diğer taraftan iki halk üzerinde, toplumsal hafızada derin travmalara yol açtı. Bu konuda tarihçi prof. Kemal Kirişçi ve Gareth M. Winrow, Altan Tan’ın aktarımıyla şu analizi yapar.

“ Bir zamanlar hemen hemen bütün Kürtler, kendilerini Osmanlı İmparatorluğunun Müslüman tebaasının bir parçası olarak görüyordu. Bu Kürtlerin büyük bir çoğunluğu ayrı bir ulusal kimlik bir yana, ayrı bir etnik kimliğin bile farkında değildi… Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyet’ine karşı ilk isyanlar, özünde büyük ölçüde aşiret kaynaklı ve bölgeseldi. (bu tanımlamaya ‘İslami tepkiyi’ eklemek gerekir) Türkiye Cumhuriyeti’nin egemen Türk etnik çekirdeğinin 1930’larda zoraki asimilasyon çabası, Kürtler arasında ayrı bir etnisite farklılığının artmasına yol açmıştır”

Bezer görüşleri Baskın Oran, Mustafa Akyol gibi birçok araştırmacı, tarihçi kendi yazı ve kitaplarında paylaşmaktadır.                    

1925 KÜRT HAREKETİ VE ŞEYH SAİD

Şeyh Said’in 1925 harekâtı sürecindeki tavırları, konuşmaları verdiği fetvalar ve yakalanma sonrası mahkeme süreçlerindeki ifadeleri üzerinde de önemli tahrifatlar yapılmış ve adeta gerçek tarih iğdiş edilmiştir. Harekâtın ‘dini’mi, ‘milliyetçi’ bir temelde geliştiği tartışmalarının yanında, ‘dış mihraklı’ İngiliz kışkırtması olduğu yönünde de özellikle resmi ideolojik tarihi söylemin vurguları vardır. Tabi bu yaklaşımlara en iyi açıklamaları öncellikle Şeyh Said’in kendi düşünce ve tavırlarına bakarak verebiliriz. Harekâtın ilk başladığı dönemde ‘Hadimul Mücahidin (Mücahitlerin Hizmetçisi) Muhammed Said Nakşibendî’ imzasıyla dağıttığı bildirilerde Şunları ifade etmektedir (Mustafa İslamoğlu aktarımıyla):

“ Halife sizi bekliyor. Halifesiz Müslümanlık olmaz. Hiçbir halife memleketinden çıkarılamaz. Şiarınız dindir, Şeriat isteyiniz! Şimdiki hükümet, mütemadiyen dinsizlik neşretmektedir. Kadınlar çıplaktır. Mekteplerde dinsizlik ilerliyor”

Bu bildiri ile ilgili olayları ve hükümetin yaptıklarını Şeyh Said, detaylı bir şekilde halka konuşuyor, anlatıyordu. Abdullah Cevdet’in Macaristan’dan damızlık erkek getirilmesini istemesinden,  peygamberlere dil uzatan yazılardan, medrese ve tekkelerin kapatılmasından, kız mekteplerinde ki uygulamalardan, şapkalı gezilmesinden, piyano çalınmasından, şerri hükümlerin uygulanmamasından bahsediyordu.

Yukarıdaki ifadeler ve benzeri başka konuşmalar açıkça gösteriyor ki Şeyh Said’i harekete geçiren en önemli etken halifeliğin kaldırılmasıyla iyice ortaya çıkan sistemin İslami değerlerin ilgasına dönük başlattığı yeni reformist politikaların yarattığı rahatsızlıklardır ki bu Türk, Kürt toplumun tüm kesimlerinde aynı tepkilere yol açmıştır.

Hareketin İngiliz kışkırtması ile gerçekleştiği iddiası ise tamamen bir saptırmadır. Resmi tarihin amacı 1925 Kürt harekâtını halkın nezdinde küçük düşürmek, harekâta katılanları İngiliz işbirlikçisi ve vatan haini ilan etmektir. Oysa başta Şeyh Said kendisi mahkemelerdeki ifadelerinde ‘ Ne içerde, ne dışarıdan kışkırtanlar yoktur. Dışarıdan kastım yabancılardır.’ Demektedir. Altan Tan’ın aktarımıyla konunun uzmanlarından akademisyen Mete Tuncay bunu açıkça mümkün görmemekte ve şöyle demektedir:

“ Hemen belirteyim ki resmi ideolojinin ileri sürdüğü ve sol çevrelerce de benimsenen, bu harekete İngiliz kışkırtmalarının yol açtığı tezine inanılması güç görünüyor”

Konuyla ilgili Mustafa İslamoğlu, ‘İngiliz desteği’ iddiasını destekleyen hiçbir belge bulunamamıştır tespitinde bulunur. Bizzat İsmet İnönü’nün kendi hatıralarında İngilizlerin ilişkisi hakkında hiç bir delilin bulunmadığını söyleyerek birinci ağızdan bu iddiaları yalanlanmaktadır.                  

Popüler, resmi sistem tarihçilerinden Murat Bardakçı, ‘Kürt açılımı ile ilgili sıcak gündeme binaen sürecin güya tehlikelerine dikkat çekmek için 16 Ağustos 2009 tarihli Haber Türk gazetesindeki sayfasında, ‘İşte, Kürtlerin 80 yıl önceki ilk talepleri’ başlığıyla dört maddelik bir bildiriden bahseder. Esas çarpıtmayı ise Şeyh Said ile ilgili yapar. Sözüm ona İttihat Terakkici Cemal Paşa’nın küçük oğlu Behçet Cemal’in kitabına atfen, hiçbir resmi belgeye dayanmadan, Şeyh Said’i büyük bir zillet ve pişmanlıklar içinde gösteren ifadelerini aynen yayınlamıştır. Tamamen manipulatif ve sistemin resmi tarih söylemine hizmet etmek için yazılmış kitaplardan birine dayanarak, zillet, ihanet ve nedamet içinde, bir Şeyh Said portresi çizilmesi en azından Murat Bardakçı’nın ne kadar bilimsel(!) ve objektif(!) tarihçilik yaptığını da ortaya koymuştur.

Sözüm ona Şeyh Said, 26 Mayıs 1925’te başlayan mahkemesinde ilk ifadesini verirken şunları söylemiş; “… Bu işlerde ne öndeyim, ne arkadayım. Belki ortada bulunmuştum. Bizzat kumanda etmedi. Harbi ne uzaktan, ne yakından görmedim. Aşiretler kendi akıllarıyla hareket ediyordu, kimse kimsenin sözüyle hareket etmiyordu.” Çizilen tabloya bak! Korkak, sözüm ona suçu başkalarına atmaya çalışan, işin içinden sıyrılmaya çalışan, kaypak bir kişilik.

Güya Şeyh Said hücresinden alınıp sehpaya götürülürken, idam kararını veren hâkimlerden Ali Saib Bey’e; “Hani doğru söylersem kurtaracaktın?” sorusuna hâkimin yanıtı;” Ne yapalım Said Efendi, seninle Hınıs’ta kuzu yiyemedik” olmuş. Sözüm ona Şeyh Said idama mahkûm olmasaymış, herkese kuzu ziyafeti sözü vermişmiş. Başka bir yerde merhamet dilenen(!) Şeyh Said; “… Ne olurdu Edirne’de yüz bir sene verseydiniz?” demiş ve sehpaya çıkınca da son sözü; “ Fena yaptık, bundan sonra iyi olur inşallah” olmuş. Bu kadar yalan ve dolan! Bu kadar tahrifat!

Oysa mahkeme sürecinin tüm kesitlerinde kendine yakışan onurlu tavrı hep korumuş olan Şeyh Said artık neredeyse tevatür düzeyinde kesinlik kazanmış tavır ve sözleri,  Altan Tan’ın kitabında alıntıladığı gibi şu şekilde olmuştur; “Şeyh Said gecenin karanlığında idam sehpasına yürürken, biraz ötesinde idamları seyre gelen (namı altın karşılığında kelle kurtarana çıkmış) İstiklal Mahkemesi’nin gizli reisi (ne yazık ki aslen Kerküklü bir Kürt olan) Ali Saib’i (Ursavaş) fark etti. Yavaşça başını çevirir ve dudaklarından dökülen şu sözler, gecenin yanağında bir tokat gibi şaklar: ‘Mahşer günü seninle hesaplaşacağız. Boynuzsuz keçinin ahını boynuzludan alırlar.’ Şeyhe idam gömleği giydirdiler. Dudakları belli belirsiz hareket ediyordu. Yaşından beklenmedik bir çeviklikle darağacına doğru yürüdü. Sehpaya geldiğinde Son Saat Gazetesi’nin özel muhabirinin, hatıra olsun diye uzattığı deftere, Mekke müşriklerince asılan ilk şehit Hubeyb’in ‘Eğer Allah ve din için kavga vermişsem, basit dallarda asılmaktan perva etmem.’ Anlamındaki Arapça beyti yazacak kadar serinkanlı ve mütevekkildi.”

Şeyh Said, inandığı değerler uğruna zilleti kabullenmeyerek, onurlu bir direnişi seçmiştir. Sonuçta inandığı değerler uğruna, davası için idam sehpasına yürüyerek Cahid Zarifoğlu’nun şiirinde dediği gibi;

“ ve..

     Bu söz üzere

        Boynumuzu ipe

           Sakalımızı yele     

               Başımızı göğe verdik”

Şehitlik bahçesindeki onurlu yerini alırken, Allah’a verdiği ahdine sadık kaldığını göstermiştir.

SONUÇ YERİNE..

Bir halk için beklide en büyük talihsizlik tarihlerinin başkaları tarafından yazılmasıdır. Kürt halkının son 150-200 yıllık tarihinin başkaları tarafından yazıldığı ve her yazanın bir parça yağmaladığı gerçeğinin, Kürtlerin bugünkü durumları göz önüne alındığında nasıl trajik sonuçlar doğurduğunu görmek gerekir.

Yakın tarih üzerinde resmi ideolojinin kurduğu kutsal tarih zindanlarından kurtulmak için, bu dönemde yaşanan olaylarla ilgili gerçeklerin ortaya çıkarılmasına var gücümüzle çalışmalıyız. Karartılmış, melankolik bir jakobenlikle örülmüş söylemleri terk ederek kendi geçmişimizle yüzleşmeliyiz. Bugün yaşanan önemli sorunların çözümünde geçmişte yapılanların önemli bir etkisi vardır. Yakın geçmiş bu bağlamda sağlıklı bir temelde kritiğe edilmeden bugün yaşanan ‘Kürt Sorunu’, ‘Demokratikleşme sorunu’ gibi sistemin ana kriz üreten düğümlerine sağlıklı çözümler üretemeyiz.

Yakın geçmişte yaşanan çok acı olayların bir daha yaşanmaması için, her on yılda bir darbelerin yapıldığı, ölçülemeyecek boyutlarda insani, maddi ve manevi bedellerin ödendiği, kayıpların oluştuğu bir geçmişi, daha güzel yarınlara dönüştürmek için, yaşananları birer ‘sosyolojik deneyime’ olarak görmeli değerlendirmeli ve bunlardan ders çıkarıp geleceğimize yön vermeye çalışmalıyız.

Şunun altını çizmek gerekir ki; yüzyıllarca İslami değerle yoğrulmuş bu topraklarda son 100-150 yıldır batı emperyalizminin azgın yayılmacılığının ve sömürgeciliğini kurbanı olarak yağmalanırken, ardında da İslam’ın kardeş kıldığı halklarının arasına siyasi ayrılıklar, problemler ve çatışma alanı üreten onlarca problemi de beraberinde bilinçli bir şekilde yaymaya çalışmıştır. İçinde yaşadığımız coğrafyada da yaşanan ‘Kürt sorunu’ vb. problemlerin çözümünde de İslam’ın en önemli ‘imkân’ olduğunun farkına varılması gerekir.

Son olarak şunu da vurgulayalım ki Türkiye’de yaşanan sorunlar temelde ‘sistem’ sorunudur. Artık ömrünü doldurmuş, resmi ideolojinin paradigmasına dönük değişimler yaşanmadan, bunun ürettiği, sebep olduğu diğer problemlerin çözülmesi de mümkün değildir.

        YARALANILAN ve TAVSİYE EDİLEN KAYNAKLAR                     

  1. “Modern Kürt Tarihi” David Mc DOWALL
  2. “ Osmanlıcılıktan Ayrılıkçılığa Şeyh Said Ayaklanması’nın Dinsel ve Etnik nedenleri” Martin Van BRUNİNESSEN
  3. “1925 Hareketi ve AZADİ Örgütü” Tahir SEVER,
  4. “Kürt Sorunu ve demokratik Çözüm” Mehmet BAYRAK
  5. “Kürt Sorunu Ya Tam Kardeşlik Ya Hep Birlikte Kölelik” Altan TAN
  6. “Ağa, Şeyh ve Devlet” Martin Van BRUNİNESSEN
  7. “Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Said İsyanı” Robert OLSON
  8. “Kürt Ulusal Hareketleri ve Kürt-Ermeni İlişkileri” Garo SASUNİ
  9. “Yakın Tarihimizde Anadolu Ayaklanmaları” Prof. Dr. Ergun AYBARS
  10. “Koçgiri Ulusal Kurtuluş Hareketi” Evin Çiçek
  11. “Azadi Örgütü ve Cibranlı Halit Bey” – Mehmet Emin SEVER

Kaynak: Farklı Bakış


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —