ZİHİNSEL DARALMA

Hangi toplumda olursa olsun, sıradanlaşmanın yoğunlaşması/ toplumsallaşması, herkes gibi görmeye, herkes gibi algılamaya, herkes gibi yorumlamaya başlamakla ilgilidir.

ZİHİNSEL DARALMA

 Hangi toplumda olursa olsun, sıradanlaşmanın yoğunlaşması/ toplumsallaşması, herkes gibi görmeye, herkes gibi algılamaya, herkes gibi yorumlamaya başlamakla ilgilidir. Herkes gibi görmek, herkes gibi algılamak, günümüzde büyük ölçüde, resmi doğruları tahkim etmek üzere, resmi dil/ bilgi ve yorum temelinde şekillendiriliyor. Sıradanlaşan bir toplumsal bünye, farklı’ ya ait hassasiyetleri ve yüzeylerin dışında kalanı göremiyor, kayıtsızlığı ve sorumsuzluğu normalleştiriyor. Bu tür bir normalleşmenin anormalliğini bağımsız aydınlar, düşünürler, bilginler ve bilgeler farkedebiliyor. Bağımsız aydınların , bilginlerin, düşünürlerin, bilgelerin hakikate ve tarihe tanıklıklarıyla, ahlaki bağımsızlıklarıyla  nitelikli bir toplum ortaya çıkar. Nitelikli bir toplum’ da, muhalif ve eleştirel olmak, düşünsel/ kültürel/ entelektüel/ alanların ve başarıların genişletilmesine katkıda bulunmak anlamı taşır.

     Diğergamlığa hayat hakkı tanımayan bir zihniyetle nitelikli bir toplum ve kültür oluşturulamaz. Sıradanlıklarla, koşullarla bütünleşmek, risk almaktan korkmakla ilgilidir. Umut, cesaretle başlar. Bireylerin, zihinlerinin ve ruhlarının koşullar tarafından işgal edilebildiği toplumlarda ve kültürlerde, hem zihinler hem de ruhlar büyük ölçüde istikrarsızlaştırılır. İstikrarsız zihinlerle, istikrarsız ruhlarla, kişilik ve karakterlerle  İslami bir mücadele verilemez. Her hangi bir alanda, mücadele ederek yenilmekle, mücadele etmeden sorumluluk alanlarını terk etmek birbirinden çok farklı şeylerdir. Özellikle Müslümanların, nihai anlamda nihai tercihler yapabilmeleri, her tür vesayeti reddedebilecek bir bilinç ve iradeyi somutlaştırmayla mümkün olabilir.

     Evrensel İslami ufku, düşünceyi, tasavvuru, temsil sorumluluğunu üstlenebilmek için yerleşik kategorilerin sınırlarının aşılabilmesi gerekir. Bu sınırları aşma liyakatine sahip olmayanlar, içerisinde bulunduğumuz dönemde takip edilebileceği üzere, milliyetçi- mezhepçi – devletçi muhafazakar demokrasilerin zihin/ ruh dünyalarına kolaylıkla dahil edilebiliyor. İnsanlığın dünyasına hiçbir şekilde, hiçbir iyilik vadetmeyen emperyalist güçlerin  küstahlığına, barbarlığına, vahşetine, megalomanisine, bu gücün jeopolitik maceralarına maruz kalan İslam  toplumlarında, düşünce ve kültür hayatının, düşünce ve kültür adamlarının, kendi zamanımızın tarihine nüfuz ederek, bu tarihi çözümleyerek, tarihsel sorumluluklar üretmeleri gerekirken, İslami bünye içerisinde yaşanan parçalanmaları ve çürümeyi derinleştiren mezhepçi- hizipçi davranışları çoğaltmaları, her zaman olduğu gibi, bugünde emperyalistlere büyük cesaret veriyor.  Emperyalistler, barbarlığı esas aldıkları için, kendi ürettikleri değerleri, kendi yaptıkları yasaları bile tanımıyor. Kendi aralarında ittifak yapmaları gereken İslam dünyası ülkeleri, emperyalist güçlerle ittifaklar kurarak, emperyalizmlerin paryası ve parçası haline gelebiliyor.

     Büyük fikirlere sahip olmayan, büyük kalabalıklar çok büyük savrulmalar yaşıyor.

     Filistin’ de, 1917 den 1948 e kadar İngiliz emperyalizminin, 1948 den bu yana Amerikan emperyalizminin himayesi ve katkılarıyla sürdürülen ve halen, her geçen gün şiddetini arttıran Siyonist  sömürgecilikle, etnik temizlik ve soykırımla ilgili olarak, İslam dünyası, siyasal etkisizliği sebebiyle ahlaki/ duygusal kınama ve tepkiler dışında hiçbir şey yapabilmiş değil. Yüz yıldan bu yana hiç ara vermeden sürdürülegelen Siyonist sömürgecilik karşısında, travmatik yenilgiler biriktiriyor olmamıza rağmen, bu yenilgilerin yapısal nedenlerini hiç konuşmuyor, bunlarla kapsamlı ve derinlikli bir şekilde asla yüzleşmiyor, bu tür yenilgileri hiç yaşamamış gibi, yaşamıyormuş gibi ütopik/ romantik/ fetihçi bir dış politika yaklaşımını sürdürüyor, İslamın evrensel imkanlarını harekete geçiremiyor, geleneksel- nostaljik- muhafazakar ufku değiştirmeyi düşünmüyoruz. Günümüzde, güç kullanma tercihlerinin büyük ölçüde ırkçı ve ideolojik tahakküm ihtiraslarıyla ilgili olduğunu görerek, tahakkümü mümkün kılan gerçeklikleri değiştirmek – engellemek ve aşmak üzere çok yoğun çözümlemeler yapmak gerekiyor.

     Nerede, hangi toplum ve kültürlerde olursa olsun, bütün kayıplar onur ve bilinç kayıplarıyla başlar.

     İslami umut’ lardan söz edebilmek için, İslami onur ve bilinç adına bir mücadelenin sürdürülüyor olması gerekir. İnançlar, fikirler, idealler adına var olmak birbirinden çok farklı şeylerdir. Fikirlerin ve ilkelerin gücü, koşulların ve çıkarların gücüne boyun eğmemelidir. ,

     Hayatlarımızı sahip olduğumuz niceliklerle, sayılarla değil sahip olduğumuz değerlerle, ürettiğimiz düşünsel içerikle, mücadele sorumluluklarıyla anlamlı kılabiliriz. Ahlak duruş, ahlaki cesaret, ahlaki özgürlük, tanıklık ve sorumluluk sıradan varoluşarı, sıradışı varoluşlara dönüştürür. Ahlaki duruş, bağımsızlık ve tanıklığı üstlenen bilinçli varoluşlar, bedelini ödemek ve risk almak suretiyle, her tür konforizmin ve yerleşik kalıpların sınırlarını aşabilirler.

     Günümüzde, toplumlarımızda mezhepçi karşıtlıklar ve nefret, zincirlerinden boşanmış bir şekilde yükselirken, İslami sorumluluklarımızı, yükümlülüklerimizi  sürekli olarak hep erteleyebiliyoruz. Sorumluluk almaktan korktuğumuz için, hep başkalarını suçlama yolunu seçiyoruz. Daha yoğun bir entelektüel birikime/bilgeliğe sahip olmak üzere, bilincimizi yüksek niteliklerle tahkim etmemiz gerekirken, bu konuda hiçbir şey yapmıyor, etnik – mezhepçi önyargıları kışkırtan propaganda dilini kullanmaya devam ediyoruz.

     Edilgin/ pasif varoluşların oluşturduğu üretken olmayan, üretkenliği büyük bir sorun olarak gören, katı gelenekçilik, zihinsel hayatı dondurduğu için, düşünsel/ kültürel hayatımız hamasi sloganlar- klişeler dışında büyük duyarlıklar üretemiyor. Bu gelenekle, ancak maço bir toplum, maço bir kültürle değerler, maço değerleri üstün değerler olarak gören bir zihniyetle, yozlaşmış ve bayağılaşmış bir cinsiyetçilik üretebiliyor. Maço kültür, kamusal inceliklere/ estetiğe ve ahlaki otoriteye yabancı olduğu için, bu tür bir kültür, insani hasletlerin, hassasiyetlerin, sorumlulukların gelişmesine fırsat vermiyor. Evrensel zihinler yetiştiremeyen bir toplum ve kültür, maruz kaldığı zihinsel darlık/ bağnazlık/ ufuksuzluk sebebiyle, dünya olaylarını bütün boyutlarıyla takip edemez, sağlıklı ve adil çözümlemeler yapamaz, bu nedenle de, çoğu kez tek akla, tek- resmi yoruma mâhkum olur. Evrensel zihinler yetiştiremeyen İslam dünyası toplumları/ kültürleri, içerisinde yaşadıkları zihinsel daralma ve bu daralmanın neden olduğu anlayışsızlık/ kavrayışsızlık nedeniyle, karşı karşıya bulundukları ideolojik terörizm ve kötülüklerle ilgili olarak insanlık vicdanını harekete geçirmeyi başaramıyor.

HerTarafHaberSitesi