Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Zero Day ve Yeni Amerika

M. Mücahit Sağman, Başrollerini Robert De Niro, Jesse Plemons gibi tanınmış oyuncuların paylaştığı ve bir Netflix yapımı olan Zero Day filmi üzerinden, Trump’ın başında bulunduğu ‘Yeni Amerika’ya dair bir değerlendirmede bulunuyor

Zero Day ve Yeni Amerika

Netflix 20 Şubat 2025 tarihinde Zero Day isminde altı bölümlük bir dizi yayınladı. Başrollerini Robert De Niro, Jesse Plemons gibi tanınmış oyuncuların paylaştığı dizinin Trump’ın yeniden başkan seçilmesinden kısa süre sonra yayınlanması oldukça ilginç. Çünkü hem kurgu hem de işleniş biçimi olarak yeni Amerika olarak adlandırılabilecek sürecin nasıl tehlikeler barındırabileceğini oldukça etkili şekilde ortaya koyan bir dizi olmuş.

 

R. De Niro, dizide G.Mullen'ı oynayan aktör

 

Dizide G. Mullen’a (R. De Niro) eski bir ABD başkanı olarak tüm ülkeyi etkileyen 1 dakikalık bir siber saldırı sonrası kurulan araştırma komisyonunun başına geçmesi teklif edilir. Mullen karakteri vatansever, güçlü ve zeki bir ABD vatandaşı olarak dizayn edilmiş. Siber saldırı sonrası açığa çıkan felaketin yarattığı kaosa karşı etkili bir motivasyon konuşması yapar ve bunun medyaya düşmesiyle bir anda yeniden ilgi odağı olur. Geniş yetkiler verilen Mullen başkanlığındaki komisyon, aldığı çoğu kararda özel hukuk vurgusu yapar. Bu hukuk kriz zamanlarında daha fazla vatandaşın ve onları inşa eden “Amerikan rüyası”nın ayakta kalması için birtakım tartışmalı kararları meşru zemine çekme potansiyeline sahiptir. 17 yaşında bir çocuğun evine baskın yapılarak yaka paça göz altına alınmasını eleştiren sosyal medya yayınları yapan bir fenomen tutuklanır ve işkence altında sorgulanır. Mullen sık sık yüz ifadesi ile bundan hoşnut olmadığını izleyiciye hissettirir, fakat devleti kurtarmanın büyüklüğü karşısında küçük erdem yitimleri önemsiz görülür. Mullen’ın yanındaki federal ajan çoğu kararda izin almanın gereksizliğini dile getirir. Bu durum bazen Mullen için de ikna edicidir. Çünkü sistem içi yollar tıkandığında kontrolü yeniden ele almak için kriz hukuku kendini inşa etmeli ve sürecin belirleyicisi haline gelmelidir.

80 yaşını devirmiş bu eski başkanın zaman zaman zihin problemleri yaşadığını görürüz. Aslında Biden’ı oldukça somut bir şekilde resmeden bu karakter iyi niyetinden şüphe duyulmaz bir masumiyeti ve vatanseverliği temsil eder. Dizi, Mullen döneminde hukuki ve insani açıdan kontrol edilmez olduğu için yasaklanan, istihbaratın kontrolünde geliştirilen Proteus isimli nörolojik bir silah geliştirme programını bu zihinsel problemin sebebi olarak göstererek bir şüphe gerekçesi sunar. Böylece gerçekte seçimleri bir anlamda Trump’ın kazanmasına neden olan Biden’ın sağlık durumu ile alakalı komplo ihtimaline güç verir. Proteus, dizide, “uzak mesafeden cerrahi hassasiyetle travmatik beyin hasarı verebilen” gelişmiş bir nörolojik silah olarak tanımlanır. Mullen’ın bazı anlamsız davranışları, halüsinasyonları vs. buraya bağlanır. Proteus, Yunan mitolojisinde yaşlı ve denizin en derinliklerini bilen, kehanet dolu bir deniz tanrısı olarak geçer. Senarist bu isimle tam olarak hangi sembolü cisimleştirdi bilinmez; lakin Amerikan rüyasını felakete götüren bir kehanetin izlerini “yeni Amerika”da yaratan bir kurgu diziye oldukça hâkim diyebiliriz.

 

Sermaye-Medya-Siyaset

Öte yandan dizide hâlihazırdaki Başkan Mitchell de tıpkı Mullen gibi ABD için samimi endişelere sahip siyahi bir kadındır. Obama ve Harris karışımı bir profil izlenimi veren Mitchell karakteri, Kongre’nin istekleri karşısında risk alarak “hakikat”in yanında yer alma iradesi gösterir. Kongre sözcüsü Dreyer, Mullen’ın kızı dahil her iki taraftan (Cumhuriyetçiler ve Demokratlar) Kongre üyeleri ile birlikte bu büyük saldırının arkasında belirirler. Fakat onları, asla yakalanmayacak olan bir iş adamı ve sonunda intihar eden bir yatırımcı ve sosyal medya fenomeni desteklemektedir. Sermaye-medya-siyaset üçlüsü arasında eskiden de olan ama son yıllarda daha da gelişen ilişki biçimi bizim de yabancı olmadığımız bir gerçeklik. Türkiye’de ve dünyada her iktidar kendi sermaye sınıfını ve medya grubunu finanse ederek toplumsal tabanı belirli bir çerçevenin içinde tutmak ister. Fakat buradaki ince çizgi bu üçlünün hukukun çerçevesi içinde kalıp kalmayacağı veya eylemlerini hukuku eğip bükerek meşrulaştırma çabasına girip girmeyeceği gerçeğidir. Kongre sözcüsü Dreyer siber saldırı ve sonuçlarına karşı Mullen’la tartışmasında, “Kemoterapi iyileştirdiği kadar zarar da verir!” tezi ile kendini savunur ve sistemi çürüten söylemleri, grupları sıralar: “Etnik bozulmadan dem vuran beyaz milliyetçiler, polisi lağvet diye bağıran anarşistler, seçimlerin yoruma açık olduğunu sanan kuruntulu insanlar!” Mullen’ın cevabı ise oldukça dramatik ve etkilidir: “İktidara gelen her diktatör hep geçici olduğunu söyler.”

Aslında her ikisinin de mutabık olduğu konu, Amerika’nın güçlü ve merkezi bir devlet olarak varlığını sürdürmesidir. Fakat ayrışma, bunun hukuka ve halka rağmen mi, onlarla beraber mi olacağıdır. Nihayetinde büyük Amerikan rüyası galip gelir ve oyunu bozar. Bu nihai sona neredeyse her Hollywood kurgusunda rastlarız. Azınlık bir kötülüğü ve büyük iyiliğin kaynağı olarak bu ülke kurtuluşu yine kendinde inşa eder. Oradaki her kriz tüm dünyayı etkilese de kurtuluşu getirecek olan kahramanın yabancı olma ihtimali yoktur. Kötülüğü inşa edenler dahi saf kötü değil, kötü eylemlerin sorumluluğunu üstlenebilecek “erdemli” bireylerdir. Oysa kötülüğün kaynağı olarak “Doğu”lu inşa edildiğinde, kötülük bir kişinin değil grubun/örgütün işidir ve saf kötülük kaygısı ile yapılır.

Amerikan sinemasının bu ikiyüzlü tavrı, reel hayatta R. De Niro gibi oyuncuların her fırsatta eleştirdikleri Trump’ı sembolize eden (Kongre üyesi Dreyer) bir karaktere dahi kişisel hırslarının değil ABD halkının ve devletinin geleceğini kurtarma adına ‘meşru’ kötülük yapma fırsatı tanımasını sağlıyor. Gazze’deki büyük soykırım meselesi başta olmak üzere kendi etnik ya da dünyayı dizayn etme iddiasındaki ‘dinî’ düşüncelerinin nasıl saf kötülük üretecek potansiyelde olduğu oldukça net görüldü. Üstelik bu eylemleri meşrulaştıracak hukuki zemini tüm vicdanlı insanları susturma gayretine girerek yaratmaya çalışmaları, gerçeklik karşısında kurgunun nasıl hakikatten yoksun olduğunu görmemize imkân tanıdı. Hakikati kendi kurgusu içinde sığdırmaya çalışıp tarihi kendisiyle başlatıp kendisiyle bitiren bir siyasal paradigma uzun yıllar “Amerikan rüyası” olarak dünyaya pazarlandı.

2016 yılında Türkçeye kazandırılan W. Ball’un dört ciltlik Avrupa’daki Asya ve Batı’nın Şekillenişi kitabı, tarihe atfedilen bu merkezilik vurgusunu önemli delillerle ifşa eden oldukça önemli bir eser. Üçüncü cildin girişinde vurguladığı gibi her kültür, tarihi kendisiyle ilişki çerçevesinde ele alır ve dolayısıyla 19’uncu yüzyıldan bu yana dünya tarihine yaklaşımın Avrupa merkezli olması şaşırtıcı değildir der ve ekler: “Belki de bu tarafgirlik dünyanın en güçlü ülkelerinin pek çoğunun Avrupa kültüründe kök salması yüzünden abartılmış ve hem ‘Batı’ hem de ‘Batılılık’ neredeyse karmaşık bir kültürler kümesinin basmakalıp ve kaba bir ambalajı haline gelmiştir.”¹

Dizi, siber saldırıyı topluma karşı işlenmiş bir suç olarak görse de daha önemli bir sorun olarak geleceği dizayn etmesi olası faşizme yönelir. Mullen’ın başında olduğu komisyonun yetkileri Dreyer’a geçtiğinde kötülük sorununu sistematik hale getirir endişesi dizi boyunca kurguda belirgindir. Aslında devletlerin kurumsal kimliklerini oluşturan kültür denetleme ve yasa merkezlilik şeklinde inşa edilmiştir. Birbirine ast-üst şeklinde bağlı olmayan kurumların denetim yetkisi her organizasyona birtakım sınırlar getirir ve bu bürokrasinin canavarlaşmasını engeller. Zero Day, kurumlardan ziyade bireylerin vicdanına odaklanarak ABD’yi ayakta tutan değerlerin bireylerin etik kaygılarında saklı olduğunu bize anlatır. Mullen’in kızı Kongre üyesi Alexandra mektup yazarak vicdanının izini takip eder ve ahlaktan yana tavır alır. Aynı şekilde babası da oğlunu kaybetmiş ve hayatta sadece kızı kalmış olmasına rağmen vicdan ve iyilik için bu son kalan hazinesini de feda etmeye hazırdır. Bu iyiliği karşılıksız kalmaz ve Tanrı ona başkanlığı döneminde özel kaleminden olan gayrimeşru kızını verir. Bu ödül, iyilik-kötülük denkleminin ve tarihinin, öznesi ve yaratıcısı olarak ABD’nin “demokrat” sicilinin tanrısal yönüne vurgudur diyebiliriz. Oysa son yüzyıllık hikâyede bu tanrısallığın hem Cumhuriyetçiler eliyle askerî hem de Demokratlar aracılığıyla sivil baskı mekanizmaları ile dünyada etkin bir devlet terörüne neden olduğunu biliyoruz. Zaman zaman birbirlerinin politik misyonlarını devralan bu iki politik tutum kendi içindeki problemleri hukukun bir zaafı olarak görürken, dünyaya ihraç ettiği şiddeti meşru bir sistem arayışı olarak tanımlayabiliyor.

 

Şiddetin İhracı

Tocqueville, modern devletin temelinde şiddeti görür ve bunun ihraç edilmezse içeride patlamalara neden olacağını söyler. Yani ona göre evrenselleşen bir metot olarak despotluk bir sorun değildir. Azınlık topluluklara uygulanan bürokratik veya hukuki şiddet, o toplum daha küçük bir toplulukla karşılaştığında kendini yeniden üretir. Böylece şiddet ihraç edilir, sömürge ile yönetilen modern demokratik ulus devletler daha kolay kontrol edilebilir hale gelir. Ama ona göre sömürgenin yayılımı ve şiddet içeren devletin ihracı Cezayir örneğinde olduğu gibi askerî bir birimle değil siviller eliyle yapılmalıydı. Çünkü ona göre Cezayir bir Doğu toplumu olarak askerî sistemle baskı altına alınabilirdi ama asla yönetilemezdi. Aslında burada kendinin de sıkça vurguladığı yumuşak despotizmin bir teorik arka planı ortaya çıkmakta. Zira askerî despotizm çeşitli isyanlara davetiye çıkarırken, yönetimsel/sivil despotizm ikna metodunu kullanır. Zero Day dizisi ABD’de yönetimsel despotizmi etiğin konusu olarak yargılarken sistem eleştirisi yerine bireylerin zaaflarına odaklanarak Trump-Harris (Cumhuriyetçiler-Demokratlar) kavgasında sivil despotizmin yanında bir tavır takınıyor.

Hollywood’un belki binlerce örneğinde görülebilecek bu tutumunda dikkat çekilen bir nokta da “kahraman” figürünün yine sistemin içinde üretiliyor olması diyebiliriz. Mullen tüm Amerikalıların desteğini kazanmış bir başkan olarak bu savaşın tek kahramanı olmasa da önemli bir figürüdür. Kötülerin tarafında olsa dahi pişman olarak vicdanın yolundan giden kızı, Başkan Mitchell, istihbarat şefi ve bir sürü iyi insan bu kötülüğe karşı American Dream’i yeniden umut olarak önümüze koymuşlardır. Sağ faşizmin Amerika’yı ele geçirdiğinde ortaya çıkacak problemleri tüm dünyanın ana sorunu olarak anlatan bu kurgu, son 50 yıldır dünyadaki tüm katliamlarda özne veya aracı olmayı bir erdem olarak pazarlayabilmiştir. 

Zero Day yavan kurgusu ve güçsüz sembolizmi ile hakikati kurguya kurban ediyor. Siber saldırının finansörü iş adamını (Robert Lyndon) kurguda bir zincirin parçası değil de tek bir kişi olarak göstererek aslında ABD sisteminin sermaye merkezli sömürge ağını gizliyor diyebiliriz. Son yıllarda sinema sektörünü elinde tutan platformların Gazze başta olmak üzere güçlüden yana bir dil tutturarak soykırımı, katliamları görmezden gelmesi belirgin bir sorun olarak önümüzde duruyor. Çeşitli törenlerde Gazze halkının acısını dile getiren sanatçıların boykota ya da baskıya maruz kaldığı bir sistemde kötülüğün tek merkezi olarak Trump ve çevresini dile getirmek, ABD’nin tüm dünyadaki hukuksuzluklarına meşru bir kılıf aramanın bir yoludur diyebiliriz sanırım.

__

¹Ball, W. (2021). Avrupa’daki Asya’nın ve Batı’nın Şekillenişi, Cilt 3, Roma’nın Sultanları Türklerin Dünyaya Yayılışı. Çev. Ahmet Aybars Çağlayan. Ayrıntı Yayınları.

 

Kaynak: Farklı Bakış



Anahtar Kelimeler: Amerika

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER