Katar’ın başkenti Doha, geçtiğimiz cumartesi günü (29 Şubat), son dönemin en önemli gelişmelerinden birine sahne oldu. Katar yönetiminin arabuluculuğunda masaya oturan ABD ve Taliban, Afganistan’da kalıcı barışın tesis edilmesi için anlaşma imzaladı. Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun temsil ettiği imza törenine Pakistan, Hindistan, Endonezya, Özbekistan ve Tacikistan’dan da üst düzey yetkililer katıldı. Taliban heyetinin yerel kıyafetlerle, ellerinde bayraklarla ve cemaatle namaz sırasında çekilmiş görüntüleri, anlaşmanın magazin tarafını oluşturdu.
Doha’da aylardır devam eden kıran kırana pazarlıkların sonunda varılan mutabakat, dört ana noktayı ihtiva ediyor: 1) Taliban’ın, Afganistan topraklarını ABD hedeflerine saldırı için kullanmayacağını garanti etmesi, 2) Toplam sayıları 30 bini aşan ABD ve NATO kuvvetlerinin, Taliban sözünü tuttuğu takdirde, 14 ay içinde Afganistan’dan çekilmesi, 3) Afganistan içindeki rakip gruplar arasında diyalog ve müzakerelerin başlatılması, 4) Tüm bunların sonucunda kalıcı ve kapsamlı bir barış anlaşmasının yürürlüğe girmesi.
ABD’nin şimdiye kadarki “çekilme” sözlerini tam anlamıyla tutmadığı, Taliban’ın da “saldırmazlık” yönündeki taahhütlerini çeşitli bahanelerle tavsattığı hatırlandığında, anlaşmanın kâğıt üzerinde yazıldığı şekliyle uygulanamayacağına dair ciddi şüpheler mevcut. Yine de, taraflar, Doha Mutabakatı’nı olumlu bir havada karşıladı. ABD Başkanı Donald Trump da, kendi adına Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’yu gönderdiği tören hakkında konuşurken, Taliban’a övgüler yağdırdı: “Onlar muhteşem savaşçılar. Hepiniz, bunu gayet iyi biliyorsunuz. Gerçekten de muhteşem savaşçılar. (İnanmayan) bunu Sovyetler Birliği’ne sorsun. Hepsi de muhteşem savaşçılar değil mi? Evet, kesinlikle öyleler. Bir de, yoruldular. 19 yıldan söz ediyorum, 19 yıl!” Trump ayrıca, “çok uzak olmayan bir gelecekte” Taliban liderleriyle şahsen görüşeceğini vurgulayarak, örgütün de barış istediğini kaydetti. Trump, “Kötü şeyler olursa, o zaman (Afganistan’a) geri döneriz. Herkesin şunu bilmesini isterim ki: Geri döneriz, çok da hızlı ve kimsenin şimdiye kadar görmediği bir güçle geri döneriz!” dedi.
ABD’nin Taliban’la imzaladığı barış anlaşmasında, Trump’ın vurguladığı “yorgunluk” unsuru, daha çok Amerikan tarafı için geçerli aslında. Her şeye rağmen halk desteğine sahip, bölgenin gerçeklerine hakim ve gerilla usulü savaş tecrübesi bulunan bir örgüt için, yorulmaktan söz etmek realiteye pek uygun görünmüyor. Dolayısıyla Trump, Amerikan ordusu için bir tür bataklığa dönüşen Afganistan’dan geri çekilmeyi garanti etmeye çabalarken, Taliban üzerinden kuyruğu dik tutmaya çalışıyor. Sözlerinin en kestirme açıklaması bu.
İşin Afganistan halkı tarafına bakan yüzünde, yaşanan manzarayı özetleyebilecek tek kelime: Belirsizlik. Geçtiğimiz yüzyılın tamamını siyasî istikrarsızlık, iç savaş, yabancı işgali ve yolsuz siyasetçilerle geçiren Afganlar, henüz ufukta bir umut ışığı görebilmiş değil. Etnik köken temelli ayrışmalarla yaralanmış Afgan toplumu için, Taliban da tek başına bir “kurtuluş programı” vaat etmiyor. “İktidara geldiğiniz takdirde, nasıl bir yönetim modeli uygulayacaksınız?” sorusuna “İslâm ne diyorsa onu yapacağız” diyen Taliban sözcüsünün cevabı, kitleler açısından yeterince açık değil. Zira, “İslâm’ın dediği” ifadesi, halkın önemli bir kesiminin zihninde “Taliban’ın İslâm’dan anladığı” şeklinde karşılık buluyor. Tatbikata sıra geldiğinde, “İslâm’ın kendisinin” değil de “Taliban’ın İslâm yorumunun” hayata geçirileceği, “Şeriat” olarak kitleye dayatılanların da aslında Taliban ideologlarının kendi siyaset anlayışlarından ibaret olacağı… Genel korku bu yönde.
Yalnızca Taliban bağlamında değil, dünyadaki çok çeşitli örnekleriyle, “İslâmî yönetim” vurgusu yapıldığında akla gelen pratiklerin tamamı, Müslüman gruplardan birinin kendi fıkhını, yorumunu ve dünya görüşünü yansıtıyor. “Şeriat devleti” olarak sahneye sürülen birçok uygulamanın birbirinden keskin farklarla ayrılmasının ve son tahlilde kitlelerin İslâm’dan fevc fevc kopuşuna yol açmasının en büyük nedeni de bu. Müslüman dünyanın ilim adamları, düşünürleri ve siyasetçileri açısından, “Şeriat nedir?” sorusunun cevabı üzerinde daha derin ve çok boyutlu düşünme yükümlülüğü var. Ve buradan hareketle, “İnsanların Şeriat’tan anladığı” ile “Şeriat’ın kendisi” arasında kesin bir ayrım yapma mecburiyeti...
ABD ile Taliban arasında imzalanan “zor barış”, işin bu yönünün de tekrar tartışılmasını zorunlu hale getirecek gibi görünüyor.