Türkiye iki hafta önce, PKK´nın Suriye uzantısı YPG´ye karşı, ismini Zeytin Dalı Operasyonu olarak açıkladığı Afrin operasyonuna, önce top atışları ve hava saldırılarıyla, daha sonra ise kara birlikleriyle başladı.
Türkiye´nin bu çıkışı her ne kadar Washington´u rahatsız etse de hazırlıksız bir şekilde yakalamadı. ABD Savunma Bakanı Jim Mattis, Türkiye´nin ?açık bir şekilde? kendilerini uyardığını ve operasyona başladığını itiraf etti. Bu da çok net bir şekilde gösteriyor ki, Türkiye kendi kaygılarını göz ardı eden ve yeterli ciddiyeti göstermeyen Trump yönetimine rağmen bu adımı atmıştır. Türkiye´yi bu sürece hangi şartların getirdiğini Washington´un anlaması gerekiyor. Her ne kadar Washington´dan gelen açıklamalar ?Türkiye´nin meşru kaygılarını anlıyoruz? sözünü içinde barındırsa da ortada çok net bir durum var: Washington-Ankara arasında ciddi bir iletişim sorunu yaşandı. Ya da Washington Suriye´de sadece atmak istediği adımları attı ve Türkiye´nin bu adımları kabullenmesini bekledi.
Türkiye´nin Suriye sınırlarında YPG varlığına dair kaygıları ve bu örgütün Türkiye ulusal güvenliği için sorunları zaten yıllardır tartışılmakta. Türkiye defaatle ABD´nin YPG yani PKK´yla ilişkisinden duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD´nin Türkiye ve YPG arasında bir seçim yapması gerektiğini söylemiş ve bu konudaki ciddiyetini de göstermiştir. Ama görülen o ki, Washington bu ciddiyeti göremedi. YPG ise kendisine ABD´nin ve Rusya´nın ihanet ettiğini düşünüyor. Bu ise ayrı bir trajedidir. Türkiye gibi bir ülkeyle kendilerini eş değer görmek ve destekleneceklerini düşünmek şüphesiz ki Washington´un bu güne kadar YPG´ye içirdiği cesaret hapının sonucudur.
Soruna Washington tarafından değil de, Washington´a doğru baktığımızda karşımıza daha karışık bir fotoğraf çıkıyor. 2012 yılında başlayan Su-riye iç krizine dair Washington´ın hala net bir politikası yok. Bu muhtemeldir ki çok klişe bir söylem haline geldi fakat bu söylem hala ne yazık ki Washıng´nin Suriye politikasını açıklamak için yerinde bir tanımlamadır. Türkiye, Washington´daki iktidar değişikliği sonrasında Trump´ın bölgedeki geleneksel müttefikleriyle çalışmaya devam edeceği yönündeki sinyallerinden YPG´nin Obama dönemindeki gibi Washington´dan destek alamayacağını düşündü. Fakat Trump´ın dış politika gündeminde fazla yer almayan Suriye konusunda yaptığı açıklamalarda YPG´nin DEAŞ´a karşı kullanıla-cağına devam edeceğini açıklamasının ardından, Trump´ın kaygılarına bir çare sunamayacağını gördü.
Strateji değişmedi
Barack Obama döneminde başlayan Washington´un YPG sevdası Trump yönetimiyle devam etti. Gözden kaçırılmaması gereken nokta ise her ne kadar yönetim değişmiş olsa da Beyaz Saray´ın DEAŞ´tan sorumlu özel danışmanı Brett McGurk´un görevinde olması ve herhangi bir strateji değişimine gidilmemesidir. ABD-YPG ilişkisine dair Türkiye´nin İsrail ile yaşadığı krizlerin etkisinin, hala Kongre´de oldukça etkili olan İsrail yanlısı politikacılarda güçlü bir iz olarak durduğunu görebiliyorum. Bu Türkiye bağlamında uygulanacak politikalara ciddi biçimde yansıyor.
FETÖ üzerinden Kongre´de çok sayıda ismin Türkiye´yi eleştirmesini de bu bağlamda okumak gerekiyor. Türkiye ve İsrail ilişkilerinin etkilendiği bir ortamda her ne kadar FETÖ gibi çıkar endeksli örgütler bu boşluklardan kendilerine manevra kabiliyeti bulabiliyor olsa da aslında FETÖ daha ziyade Türkiye´ye yüklenmek için mazeret olarak kullanılıyor. Toplam 100 senatörden 74´ünün imzaladığı, özünde Türkiye´deki FETÖ gazetecileri-nin durumuyla ilgili mektubu başka türlü izah mümkün değil. Herkes FETÖ´nün belli gücünün olduğunu biliyor ama o güç bu kadar değil. Suriye´de de YPG gibi bir piyonu tercih etmesini benzer şekilde okuyabiliriz. Türkiye´nin kendi halkının ve coğrafyasının hassasiyetlerini ön plana alarak kendi stratejisini çizmeye çalışması Washington için Türkiye´yi kullanışlı bir piyon olmaktan çıkarıp bir aktöre çeviriyor.
Türkiye´nin derdini, görüşünü anlatacak düşünce kuruluşlarının çok sınırlı olması ve özellikle lobi anlamında yetersiz kalması, Washington´ı etkilemesinde oldukça yetersiz kalmasına sebep oluyor. Dahası Trump yaşadığı sıkıntılardan dolayı dağınık olmasından ve dış politikada tecrübesizliğinden, Beyaz Saray´nın Amerika´nın dış politikasında etkisiz kalması sorunu daha da artırıyor.
Seküler tercih
Trump, göreve geldiğinde ABD´nin artık eskisi gibi diğer ülkelere demokrasi pazarlamacılığı yapmayacağını ve ülkelerin idare ve sosyal yapı-lanmalarına karışmayacağını ileri sürmüştü. Fakat görüşen o ki, bu Suriye için geçerli değil. ABD yönetimi defalarca Suriye´de seküler bir yönetimin olması gerektiğini kaydetti. Her ne kadar köken olarak sosyalist, Marxist bir ideolojisi olsa dahi neoliberal bir söylemi olan YPG, Batı dünyasına daha cazip bir grup olarak görünüyor. Özellikle Batı medyasında ön saflarda kadınlara yer verdiklerine dair çıkan haberler Batı´nın ?kadın savaşçılar? fantezisine gayet uyuyor.
Ilımlı ve radikal gruplar arasındaki uçurumu görmeyecek kadar İslam dünyasına kör olan Batı´nın, Suriye´ye YPG ideolojisinde bir grubu münasip görmesi Türkiye ve ABD arasındaki sorunların önemli bir parçası. ABD sosyal dinamiklerini okuyamadığı Suriye´nin başında ne kadar bekleyerek YPG gibi örgütler üzerinden kurmayı hedeflediği Suriye ideolojisini koruyabilecektir? Üstelik, ABD´nin sosyal olarak YPG ideolojisini bölgeye reva görmeye kalması bir tarafa, YPG Kürt toplumu tarafından dahi tamamen kabul edilmemiştir.
Türkiye, bölgede sosyal ve politik değişikliklerden doğrudan etkilenen bir ülke olarak, NATO müttefiki ABD´nin kendi çıkarlarını öncelemesini istiyor. Türkiye-Amerika ilişkileri bölge barışı için çok önemli ve hassas dengeler üzerinde duruyor. Suriye´deki istikrarsızlığın 10 bin kilometre uzakta-ki Washington´un güvenliğini tehlikeye attığını savunan Trump yönetimi, umarız ki, PKK terörüne 40 bin üzerinde şehit veren Türk halkının Afrin konusunda hükûmetin arkasında olduğunu görüp Suriye´nin kapı komşusu Türkiye´nin de güvenlik kaygılarını ciddiye alacaktır.
@MuratGuzel_Usa