Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan´ın çağrısıyla İstanbul´da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı Olağanüstü Zirvesi üye ülkelerden kimin Kudüs´e ne kadar değer verdiğini gösterdi.
Kudüs ve Mescid-i Aksa´yı savunmak için yol haritası belirlenirken zirvenin ortaya koyduğu tablo elbette göz önüne alınacaktır.
Erdoğan olağanüstü zirve çağrısını "İİT Dönem Başkanı" sıfatıyla yapmıştı.
O sıfata şu an bir başkası, örneğin Suudi Arabistan Kralı Selman Bin Abdülaziz sahip olsaydı ve Kudüs için İİT üyesi ülkelerin liderlerini Suudi Arabistan´ın herhangi bir kentinde olağanüstü toplantıya çağırsaydı Cumhurbaşkanı Erdoğan o toplantıya mutlaka giderdi.
Çünkü başta Washington ve Tel Aviv olmak üzere tüm başkentlerin gözünün ve kulağının Trump´ın Kudüs´ü İsrail´in başkenti ilan etmesinin hemen ardından düzenlenen zirvede olacağını bilir ve Müslüman bir lider olarak söz konusu zirveye katılıp güçlü bir mesaj çıkmasına katkıda bulunması gerektiğinin bilincindedir.
Birçok liderin zirveye katılmadığını gören Netanyahu ve Trump belki de "Endişeye mahal yok, yalnız değiliz" demişlerdir.
Öte yandan, kim ne derse desin ve sırf Erdoğan´ın başarı hanesine yazılır korkusuyla katılmazsa katılmasın, İstanbul´un ev sahipliği yaptığı zirve kendi çerçevesinde amacına ulaşmıştır.
En azından, İslam dünyasının Trump´ın kararına yeşil ışık yakan ülkelerden ibaret olmadığı açıkça gösterilmiştir.
Kararın açıklanmasının ardından kısa sürede böyle bir zirvenin toplanabilmesi diplomatik bir başarıdır.
Doğu Kudüs´ün Filistin devletinin işgal altındaki başkenti ilan edilmesi de önemlidir.
"Batı Kudüs İsrail´e terk edildi" eleştirisinde bulunanların gözden kaçırdıkları bir nokta var.
İstanbul zirvesinde alınan karar öncelikle Amerika´nın ve İsrail´in Kudüs´ü tamamen Yahudileştirme planını bozmayı, bunun için de BM kararlarından ve uluslararası toplumun soruna yaklaşımından yararlanmayı hedefliyor.
Zirvede yapılan konuşmalarda verilen "Kudüs Müslümanların kırmızı çizgisidir" mesajı gayet netti.
Fakat bu mesajın içinin doldurulması ve pratik adımlarla desteklenmesi gerekiyor.
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas da oldukça yüksek perdeden konuştu ve misillemede bulunmaktan bahsetti.
Önemli olan, Abbas´ın tehditlerinin en azından bir kısmını hayata geçirmesi.
Fakat geçmiş deneyimler Filistin Devlet Başkanı´na bu konuda güvenemeyeceğimizi söylüyor.
Abbas şayet Trump´ın kararına misillemede bulunma tehdidinde samimiyse atabileceği somut adımlar var.
Filistin Kurtuluş Örgütü´nün İsrail´i tanıma kararını geri çekmesi ve Filistin güvenlik güçlerinin işgal güçleriyle yürüttüğü güvenlik koordinasyonuna son vermesi gibi.
Filistin halkının kahir ekseriyetinin talebi de bu yönde.
Bu tür somut adımların dışındaki tehditler Nasrettin Hoca´nın köylülere ?Ya heybemi bulun ya da ben ne yapacağımı bilirim? demesine benzer.
Trump´ın Kudüs kararı ?Yüzyılın Anlaşması? adı verilen ve Filistin davasını tasfiye etmeyi amaçlayan kapsamlı planın bir parçası.
Filistinliler de bunun farkında.
Perşembe günü Gazze´nin El-Ketibe Meydanı´nda görkemli bir mitingle 30´uncu kuruluş yıldönümünü kutlayan Hamas´ın lideri İsmail Heniyye, öncelikli hedeflerini ?Yüzyılın Anlaşması adı verilen komploya engel olmak? şeklinde açıkladı.
Bunun için uzun soluklu ve yoğun bir mücadele gerekiyor.
Doğu Kudüs´ün İstanbul´daki zirvede Filistin´in başkenti ilan edilmesiyle yetinmek büyük hata olur.
Netanyahu´nun kâğıt üzerinde kalacak devlet ilanına itiraz etmediği ve ?Bizim şartlarımıza uygun olduktan sonra isterlerse adına imparatorluk desinler, önemli değil? düşüncesinde olduğu unutulmamalı.