O’nu lisede tanıdım. Mavera dergisinde ilk sayfalarda. Ruslar (Sovyetler Birliği) Afganistan’ı işgal etmiş ve ben bütün sloganlarımı yuttuğum için defterimin bir kenarına şunları yazmıştım: “Kandahar’da acizliğim / Kandahar’da ben / Kandahar’da şehit gölü / Ben onlardan bir ölü.”
Tam da Cahit Zarifoğlu’nun Afganistan Çağıltısı’nı yazdığı zamanlardı. Şöyle diyordu: “Bütün azalarını harbe çağır / Sofran açılsın elin şehit ballarından alsın / Saraylar damlar yeniden kurulsun / Ağaçlar içinden akan nehre / Dal çık günde bin kere ve gecelerde / Omuz başlarını denetleyen defterlerden yalnız sağdaki kalsın.”
“Kalem yazsın yazsın / Küheylan bir âşık ol / Öyle yalvar ki ellerim zahmet balyalasın / Kaslar şehit dalgaları ve haykıran kan / Başlasın vuslat gününü toprağa / Başlasın hatırlatmaya denize kumsalını.”
Kimsenin kimseyi anlamaya çalışmadığı zamanlardı. Okuduğum lisede de (imam hatip lisesi) “anlamama akımı” sürüp gidiyordu. Örneğin Kur’an’ı okuyor, ama anlamak için bir gayret göstermemiz istenmiyordu. Sezai Karakoç’u anlamadığımız gibi Zarifoğlu’nu da anlamıyorduk. Herkesin anlam susamışlığını Orhan Veli ya da Arif Nihat Asya ile gidermeye çalıştığı dönemlerdi.
Anlama giden yolların tıkandığı zamanlarda benim yolum hep Yunus Emre çeşmesine düşerdi. Zarifoğlu’nun İşaret Çocukları kitabı sadece birkaç arkadaşın kütüphanesinde vardı. O zamanlar kitabı elimize almamızla kapamamız bir olurdu. Çok derin bir kanaldan akıyor gibiydi Zarifoğlu şiirleri. Bilinçaltı rezervlerini çok iyi değerlendiriyordu şair.
O yaşlarda anlamadığımız yerin yabancısı sayardık kendimizi. Bu bir kitap, bir düşünce, bir şiir olabildiği gibi bir mekân, kurum ya da kişi de olabilirdi. Öğretmenlerimiz bizi anlamadığı gibi biz de öğretmenlerimiz nazarında anlaşılmadan okunan bir metin gibiydik. Anlamazlıktan gelmiyorduk, anlamazlığa gidiyorduk. Zarifoğlu da anlam kaymasının yaşandığı bir dünyada ruhunu az da olsa dinlendirebilmek için çocuk şiirlerine sığınıyordu. Yetişkinlerin çocukluğa sığınması ne ise Zarifoğlu’nun çocuk şiirlerine sığınması o idi. Okulu da kendisinden bir şey anlamadığımız için her fırsatta kırıyorduk.
Bu anlamak denilen şey kocaman bir bahçeye açılmak gibi bir şey olmalıydı. Zarifoğlu da son dönemlerinde bir anlam bahçesine açılma arzusunu itiraf etmekten çekinmez. Hastalığı sırasında kendisini ziyarete gelen gençlere bu bahçeyi işaret eder:
“Şiirimi yeni baştan oluşturmayı, her şeye yeni baştan başlamayı düşünüyorum. Mümkün olsa şimdiye kadar yazdıklarımı siler, yeni bir şiire başlarım. Çünkü biz baştan büyük bir yanlışlık yaptık. Aysbergi bilirsiniz. Biz aysbergin üst kısmını, görünür, dokunulur, anlaşılır kısmını hafife aldık, es geçtik ve dedik ki şiir derinlikli olsun, soyut olsun, yani bugünkü şiirimiz gibi olsun dedik ve aysbergin alt kısmını öne çıkardık. Asıl kısmın, dikkate değer kısmın altta olduğunu, görünmez olduğunu vurguladık ve bu vurguyu öyle bir doza çıkardık ki, ben mesela tutup aysbergi ters çevirdim.
Benim şiirim aysbergin ters çevrilmiş, yani üstte görünebilir olan kısmının yok edilmiş halidir. Hâlbuki mesela Yunus Emre, şiirinde aysbergin alt kısmını olduğu kadar üst kısmını da anlatabildiği için, anlatmış olduklarının halkla bağlantılarını kurmuş ve onları okutmuştur. Oysa bizim şiirimiz anlaşılmaz ve kapalı olmuş, insanların tutunacak yüzeysel yerleri yok edilmiştir. Siz bizim gibi yapmayınız.”
Şiir bir ipi düğümlemek değil düğümlü ipi çözmektir. Yani anlaşılır olan bir durumu anlaşılmaz hale getirmek yerine anlaşılmaz ve dile gelmez olanı dile gelir ve de anlaşılır kılmaktır. Aramızdan ayrılışının 34. yıldönümünde edebiyatımızın en zarif şairini bir de bu zaviyeden anlamaya çalışsak nasıl olur?
TEŞEKKÜR
Babamın vefatı münasebetiyle cenazemize iştirak eden, taziyede bulunan ve arayıp sorarak acımıza ortak olan herkese teşekkür ediyor, bereketli ve hayırlı ömürler diliyorum.(*)
Biz de u vesile ile Hüsetin Akın'a taziyelerimiz sunar, merhum babasına rahmet, Akın'a, ailesine ve yakınlarına da nice sabırlar dileriz.(Editör)