Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Zehra Hanım´ın Harabesi?

Yazarımız Fuat Reha, çocukluk yıllarında, evlerinin bulunduğu sokakta yaşayan, hayatının genlik döneminde İskam´ı kabul edip Müslüman olan, eski adı Belis olan Zehra Hanım´ın(mahallenin Zehra teyzesi) hayaından bir kesit sunduğu hikâye çalışması...

Zehra Hanım´ın Harabesi?

Zehra Hanım ya da Zehra teyze, aslen Bulgar milletinden olup Belis ismini taşıyan ve ailesi tarafından Ortodoks Hıristiyan inancına göre yetiştirilmiş, daha sonra ise hidayete kavuşmuş ve ihtida ederek Müslüman olmuş bir hanımdı.

Mahallenin büyükleri, ona Zehra Hanım, küçükler ise, Zehra Teyze derlerdi. Yetmiş yaşlarında, orta boya yakın uzunlukta, kilolu, kırık bir ile Türkçe konuşan, Müslüman olduğu günden o güne ibadetine düşkün, sağlığı elverdiğinde orucunu muntazaman tutan, namazında, niyazında bir kadındı. Hatta, top patlasa, bir de secde de ise, dünya gürültüden kırılsa, o sesleri duymadığı söylenirdi?

Muhammed(s) değil de Muğammed?

Hz. Peygamberi(s) her andığında, can-ı gönülden anar ve onu ?Muhammed? olarak değil de ?Muğammed? diye anardı. Zira dili pek dönmezdi. Bu bir şehir efsanesi olmayıp, bizzat kendi yaşıtı olup, kendisiyle birlikte arkadaşlıkları olan mahallenin ?ezelden beri´ Müslüman olan yaşlı teyzeleri anlatırlardı?

Artık darb-ı mesel olmuştu bu söz; ?Top değse, Zehra Hanım mümkünatı yok duymaz.? diye?

Sonradan Kur´an okumayı öğrenmişti. İyi de bir karî idi. Kitabı ezbere okurdu. Anlamını bilir miydi, bilmez miydi, bilinmez ama onun okunmasının kendisine sevap getireceğini Rabbinden umarak okurdu. Zaten, Kur´an´ın okunmasının amaçlarından birisi de ondan dolayı sevap kazanmaktı. Ki işi formüle eden geçmiş dönem âlimlerinin, kitaba yaklaşım konusundaki amaçlarından biri ve en çok bilinenini ona sevap kastıyla yaklaşmak ve okumak olduğunun formüle edilmesiydi?

Dönemin ?düşünsel ve zihni çaba sarf etme şartlarında´ sıradan ve ?ivazsız, garezsiz´ bir Müslümanı için, bu durum aliyü´l-âlâ bir şeydi. Ondan başkasını beklemek ise, işin tabiatına biraz da olsa aykırılık içerebilirdi. Zehra hanımın, ?İslâm zahire bakar´ düşüncesiyle iyi ve ibadetine düşkün bir Müslüman olduğu, çevresinde genel kabul görmüştü.

İhtida?

Mahalle büyüklerinin anlatımına göre, Zehra Hanım, Osmanlının son döneminde, Edirne´nin Bulgarlar tarafından işgali döneminde, Bulgar devletinin oraya yerleştirdiği Ortodoks bir aileye mensupmuş?

Bin dokuz yüzlerin başlarında, Edirne İşgalden kurtulmuş ve tekrardan mülk-ü İslâm´a, yani Müslüman olan Osmanlı toprağına dâhil edilmişti?

Edirne´yi, işgalci güçlerden geri almak için şehre giren Osmanlı ordusu içerisinde aslen Doğu Karadenizli olan Lazoğlu İbrahim Bey adında bir Kolağası, yani Yüzbaşı rütbeli bir Türk subayına, şehre giren ?kurtarıcı orduyu seyretmek için, onları yakından tanımaya çalışan yirmili yaşlarda olan Belis adlı bir Bulgar kızı bir vesileyle İbrahim beyle tanışır, aralarında ülfet başlar ve ilerleyen zaman diliminde birbirlerine âşık olurlar.

Belis, İbrahim beyle yaşamak ister artık ama aralarında din farkı bulunmaktadır. İbrahim Bey, ona Müslüman olduğu takdirde evlenebileceklerini söyler. Belis´de bunu makul bulur, isteğine olumlu cevap verir, ordu müftüsünün yanında şehadet getirerek Müslüman olur ve İbrahim beyle evlenirler.

Bir müddet Edirne´de, daha sonra ise, İstanbul´da ve az da olsa, İbrahim beyin memleketinde yaşarlar ve cumhuriyetin başı itibarıyla da Anadolu´nun güneyinde bulunan Batna da yaşamaya çalışırlar.

Bu arada söylemeden geçmeyelim, Batna, ünlü İslam bilgini El-Battani´nin de doğup büyüdüğü ve bir müddet yaşadığı ana toprağı idi ve nüfus olarak dönemi açısından söylenirse eğer, Süryaniler, Keldaniler, Ermeniler ve Yakubilerle birlikte Müslüman Arapların yaşadığı, Harrran´a bağlı bir belde idi?

Sonraları ise büyük oranda Türkleşmiş ve Kürtleşmiş idi. Zehra hanımla da birlikte ?numune-i imtisal´ kabilinde mühtedi bir Bulgar kızının da vefat ettiği güne kadar yaşadığı, toprağına defnedildiği bir belde olmuştu. Tabii ki adı da değişmişti bu beldenin?

Zehra hanıma eşinden dolayı şehrin merkezinde bir ev kalmıştı. Ev, yörenin fiziki ve mimari özelliğine bağlı olarak, temelden yaklaşık yarım metre yükseğe kadar kara taştan, kalan diğer kısmı ise, yapısı gereği yumuşak, ama işlendiğinde ve yağmur- kar yağdığında da alabildiğine sertleşen ve yörede ?nahit´ denilen kalker taşından yapılı idi.

İbrahim Bey´in vefatından sonra, Müslüman olması dolayısıyla kendi ailesi ile ilişkileri tümden kopan ve sonuçta Batnalı olan Zehra Hanım, hayatının geri kalan kısmını iki kızı ile Batna da yaşamaya başlamış ve eşinden kalan emekli maaşı ile kıt kanaat geçinmeye çalışıyorlardı.

Tabii ki, şehrin ileri gelenleri, Zehra Hanım ve çocuklarını hiçbir zaman yalnız bırakmamışlar, onlara sahip çıkmışlar, onları kendi aileleri ve çocukları olarak görmüşlerdi. Hatta yaşadığı mahallenin sokak sakinlerinden Musalli teyzelerle de ahiret kardeşi olmuştu Zehra Hanım?

Kızlarını da yine şehrin ileri gelenleri masraflarını üstlenerek evlendirmişlerdi. En büyüğünü, şehrin bir ilkokulunda idarecilik yapan ve babaları gibi Doğu Karadenizli olan bir öğretmen ile evlendirmiş, diğer kızı ise eşi Batnalı olan ve ulusal bazda yayımlanan, ülkenin en büyük bir gazetesinin yerel muhabiri ile?

Yani Zehra hanımın, kadere bak ki Batnalı torunları bile olacaktı. Ve onların çocukları, torunları, anneannelerinin mühtedi bir Bulgar kızı olduğunu söyleyeceklerdi.

Harabe?

Batna deprem bölgesi değildi, ama Zehra hanımın evinin bir bölümü, sokağa bakan kısmı ne hikmetse bir müddet sonra yıkılmış, harabe haline gelmiş ve aile, evin geri kalan kısmında yaşamaya başlamıştı.

Çocukları evlendikten sonra, o evde tek başına yaşayan Zehra hanımın avlusunda, birçok ağaçla birlikte, yöreye uygun olarak yetişen bir iki nar ağacı da vardı.

Avlunun orta yerinde beş, on ve yirmi kiloluk boş katı yağ (VİTA) kutularının içinde enva-i çeşit gül yetiştirir ve onları zamanı geldiğinde misafirliğe gittiği ailelere hediye ederdi.

Bununla birlikte, harabesinin hiçbir surette el ve çehre değiştirmesini istemezdi. Onu her şeyden korur, üzerine titrerdi. ?Mal canın yongasıdır´ kabilinden mi, orada, eşi ile yaşadığı hayattan arta kalan hatıralardan dolayı mıdır pek bilinmezdi, ama onun öylece kalmasını ısrarla vurgular ve hakkında pek konuşulmasını istemezdi?

Hatta harabeyi iyi bir para karşılığında satın almak isteyenlere ısrar ettikleri takdirde beddua edeceğini dahi söylerdi. Bundan dolayı da kimse pek yanaşmazdı?

Zehra hanımın harabesi, coğrafi konumu gereği, Batna´nın şehir merkezindeki yegâne yükseltisi idi. O tek katlı ev yüksekte bir tepede olduğundan ?Zehra Hanım´ın harabesi´´ olarak ünlenmişti.

Harabe, mahallenin çocuklarının da bir nevi yükseklik duygularını değerlendirdikleri bir yerdi. Çocuklar, üzerine oturup kaymaya uygun bir şeylerle yukarıdan aşağıya, eteğe kadar kaymaya çalışırlar, bu da onlar için yegâne bir oyun ve eğlence kaynağı idi.

Bununla birlikte Zehra Hanım, yetiştirdiği gülleri hediye etmesine rağmen, çocukların harabeyi, oyun alanı olarak kullanmalarından pek hazzetmezdi. Bu sebepten olacak ki, çocuklarında aklına başka şeyler gelirdi? ?´Acaba, bu teyzenin, harabede haçı, maçı mı vardı? diye düşündükleri de olurdu. Ama onun Müslüman olduğunu bildiklerinden bu tür yaklaşımlarının yanlış olduğunu fark ederlerdi. Hatta çocukların anneleri, bu tür lafları etmemeleri konusunda onları sıkı bir şekilde uyarır, tembih ederlerdi. Zira teyzeleri üzülmesindi?

Belis, yukarıda da belirtildiği üzere olsa gerek, dili dönmediği ve kırık bit Türkçe ile konuştuğu için, bazı kelimeleri pek telaffuz edemiyordu. Muhammed´e(s) ?Muğammed? derdi. Komşulara çoğu kez çat kapı misafirliğe gider, saatlerce oturur, sohbet eder, çok çay içerdi. Öyle ki misafirlikte kendisine ikram edilen çay, bardağın seviyesinde değilse eğer ?bu aile, ya da kızımız çok cimri? derdi. Ama kendisi de torunlarının ifadesiyle zeytin cimrisi idi. Zeytinin, bir defada değil de iki parça şeklinde yenilmesini onlardan ısrarla isterdi.

Bir de mahallenin tüm çocuklarını bakkala, manava gönderme hususunda kendisini yetkili görürdü. Gitmemek olur muydu? Harabede oynama, oradan aşağıya kayma izni almak ve yetiştirdiği güllerden hediye almak için çocuklar da ona uyarlardı. Ama çocuk aklıyla da ?acaba o harabenin içerisinde gerçekten de haç, maç var mıydı?´ diye düşünmeyi de ihmal etmeden?

İşte bir mühtedi teyzenin bilinen hikâyesi? 

Müslümanlığına, arada sırada ?acaba o harabede haçı mı kalmıştı?? sorusunu sormadan edemeyen o zamanın bir çocuğu olarak, ilerleyen yaşında o teyzeyi ?dini bütün bir Müslüman olarak gören bir insan olarak, ona ve tüm annelerimize, onun Batnalı ?ahiret bacılarına? bu yazıyı kaleme aldığımız Ramazan gününde (*) rahmet dilekleriyle?

--------------------------------------------------------------

*Hicri 15 Ramazan 1440 / Rumî 7 Mayıs 1435 / Miladi 20 Mayıs 2019 Pazartesi

Kaynak: Özgün İrade Dergisi, Haziran 2019 sayısı



Anahtar Kelimeler: Zehra Hanım Harabesi

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER